Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolGenelBaşka Bir Yol

Birilerini 'kazanan' olarak değerlendirmemiz için gerçekten onların her maçı kazanmasını mı beklemeliyiz? Yoksa mağluplar hâlâ bu yolda galip mi? Belki de hiçbiri. Belki de sıra, anlatıyı değiştirme sırası...

Yazı boyunca kullanılan verilerin tamamı StatsBomb’dan alınmıştır.


“Bilmiyorum.”

“Geçen yıla göre neyi farklı yapıyorsunuz?” sorusuna cevabı buydu Pep Guardiola’nın. Ancak ligin lider teknik direktörü elbette aradaki farkın bilincindeydi. Amacı, geçen sene medyanın eleştirdiği kadar kötü bir oyunları olmadığını göstermekti. Bu takım geçen sene de hücumda çok keskindi. Ve liderden 18 puan fark yemeyi hak etmemişlerdi. Ama yediler. Çünkü kadroda çok eksikleri vardı ve rakipleri tarihin en görkemli şampiyonluğunu kazanmaya çok yakındı.

Bu sene işler biraz daha farklı. Rakipleri, ufak bir krizin içinde. Kadroları her gün yeni bir sakat veriyor ve oyunları geçen seneye nazaran daha geride. Ama liderden 19 puan geride olacak kadar da felaket bir oyun oynamıyorlar. Sadece pusula bu sefer doğuyu değil, batıyı gösteriyor. Peki aradaki dramatik puan farkları onları başarısız mı yapıyor? Pek sayılmaz. Çünkü doğru şeyleri yaptığınız her an doğru sonuçları alacağınızın garantisi yok. Çünkü “futbol, bazen böyledir.”

“Oyunu düşününce zaten üç puanı hak ettik. Biz maç kaybederken de söylüyorduk, oyun ve oyuncuların dönüşü iyi. Sonuçlandıramıyorduk sadece. Kaybettiğimiz maçlarda bile kazanacak gücümüz vardı sahada. Ama futbol, bazen böyledir.”

Fenerbahçe galibiyeti sonrası Ünal Karaman’ın ilk açıklamaları bunlardı. Göreve geldiği günden bu yana aldığı ikinci galibiyetiydi ve altı puana kavuşana kadar eleştirilerin hayli odağında zorlu bir süreçten geçmişti. Aslında takımın doğru yolda olduğunu, yalnızca sonuçları alamadığının altını çizmeye çalışıyordu. Çünkü ilk dört maçında galibiyet alamadığında da Başakşehir ve Fenerbahçe’yi mağlup ettiğinde de önemli olan skordan ziyade, oynanan oyundu.

İstanbul’daki galibiyet, daha önce Malatya’ya karşı alınabilir ve hoca bu eleştirilere hiç maruz kalmayabilirdi. Ama kalmıştı. Çünkü artık futbol size zaman tanımıyor. “Sanki daha önce tanıyordu” diyebilir ve haklı çıkabilirsiniz. Doğru, daha önce de tanımıyordu. Ama günümüz, önceki dönemlere nazaran hiç olmadığı kadar mutlak. Üst üste alınan dört galibiyet sizi mutlak kazanan ve aksi senaryodaki dört mağlubiyet sizi mutlak kaybeden yapıyor.

Peki kazanan olmak için gerçekten her maçı kazanmanız mı gerekiyor? Veya bir şampiyonunun yüreğine sahip olmak, yalnızca kupa kaldırmaktan mı geçiyor? Kale önünde kaçan bir gol, neden anlatıyı bu kadar değiştirmek zorunda? Sonuç alamayan ama sonuç alacak oyunu oynayanların da konuşulmaya hakkı yok mu?

Bence var. Ve bu yazı, onlarca şeyi doğru yapıp sadece sonuç alamadığı için başarısız sayılanlar hakkında konuşacak. İngiltere’den Türkiye’ye uzanarak…

Brighton

Brighton, oyunun istatistik kısmıyla az da olsa ilgilenen pek çok kişinin aşina olduğu bir takım. Bu sezonki oyunları, son yılların popüler çocuğu gol beklentisini tanımlamak için bulunmaz bir nimet. Öyle ki Graham Potter’ın takımı rakip kalede çok fazla gol beklentisi yaratmasına rağmen bir türlü beklenen gol sayılarına çıkamıyor. Yaşanan ikilemde bitiricilik sorunları elbette çok büyük bir faktör. Ama şanssız olduklarını hatırlamak için toplarının beş kez direkten döndüğü United maçını anımsamak yeterli. Hatta bu şanssızlık senaryosu, işin savunma kısmı için de geçerli. Martılar, bu sezon kalesinde gördüğü 20.37’lik gol beklentisinden tam 32 gol yedi.

