Ne zaman tenise nasıl başladığınız sorulsa, spora tenisçi olma hayaliyle başlamadığınızı ve aynı şekilde, ailenizin de böyle bir talebi olmadığını söylüyorsunuz. Profesyonel olma isteğinizi tetikleyen ne oldu?
Tenisçi olmak için başlamadım çünkü o zamanlar Türkiye’de rol modeli alabileceğim herhangi bir örnek yoktu. Bunun bir mesleğe dönüşebileceğini düşünmemiştim. Tenis, benim için bir vakit geçirme ve sosyalleşme aracıydı. Ailemin beni spora yönlendirmesi ile başladım. Daha sonra çok sevdim ve “Acaba olur mu?” demeye başladım. “Çağla tenis oynuyor”, “Çağla antrenman yapıyor”, “Çağla başarılı olmaya başladı”, “Çağla Türkiye şampiyonu oldu”… Hepsi kademe kademe fakat planlanmadan gelişti. Zaten hep şunu savunurum; küçüklükten itibaren bir proje gibi yetiştirilmiş olsaydım, 26 yaşında çok daha ileri bir noktada bulunabilirdim. Ama ben, profesyonel tenise 17 yaşında başladım. O da zaten bir sponsorluk teklifinden sonra gerçekleşti. Öncesinde, günde birkaç saat tenis oynayıp okula giden bir çocuktum.
O zamanlardan, yani 17 yaşından beri seyahat ediyorsunuz ve muhakkak zorlandığınız dönemler olmuştur. Profesyonel bir tenisçinin yaşamı ile ilgili bize neler söylersiniz?
Hâlâ saat farkı nedeniyle sorun yaşıyorum, yeme alışkanlıkları da değişkenlik gösterebiliyor. Tek pişmanlığım var; her seyahatten sonra o dönem yaşadıklarımı, gördüklerimi not tutsaydım keşke diyorum. Geçmişte sadece ülke içinde oynayan biriyken, bir anda yılın 25 haftası yurt dışında turnuva oynayan bir sporcuya dönüştüm. O zamanlar profesyonelliğe dair bilgim azdı. Başlangıçta epey zorlandım. Okuldan ayrıldım, arkadaşlarımı özledim, annemi çok özledim, sürekli aradım… İlk başta turnuvaların seviyeleri de düşük olduğu için daha zor şartlarda yaşadım. Kötü otellerde kalıyorsunuz, kötü yemekler yiyorsunuz hatta bazen yiyecek dahi bulamayabiliyorsunuz. Mesela Hindistan’a gitmiştik ve ilk puanlarımı orada almıştım. Bambaşka bir hayat görmüştüm ve felsefem değişmişti. Sonrasında biraz daha olgunlaşıyorsunuz ama işler hep iyi gitmiyor. Üzerinizde bir sorumluluk var sonuçta, size güvenen insanları mahcup etmek istemiyorsunuz.
Artık 26 yaşındasınız, tenis için olgunluk çağına geldiğinizi söyleyebiliriz. Sizce limitlerinize ulaştınız mı?
Geçen sezon en önemli şey, tenisimin ilerliyor oluşuydu. Bu, umudumu korumamı ve daha da başarılı olacağımı düşünmemi sağladı. Evet, belki maçlar kaybediyordum ama oyunumda her zaman bir gelişme görüyordum ve etrafımdan da bunu duyuyordum. O yüzden hâlâ öğrenme sürecini yaşıyorum ve kesinlikle limitlerime ulaştığımı düşünmüyorum. Benim şu anki rakiplerim, 12 yaşından beri junior turnuvaları ve gençler seviyesinde Grand Slam oynayan insanlar. Bense 17 yaşından sonra profesyonel olup onları yakalamaya çalıştım. Antrenörüm hep, “Senin tenis yaşın, 20 yaşındaki birinin tenis yaşına eşit olabilir” diyor; çünkü hiç junior turnuvası oynamadım ve uluslararası tecrübelerim sadece milli takımdan ibaretti. Küçükken, Türkiye’de bir yabancı oyuncuya karşı oynayabilme şansı o kadar azdı ki… Nereden nerelere geldik…
2016 sezonu önemli bir test olacak gibi. Sizin gerçekçi beklentileriniz nedir?
