Genelde çocukların sokakta futbol oynadığı bir ülkede, ilk başladığınızda jimnastiği sevmiş miydiniz?
Aslında, bu spora bile bile başlamadım. Hiperaktif ve yaramaz bir çocuk olduğum için beni spora yönlendirmek istemişler. Dördüncü sınıfta beden eğitimi öğretmenim bu becerimi keşfetmiş. Bir bakmış; hiçbir eğitim almadan ellerimin üstünde yürüyormuşum bahçede. Bunu görünce de jimnastiğe başlamamı önermiş. Eğitim almadan bunları yapıyorsam, demek ki bilinçaltımda jimnastik varmış.
10, jimnastik standartlarında oldukça geç bir yaş. Sizce erken başlamış olsanız, mevcut seviyenizde fark olur muydu?
4-5 yaşlarında başlasam bazı avantajlarım olurdu tabii. Sporumuz oldukça tekrara dayalı ve bir hareketi antrenmanlarda 1000 kere yapmak lazım. Geç başlamak, benim tekrarımı 4-5 sene azalttı. Temel hareketlerde çok tekrar yapmadan ileri seviyeye geçtim. Gerçi jimnastiğe geç başladım ama evde ne kadar hareketli olduğumu söylemiştim. Tavanda ayak izlerim varmış, o derece yani. Misafirler, “Ferhat yukarıda mı acaba?” diye soruyormuş annemlere.
2008 yılında, sporu bırakmanıza neden olacak bir kol sakatlığı geçirip oradan geri dönüyorsunuz. Fakat o üzücü olay sizi motive etmiş gözüküyor…
15 yaşındaydım, tam yükseliş dönemlerimdi, hatta adımla anılan ‘Arıcan Hareketleri’ni o zaman çıkartmıştım. Antrenmanda kolumdan sakatlandım. Bir anda doktorlar, “Spora devam edemezsin” dediler. İnanın, acımı unuttum ve spordan uzak kalacağım için üzüldüm. Ama hırslı bir sporcuyum. “Yapamazsın” demeleri beni motive etti. Altı ay sonra platin çıktı, yedinci ayda da çok az antrenmanla Türkiye şampiyonu oldum.
Artistik jimnastik literatürüne soktuğunuz ‘Arıcan Hareketleri’nden siz de bahsettiniz ki üç farklı harekete adını veren tek isimsiniz dünyada. Bir jimnastikçi, olmayan bir hareketi literatüre nasıl sokar?
Yapılmamış bir hareketi yaptığınızda, eğer uluslararası federasyon onaylarsa kitapçığa giriyor ve soyadınızı taşıyor. Bir anlamda soyadınız ölümsüzleşiyor. Bir keşif, bir buluş aslında. Soyadımın ölümsüzleşmesi de gayet mutlu edici benim için. Hatta Avrupa Şampiyonası’nı tribünden izlerken, paralel barda başka bir sporcudan kendi hareketimi gördüm. Gözlerime inanamadım başta, böyle bir gurur olamaz.
2010 Gençlik Olimpiyatı’nda madalya takmayı başarmıştınız fakat şimdi önünüzde bambaşka bir seviye, Rio var. Heyecan durumunuz nasıl?
Cumhuriyet tarihinde bunu başaran ilk erkek sporcu oldum. Yani bu sırf benim değil, Türkiye’deki jimnastiğin de başarısı. Ben artık bunu başardım ve arkamdan gelenler “Acaba?” demeyecek. Katılımı dert etmeyip direkt madalya için gidecekler. Benim de Rio’da madalya isteğim çok fazla ama oranın dünyanın en zor platformu olduğu unutulmamalı. Yine de kendi işime bakıyorum. Önce hedef final, sonrasında madalyaya bakacağız.
Rio’da, artistik jimnastiğin hangi departmanında daha iddialısınız?
Paralel bar. Normalde beş alet daha yapıyorum; yer, kulplu beygir, halka, atlama masası ve barfiks… Fakat paralelde kendimi çok rahat hissediyorum. Çalışmalarımı o alanda yoğunlaştırıyorum, zaten kendi adımı taşıyan üç hareketimin de ikisi paralelde.
Son olarak, lakabınız ‘Muhteşem Süleyman’ın hikâyesini dinleyebilir miyiz sizden?
2013 yılında Hırvatistan’daki şampiyonadan kalma… Muhteşem Yüzyıl dizisi çok popülermiş o dönem orada. Finale çıkacağım tam, adım anons edildi ve ardından “Muhteşem Süleyman!” dendi. Bende bıyık ve sakal da var o ara. Çok mutlu oldum, tüylerim ürperdi… Sonra da herkes beni bu şekilde çağırmaya başladı.
*Bu röportaj, Socrates’in 176 sayfalık olimpiyat özel sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!