Kısacası, burada bir terslik var. Ama çözülemeyecek cinsten değil. İstatistik bilimi, Brighton’ın bu oyununu uzun vadeye taşıması halinde sonuç almaya ve beklenen golleri atmaya başlayacağını söylüyor.

Ama bu zamana kadar son sözü söyleyen futbol oldu. Tamam, içlerinde Leeds, Tottenham ve Liverpool galibiyetlerinin bulunduğu dört haftada alınan 10 puan elbette değerliydi. Ancak — en azından kâğıt üstünde — kazanılması gereken maçlarda kaybedilen puanları ve Brighton’ın ligdeki sıralamasını yan yana getirince, Graham Potter’ın yüzünde gülümseme oluştuğunu söylemek zor.

Sussex ekibi, yedinci haftadan itibaren oynadığı maçlarda rakibinden daha fazla gol beklentisi üretmesine rağmen ligde 26 puanla, küme düşme potasından dört puan uzakta, 16. sırada yer alıyor. Ve dün, lig sonuncusu West Bromwich Albion’a 1-0 yenildiler. Elbette daha fazla gol beklentisi üreterek. Son dört maçından da galibiyet çıkaramayan Brighton’ın bir sonraki rakibi ise Leicester City. Yani serinin beş maça uzamaması için hiçbir sebep yok.

Peki yönetim, küme düşme potası daha da alevlenirse Potter’ın görevine son verebilir mi? Uzak bir ihtimal değil. Zaten yazının konusu da tam olarak bu.

‘Passes Per Defensive Action’ yani, savunma aksiyonunuz başına rakibinize tanıdığınız pas imkânı sayısı. Hâliyle bu pas sayılarının az olması, sizin o kadar iyi ön alan baskısı yaptığınızı anlatıyor.

Brighton, alışılagelmiş bir takım değil. Bunu yalnızca trajikomik gol beklentileri üzerinden bile okuyabilirsiniz. Ancak masaya birkaç farklı metrik koymakta beis yok. O metriklerden birisi PPDA. Hem İngilizce hem de Türkçe telaffuzu zor olan bu kısaltma, en basit tabirle bir takımın ne kadar iyi ön alan baskısı yaptığını anlatıyor. Martılar, bu metrikte ligin en iyi yedinci takımı ve sayı olarak, Manchester City gibi bir pres canavarından hiç ama hiç uzakta değiller.

En öndeki iki forveti, Trossard ve Maupay ile baskısını şekillendiren Graham Potter, aynı zamanda bu baskıyı ana yapılarından biri haline getirmiş durumda.

Ve bu yapı, yukarıdaki grafikle birlikte tek bir şey söylüyor: Brighton, top kaybetmeyi sevmiyor. Kaptırdığı topları lig ortalamasına göre çok daha sık geri kazanmaları bir yana, kazandıkları bu topları şuta çevirmeyi de ihmal etmiyorlar. Haliyle ligin en nevi şahsına münhasır üç takımı ile birlikte aynı kümede olmaları, şaşırtıcı değil. Aslında Brighton’ın elit takımlarla ilintili olduğu küme yalnızca pres özelinde değil. Sussex ekibi, mütevazı bir kadroya sahip olmasına rağmen alabildiği kadar topu almak ve rakibine oyununu kabul ettirmek istiyor. Ve topa sahip olma oyununu sene başından beri dörtlü veya üçlü savunmalarla denemekten de imtina etmiyor.

Evet, belki son birkaç ayda ‘topa sahip olma’ kavramının içi iyice boşaltıldı. Fakat Brighton’a puan olarak oldukça yakın West Bromwich, Newcastle, Sheffield, Burnley, Crystal Palace gibi takımlardan topa %10 daha fazla sahip olmak ve bunu yüksek baskı ile desteklemek, kesinlikle takdiri hak eden bir durum. Her ne kadar sonuç getirmese de.

Brighton adına futbolla verilerin yaptığı savaşta şu an için galip olan taraf futbol. Güneybatı ekibi; zaman zaman şanssızlık, zaman zaman bitiricilik, zaman zamansa teknik hatalar yüzünden hak ettiği sonuçları bir türlü alamıyor. Graham Potter, bu kadrodan çıkardığı oyuna rağmen her hafta kovulma tehlikesi yaşıyor. Ve tam olarak burada, basit bir soru devreye giriyor: Neal Maupay, kale önünde bulduğu fırsatları değerlendirse veya Manchester United maçında beş top direkten dönmese Graham Potter daha iyi bir hoca, Brighton ise daha iyi bir takım mı olacaktı?