Gerçekçi hayalim, kesinlikle sıralamada ilk 100 içerisine girmek. Şu anda zaten 129 numarayım ve Şubat ayından, Ağustos sonuna kadar koruyacak hiç puanım yok. Tabii ki bu bir fırsat ancak en önemli turnuvaların olduğu bu zaman aralığını en iyi şekilde kullanmaya çalışacağım. Olimpiyatı da çok önemsiyorum çünkü bunun için çok ideal bir yaşta olacağım. Büyük bir jenerasyonun da son olimpiyat oyunları olacak; Roger Federer ve Serena Williams gibi isimler muhtemelen son kez olimpiyatta yer alacak. Onların arasında olabilme ihtimali beni çok heyecanlandırıyor. Ayrıca tenis tarihimiz için de bir ilk olacağından, bunun öncelikli bir hedef olduğunu söyleyebilirim.
2015 başında 108 numaraya kadar çıkmıştınız, şimdi ise 129 numaradasınız ve ilk 100 yakınlarında gezinmeye devam ediyorsunuz. Sıralama baskısı altında tenis oynamak neye benziyor?
Öyle bir şey ki… Şimdi Dubai’yi kazandım 115 puan aldım. Gitmeden önce bana kazanacağımı söyleseler havalara uçardım ki kazanınca da çok sevindim ama şimdi diyorum ki: “Eyvah, önümüzdeki Kasım ayında koruyacak 115 puanım var.” O baskıyla verilen mücadele kolay değil. İlerlemek için bir önceki seneden çok daha iyi oynamanız gerekiyor. Puan korumayacağınız haftalar bir fırsat gibi görünebiliyor ancak bu bile bir baskı. Baş ettiğim şeyler, sadece rakipler ve performansım da değil üstelik. Bu sezon, bir ay içinde puanlarımın çok hızlı silindiği yerler oldu. Sıralama üzerine tenis mentorlarının yazdığı kitapları okuyorum. “Önemli olan tenis seviyesi, kesinlikle sıralama değil” diyorlar ama oyuncular olarak, ben ve diğer birçoğumuz oralara takılıyoruz. “Ben sıralamayı düşünmüyorum” diyen varsa, yalan söylüyordur. Çünkü tenis, sıralama üzerinden konuşulan ve sınıflandırılan bir oyun.
Şu ana kadar sekiz ITF turnuvası kazandınız ama 2015 Dubai, içlerinde en özel olanıdır muhtemelen. Alexandra Dulgheru ve Klara Koukalova gibi önemli isimleri, ayrıca yarı finalde de İpek Soylu’yu yenmeyi başardınız. Neler hissettiniz?
İyi şeyler, genelde hep beklemediğim anlarda gerçekleşir. Dubai’yi de sezonun son turnuvası olarak planlamıştık. Ancak ben sezonun da getirdikleriyle, çok özgüvenli başlamadım turnuvaya. “Buradayım, son turnuvam, umarım iyi geçer” diyordum ama kazanmayı kesinlikle beklemiyordum. Sonra ilk turdan itibaren bir ritim yakaladım ve iyi tenis oynamaya başladım. Kafam iyi çalışmaya başladı ki o her turnuvada yakaladığım bir şey değil. Çeyrek finaldeki Dulgheru maçı, kariyerimin en iyi oyunlarından biriydi. Geçen sene, aynı turnuvanın ilk turunda beni eleyip devamında şampiyon olmuştu. O galibiyet beni çok mutlu etti. Bu sayede turnuvada var olduğumu hissettim. Yarı finalde İpek’le oynadığım maç da epey stresliydi. Türkiye’nin gözü üzerimizde… İkimiz için de zor bir maç olmasına rağmen kaliteli geçtiğini düşünüyorum, o stresten iyi bir şekilde çıktık. Finali de hayal meyal hatırlıyorum. Son iki maçımda ilk seti kaybedip geriden gelmiştim. Koukalova karşısında ilk sette 2-5 gerideydim fakat dönmeme rağmen seti 7-6 kaybettim. Çok sinirlendim. Normalde çok oynamam ama o turnuvada çiftlerde de oynuyorum ve her gün neredeyse dört saat kortta kalmışım, çok yorgunum. İlk seti de kaybedince hayli demoralize oldum. Sonrasını ise dediğim gibi; hayal meyal hatırlıyorum, o an sadece işime konsantre olmuşum demek.
