Bulgaristan, 1994 Dünya Kupası’na katılırken Fransa’yı devre dışı bırakmış ve birçokları için yapabilecekleri en büyük sürprizi yapmışlardı. Ama izleyenleri yanılttılar. Turnuvanın son dört takımı arasına adını yazdırmayı başaran Bulgaristan’ın özellikle çeyrek finalde, son şampiyon Almanya’yı 1-0’dan gelerek 2-1 yendiği karşılaşma, kupanın unutulmaz anları arasına girdi. O maçta galibiyeti getiren Yordan Letchkov ile Socrates’in dördüncü sayısında yaptığımız söyleşi de, sohbet 1994 ABD’ye de gelmişti. İşte Letchkov’un kupa hatıraları…
Bulgaristan, 1994 Dünya Kupası’nın unutulmaz takımlarından biriydi. Oradaki başarınız bir nevi Avrupa elemelerinde Fransa galibiyetinizle başladı. O maç öncesinde neler yaşandı? Malum, Emil Kostadinov ve Luboslav Penev’in pasaport sorunu vardı…
Biz takımca uçakla Fransa’ya gidecektik. Onlar da bu sorundan dolayı arabayla gelecekler ve İspanya üzerinden Fransa’ya giriş yapacaklardı. Çünkü o dönemde Kostadinov Porto’da, Penev Valencia’da oynuyordu. Nitekim de öyle yaptılar. Tabii ki o maçın son dakikalarında Fransa’yı elediğimiz golü atanın Kostadinov, ona pası verenin de Penev olması ilginç oldu.
Aslında turnuvaya kötü başladınız ama sonrasında toparlandınız. Gruptaki Arjantin maçına çıkmadan önce Maradona’nın doping olayını duydunuz mu? Arjantin Maradona’dan yoksun olmanın sıkıntısını yaşadı mı?
Bizde kimsenin duyduğunu sanmıyorum. Hepimiz sonradan öğrendik. Maradona, futbola başladığımda örnek aldığım insandı. Maradona oynasaydı, Arjantin elbette bizim için daha zorlu bir rakip olurdu ama işin gerçeği şu ki biz o maçta yeterince iyiydik.
İkinci turda penaltılara kalan Meksika maçında takımınızı çeyrek finale çıkaran son penaltıyı siz attınız. O an ne düşündünüz?
Penaltı atmak büyük sorumluluktur. Hele ki o penaltıyı sonlara doğru atıyorsanız. Birinci penaltımızı Balakov attı ama kaçırdı. Fakat ardından, kalecimiz ‘Bobi’ Mihailov muhteşem kurtarışlar yaptı. Ben de hem onun yarattığı özgüven hem de Stoichkov’un daha penaltı kullanmamış olmasının verdiği rahatlıkla topun başına geçtim. Sonrasını hepimiz biliyoruz zaten.
Almanya maçına çıktığınızda bir rahatlık oldu mu, “En azından artık çeyrek finaldeyiz” dediniz mi?
Büyük turnuvaların bu aşamalarında meydan okumanız gereken bir noktaya gelirsiniz. Galibiyete inanmıyorsan Dünya Kupası finallerinde yerin yoktur. Çeyrek finalde de kendimizi ve gücümüzü biliyorduk. Çünkü takım olarak gitgide daha iyi oynuyorduk.
O maçı uzun süre mağlup götürdünüz. Sonlara doğru üç dakikada iki gol bulmanızda Almanya’nın yaşlı bir takım olmasının etkisi var mıydı?
O turnuvada Almanların yaşlı bir takım olduğunu söyleyemeyiz. Üstelik onlar maça çıkmadan önce favoriydi de. Ama biz de gayet iyi futbolculardan kurulu bir takımdık. Onları yeneceğimize de inanıyorduk. Sanırım en çok da ben inanıyordum, çünkü o dönemde Almanya’da futbol oynadığım için onları yakından tanıyordum.
Yarı finaldeki İtalya maçında ters giden neydi?
Orada yenilmemizin en büyük etkeni hakemdi. İki penaltımızı vermedi. Fakat gerçeği söylemek gerekirse, yarı final için yeterince tecrübeli değildik. Büyük bölümünü İtalya’dan daha iyi oynadığımız maçı, Baggio’nun o 10 dakikaya sığdırdığı gollerle kaybettik.
Bulgaristan’ın o dönemki başarısını neye bağlıyorsun?
Ağırlıklı olarak Avrupa’da futbol oynuyor olmamız diyebilirim. Hepimiz oynadığımız takımların, liglerin ileri gelen futbolcularıydık. Stoichkov İspanya’da, Kostadinov ve Balakov Portekiz’de, ben Almanya’da… Kısacası 90’lı yıllarda Bulgaristan’da çok güçlü bir futbolcu grubu oluşmuştu. Biz o zamanlar sporda bir tür rahatlık ve konfor bulmuştuk.
Bir de turnuva öncesinde Luboslav Penev’in yaşadığı trajedi var…
Elemelerde takımın en iyi oyuncularından biriydi ama ABD 94’e sayılı günler kala kendisine kanser teşhisi konulmuştu. Dolayısıyla kadrodan çıkarıldı. Tabii bu durum bizi daha da kenetlendirdi. Çünkü o takımımızın bir parçasıydı.
Elemelerde Fransa’yı, turnuvada Almanya’yı elediniz. Sonrasında iki ülke de yeniden yapılanmaya gitti. Onları eleyerek Avrupa futbolunu değiştirdiğinizi düşünüyor musunuz?
Bulgaristan’da bir söz vardır: “İnsan kaybedince ne kazandığını, kazanınca da ne kaybettiğini bilemez.” Ama onlar bize yenildikten sonra içlerinde iyi bir değerlendirme yaptılar. İkisi de köklü geçmişe sahip spor ülkeleri. Ekonomik olarak da iyi şartlara sahipler. O mağlubiyetlerden de ders çıkardılar. Sonuçta Fransa önce dünya, sonra Avrupa şampiyonu oldu. Almanya da yıllar içinde futbolunu doğru yönde geliştirdi. Evet, o maçlarda onları yenerek Avrupa futbolunu değiştirdiğimizi söyleyebiliriz. Fakat şunu da unutmayalım, sadece akıllı insanlar kötü sonuçlardan ders çıkarabilir.
https://www.youtube.com/watch?v=3ljFdw_qmaQ&t=12s