Bence hayır. Graham Potter hâlâ iyi bir teknik direktör ve Brighton hâlâ iyi bir takım. Ama futbol kesinlikle iyi bir dost değil.

Spezia

“Championship’in bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta futbol bir oyun. Ve bu oyun her yerde aynı. Evet, Championship’in karakteristik özellikleri var. Ama o da dünyadaki her lig gibi bir mücadele, bir yarışma. Önemli olan sizin fikriniz.

Championship, ya da herhangi bir ligden teklif aldığınızda aklınıza gelen ilk soru ‘Ben bu ligde kendi fikirlerimi uygulayabilir miyim?’ olmalı. Bir ligin fikirlerinizi değiştirmesine izin vermeyin.”

2017’de Wolverhampton’ın başına geçen Nuno Esprito Santo, o sezon takımını Premier Lig’e çıkardıktan sonra bu cümleleri kaleme almıştı. Kafasındaki oyunu gelir gelmez bariz şekilde uygulamış ve yoğun fikstüründen dolayı taktiksel gelişime muhafazakâr olduğu söylenen Championship’te şampiyon olmuştu.

Santo’nun hikayesine benzer elbette pek çok hikâye var. Guardiola’yı geriden topla çıkma ısrarı için eleştirenler, Bielsa’yı Premier Lig için fazla hayalperest bulanlar, Klopp’u mazlum kaybeden ilan edenler… Az önce okuduğunuz teknik adamların hepsi, kafalarındaki idealleri gittikleri liglere taşıdı ve doğru planlamalara sahip olduklarında görece başarılı oldu. Kimi yıllar sonra takımını üst lige çıkararak kimi 100 puanla rekor kırarak…

Yolun başındaki Vincenzo Italiano da onlardan biri olmaya aday. Italiano, daha 39 yaşında. Şaşalı bir oyunculuk kariyeri yok. Şaşalı bir teknik direktörlük kariyeri ise hiç yok. Spezia’dan önce bölgesel, dördüncü ve üçüncü ligin yukarısını göremeyen genç hoca, son iki senedir bir idealin peşinde. Ve bu idealini, geçen sene yükseldiği Serie A’da değiştirme niyetinde değil.

Spezia, bu sezon Milan ve Napoli’yi mağlup etti; kupada Roma’yı eledi. Ve bu galibiyetler tesadüf eseri veya derin blokta rakibinin hatasını bekleyerek gelmedi.

Geçtiğimiz haftalarda lider Milan’ı evinde ağırlayan Spezia, savunma çizgisini kalesinden tam 52 metre uzakta kurup agresif ön alan baskısını rakibine her saniye hissettirdi. Rakip üçüncü bölgeye Serie A liderinden daha çok girdi, kontra pres ile rakibinden daha çok top kazandı. Ve tüm bunları yaparken topu mutlak koşulda reddetmedi, topa sahip olduğu sekanslarda geriden oyun kurdu.

Aslında bu, onların yalnızca tek bir 90 dakikada göstermiş olduğu performans değil. 25 puanla 16. sırada yer alan Kartallar, ligin oynaması en çetrefilli takımlarından.

Sadece bir sene önce Serie B’yi liderden 25 puan geride üçüncü bitiren Italiano’nun öğrencileri, şu anda Serie A’nın ön alan baskısını en iyi yapan altıncı takımı. Diğer takımlarla aralarındaki zaman ve kalite farkı bir yana, pres gibi tamamen kümülatif çaba ve sıfır konsantrasyon hatası isteyen bir oyun yapısını geride 45 metre boşluk bırakarak ısrarcı şekilde uygulamak, yalnızca idealistlerin yapabileceği türden bir hamle.

Bu idealler, baskının hemen her noktasında geçerli. Savunma çizgisini önde kurma, baskı ile top kazanma, kaptırılan toplara şok pres ve kazanılan toplarla hızlıca kaleye gitme… Italiano’nun amacı tüm departmanlarda aynı yoğunluğu görmek. Ve elbette ligde kalmak. Şu an için tablo çok korkutucu gözükmüyor zira kuzeydoğu ekibi küme düşme potasının 10 puan önünde.