İpek Soylu, Ayla Aksu, Başak Eraydın ve Melis Sezer gibi genç oyuncuların önünde, Türkiye’de tenis için bir ‘abla’, bir rol modeli konumunda olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, çok genç yaşta abla oldum ve bu pozisyonumdan çok mutluyum. Aramızdaki yaş farkı az, hepsiyle iletişimim gayet iyi. Turnuva seçimleri olsun, tur içerisindeki kurallar olsun, bir ihtiyaçları olduğunda onlara destek vermeye çalışıyorum. ENKA’ya gittiğimde de küçük çocuklar etrafımı sarıyor. Onlara bir şey katabiliyorsam, bir rol modeli olabiliyorsam ne mutlu bana. Bu çok güzel bir şey ve beni motive ediyor. Onların hayalleri benimkilerden büyük olsun istiyorum. “Senin gibi olmak istiyoruz” diyenlere, “Hayır, daha iyi olun” cevabını veriyorum.
Geçen sezon eski dünya 1 numaralarından Jelena Jankovic’le çiftler oynama, hatta birlikte İstanbul’da bir final maçına çıkma şansına eriştiniz. Kendisinden özel kariyer tavsiyeleri aldınız mı? Oyununuzla alakalı bir yorumu oldu mu?
Jelena ile birlikte vakit geçirmek, arkadaş olmak, benim için İstanbul Cup’ın en büyük kazanımlarından oldu. Elit sporcuların düşünce yapıları bizden farklı olabiliyor. Eski dünya 1 numarası ve düşüşler yaşasa da 28 numaradan aşağıya inmemiş bir isim. Ondan oyun anlamında olmasa da çok fazla şey öğrendim. Daha önce Karin Knapp’la oynamıştım ve ondan da çok şey öğrenmiştim. Hatta güzel bir anımız da var: Romanya’da bir WTA finali oynadık çiftlerde. Son set tie-break’inde 4-2 öndeydik ama kaybettik ve çok üzülmüştüm. Ben çökmüş bir vaziyette otururken döndü, “Çağla, final oynadık” dedi ve sarıldı bana. Orada, üzüntülerini ne kadar anlık yaşayıp aslında oyuna ne kadar pozitif baktıklarını öğrendim.
Kadınlar tenisinde kıskançlığın fazla olduğu söylenir. Sizin bu ortamı sağlamış olmanız çok önemli, değil mi?
Kesinlikle. Bizim aramızda öyle bir şey söz konusu bile değil. Fakat tur genelinde çok kıskançlık var. Hele ki erkek tenisine oranla… Bu durum, antrenman partneri seçerken bile devreye giriyor. En güzel örnek önümüzde; Federer gibi bir oyuncu, Marsel ilk 100 dışındayken onunla antrenman yapmıştı. İlk beş içindeki bir kadın tenisçinin, ilk 100’de olmayan bir oyuncuyla antrenman yapması ise imkansız bence. Yine de bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama kadın tenisçilerin de artık daha sevecen olmaya başladığını düşünüyorum. Serena Williams bile ara sıra sarılarak tebrik edebiliyor rakibini. Ben de geçmişte yenilince çok sinir olur, rakibimin elini sıkmak istemezdim ancak şimdi tebrik ediyorum.
Anlattığınız kadarıyla Türkiye’de oldukça iyi bir tenis ortamı sağlanmış durumda. Peki arkanızdaki sponsor desteğini yeterli görüyor musunuz?
Ben ve antrenörüm Can Üner’in bütün seyahat masraflarını, benim kamp masraflarımı federasyon karşılıyor. Bunun dışında, sponsorlarımdan para kazanmıyorum. Dünyadaki diğer oyuncular ise genelde sponsorlarından para kazanıyor. Spor pazarlamasını çok iyi bilmeyişimizden olabilir ancak dediğim gibi; bizde de çoğu ülkede rastlanmayacak bir federasyon desteği var. Zaten bu destek de olmasa mümkün değil. ITF turnuvaları, finansal anlamda iyi bir gelecek hazırlayamaz. Şöyle söyleyeyim; ITF Dubai’yi kazandım ancak çoğu insan klasik olarak 75 bin dolar aldığımı düşünüyor. O, aslında toplam para ödülü. Oysa sezon başında WTA Dubai’de bir tur geçmiştim ve aynı parayı almıştım. Özetle; WTA ve ITF arasında çok ciddi bir para farkı var.
Maç içerisindeki bir olaya, bir hataya takılmak ve sonrasında bunun yarattığı psikolojik etkiyle baş etmekle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Bazen 2-0 ve 40-15 önde olan bir oyuncunun orada bir çift hata yapıp sonrasında seti 6-2 kaybedebildiğini görebiliyoruz. Benim de mutlaka oluyordur ama bu konuda da ilerliyorum. Maçları sonradan izlerken şaşırıyorum mesela; öyle bir hata yapmışım ki önemli bir noktada, sinir krizi geçirirsin. Ancak nedense orada hiç üzerinde durmamışım. Sanki oraya bir blok koymuş ve görmemişim. Üst düzey oyuncular bunu çok iyi beceriyor, hatta hatalarına tepkisiz kalabiliyorlar. Benim karakter olarak tepkisiz oynamam çok zor ancak yine de basit hatalara veya çift hatalara takılmamaya çalışıyorum.
Bunun bir de büyük oyunculara karşı oynarken, “Galiba kazanıyorum” düşüncesiyle gelişen versiyonu var. Bu düşünce akla geldiği zaman, bazen gelen maç bile gidebiliyor…
Tenisin belki yüzde 60’ı zihinsel kısmı kapsıyor. Çok enteresan bir şey söyleyeceğim bu konuda; bir tenis oyunum var telefonda ve en zor seviyede oynamaya çalışıyorum. Orada hiç yenemediğim bir rakip var ve bazen öne geçip tam kazanıyorum derken yine kaybediyorum. Oyunda bile! Son olarak Dubai’de de olabilirdi bu. Mental olarak zor bir sezon geçirmişim, kariyerimin en büyük şampiyonluğunun yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişim, sezonun son turnuvası… O an ‘şampiyon olma’ konusunu hiç aklıma getirmedim ve bunu nasıl yaptığıma şaşırıyorum. Sanki herhangi bir maçmış gibi oynayıp bitirdim. “Şampiyonluğa gidiyorum” düşüncesi aklıma gelmiş olsa maçı kaybedebilirdim.
Tenis mentorlarının yazdığı zihinsel gelişim kitaplarından bahsetmiştiniz… Başka şeyler okur musunuz?
Tenisle ilgili şeyler okumayı seviyorum. Özellikle de yaşanmış hikayeler, maçlar ve oyuncular üzerine… Andre Agassi’nin Open’ı, hakkında çok konuşulan bir kitap ve çoğu kişi tenis biyografileri arasında ‘en iyi’ olduğunu söylüyor. Ben de ilk çıktığı dönemde almıştım ancak biraz okuyup bıraktım. Çünkü çok negatif başladı. Galiba bunda, o dönem yaşımın biraz küçük olmasının da etkisi vardı. Babası yüzünden tenisten nefret ettiği bölümler falan çok karamsar gelmişti. Artık olgunlaştım ve belki bir şans daha verebilirim. Mesela bana hangisini sevdiğimi sorarsanız, Nadal’ın My Story kitabını örnek gösterebilirim. Çok rahat yazılmış ve okuması keyifli.
*Bu röportaj, Socrates’in Ocak sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!