Fakat futbol değişken bir oyun. Hocalar, oyuncular, sistemler, kurallar… Spezia’nın son haftalarda küme düşme potasına girmesi, Vincenzo Italiano’nun görevden ayrılmasına ve başarısız olarak anılmasına sebep olabilir. Kısacası, her şey günü geldiğinde değişebilir. Ama idealinin peşinden koşturan birileri Serie A için değişmeyecek, bu kesin.

Alanyaspor

“Geriden oyun kurmak benim oyunumun olmazsa olmaz parçalarından biri. Topa sahip olma ve yüksek şiddetli pres, rakiplerimize oyunumuzu tamamen kabul ettirmede yardımcı oluyor. Bunun bizim karşımıza bir problem olarak çıkacağını düşünmemiştik ama kaybederken de çok iyi oyunlar oynadık. Ancak ülkemizde oyun skor üzerinden okunduğu için biraz farklı yansıtıldı.”

Geriden oyun kurma, topa sahip olma, şiddetli pres… Çağdaş Atan, oyun prensiplerini ve bir nevi vazgeçilmezlerini tek kümede bu şekilde topluyor. Şayet yazının bu noktasına kadar geldiyseniz, bir önceki takımlarda adı geçen antrenörlerin de benzer vazgeçilmezlere sahip olduğunu tahmin etmiş olma ihtimaliniz hayli yüksek.

Aslında sadece bu yazıda kendine yer bulan teknik direktörler değil, dünya üzerinde sonuç alan elit hocaların hemen hepsi ve sonuç alamasa da onların yolundan gitmeye çalışan birçok teknik direktör, bu değerlerin altını iyice çiziyor. Geriden oyun kurma, topa sahip olma, şiddetli pres…

Peki neden? Bir takımın başarılı olması için geriden oyun kurması veya şiddetli pres uygulaması şart mı? Elbette değil. Başarılı olmanın onlarca farklı yolu var. Fakat bu elementlerin kullanıldığı yolu seçmek, uzun vadeli başarıya en garanti adımlarla gitmenize yardımcı olabilir. Sonuçta 35-40 haftalık periyotlarda yalnızca rakibinizi bekleyerek ve onları hataya zorlayarak maç kazanmanız pek mümkün değil. Bu yüzden topa sahip olmanız mühim. Topa mutlak sahip olmak için de kaybettiğiniz topları hızlı bir şekilde kazanmak ve elinizdeki topu rakibe hızlı sürede vermemeniz, yani oyunu ilk adımda kurarken bile ayağa pas yapmanız gerekli…

Çağdaş Atan, Alanyaspor’un başına geçtiği günden beri bu departmanlarda mükemmel olmaya çalışıyor. Oyuncuları hata yapsa bile geriden pasla çıkmakta inat ediyor, derin bloktaki takımlara karşı üretim problemi yaşıyor ama topu bırakmıyor. Ve olabildiğince ileride sert baskı yapıyor. Ama bu oyun, hiç kolay bir oyun değil. Hele bu oyunda mükemmel olabilmek, başlı başına bir mesele. Çünkü bu oyun zaman, uyum ve kalite istiyor.

Çağdaş Atan’ın elinde bu üç şarttan hangisi var derseniz, kesin bir cevabım yok. Fakat sene başından beri onun bu şartlarla ilgilenmediği de kesin. Öyle ki kısa sürede en üst seviye takımlara dahi oynatması zor olan bu oyunu, Alanya’da şu an için başarılı sayılabilecek şekilde oynatıyor. Hâlâ mükemmel değil ama deniyor. Ve bunları, geçen sene tamamen farklı bir yapıda mücadele eden bir takımla yapıyor.

Bu görselin, “Bu sezon oynanan oyun, geçen sezon oynanan oyundan daha iyi bir oyun” gibi bir söylem amacı yok. Zaten alınan puanlar, bu söylemi daha ilk adımdan sorguluyor. Bu görselin amacı geçen sene ile bu sene arasındaki oyunun tamamen birbirinden farklı olduğunu göstermek. Çağdaş Atan’ın vazgeçemediği talepleri, bu tabloda kendine yer bulmuş durumda. Alanyaspor geçen yıla nazaran daha çok topla oynuyor, daha çok pas yapıyor ve daha çok üçüncü bölgeye giriyor. Akdeniz ekibi aynı zamanda daha iyi bir ön alan baskısına ve daha ileride bir savunma çizgisine sahip.

Ama toplanan puan, geçen seneye göre daha az. Ve Çağdaş Atan’ın öğrencileri, son 10 maçta yalnızca üç galibiyet alabildi. Deplasmanda da dokuz maçtır kazanamıyorlar. Kısacası, puan tablosunda işler onlar için çok iyi gitmiyor. Ama işlerin iyi gittiği birkaç tablo da yok değil…

Alanyaspor, Brighton kadar şanssız değil, doğru. Ama ortadaki mesaj benzer. Eğer Alanyaspor bu oyununu uzun vadeye taşırsa, yeniden sonuç almaya ve beklenen golleri atmaya başlayacak. Hem de Çağdaş Atan’ın istediği şekilde.

Evet, yine PPDA. Ama bu sefer mercekteki takım lider. Hem de açık ara. Alanyaspor’un oyun anlayışını birçok şekilde tanımlayabilirsiniz. Fakat tek bir seçim şansınız olsa, Akdeniz ekibinin çok iyi bir pres takımı olduğunu söylemek iyi bir tercih olabilir. Zira Atan’ın öğrencilerinin mahareti sadece ön alan presi ile sınırlı değil.

Ligde kaptırdığı topların kıymetini Alanya’dan daha iyi bilen bir takım yok. Ligin açık ara en çok kontra pres ile top kazanan takımı, aynı zamanda kazandığı bu toplarla rakip kalecileri zorlamayı ana planı edinmiş durumda. Çünkü Atan’ın prensipleri bunu söylüyor: “Hem yaptığımız yüksek şiddetli presle rakiplerimizin oynamasına izin vermemeye çalışıyoruz hem de rakibin bizden topu çabuk almasına izin vermiyoruz.”

Alanyaspor’un oyun anlayışını pres ile tanımlamanın iyi bir seçenek olduğunu söylemiştim. Ama yanılmış da olabilirim. En azından takımın üçüncü bölge ziyaretleri, beni yanıldığıma ikna etmeye çalışıyor…

Tamam, doğru tanımı şimdi buldum. Alanyaspor, Çağdaş Atan’ın takımı. Ve Çağdaş Atan’ın takımının önünde oynayacağı 14 maçı kaldı. Bu 14 maçın kaçını kazanabilir, fikrim yok. Ancak bazı noktalarda fikir sahibiyim. Atan, topa sahip olup kaybettiği her maç sonunda eleştirilecek ve topa sahip olmanın o kadar da önemli bir şey olmadığını işitecek. Yanlış sayılır mı? Bir yere kadar hayır.

Sürekli şekilde topa sahip olup başarısız oluyorsanız, topa sahip olmak o kadar da önemli bir şey olmaktan çıkar. Ve topu biraz daha bırakmaya, biraz daha reddetmeye başlayabilirsiniz. Bunu Türkiye ve İspanya’nın en idealist teknik direktörleri denedi ve başarılı oldu. Abdullah Avcı, girdaba girdiği Beşiktaş macerasında; Pep Guardiola ise elinin boş döndüğü Liverpool maçlarında bu yönteme başvurmaktan çekinmedi. Sonuçta ideallerini inşa edebilmek için herkes kazanmaya ihtiyaç duyar. Çağdaş Atan da öyle.

Ama o zor yolu seçebilir ve B Planı olarak A Planı’nı mükemmelleştirmeyi deneyebilir.  Bu ideali, onu başarısız dahi kılabilir ve sezon sonu Alanyaspor kendisi ile yola devam etmek istemeyebilir. Peki bu durum onu başarısız biri mi yapar? Bence hayır. Çünkü Atan’ın sene başından bu yana Alanya’da oynatmaya çalıştığı oyun, pek çok şampiyonun cesaret edemeyeceği türden bir yapı. Ve kale önünde kaçan birkaç şut yüzünden böyle bir anlatıyı asla hak etmiyor. Tıpkı Graham Potter ve Vincenzo Italiano’nun yarattığı anlatıların hak etmediği gibi.

Futbol, doğru şeyleri yaptığınız her an doğru sonuçları aldığınız bir oyun değil. Çünkü futbol, bazen böyle bir oyun olabiliyor. Kazandığınız zaman bile kaybedebildiğiniz ve kaybettiğiniz zamanlarda kazanabildiğiniz. Potter, Italiano ve Atan şimdilik ikinci yoldalar. Kimilerine göre kaybediyorlar ama fikirleri galibiyete her geçen gün daha da yakınlaşıyor. Ve evet, kimilerine göre belki daha hiçbir şey kazanmadılar. Ama birinci yola da hiç sapmadılar. Bu da fena bir galibiyet sayılmaz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Hayal Kuran Herkese

Hayal Kuran Herkese

3 sene önce
Neno

Neno

3 sene önce
Sözlü

Sözlü

3 sene önce