Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolToprak SahaYol Gösterici

Fransa ile Almanya arasında 8 Temmuz 1982’de oynanan unutulmaz maç Almanya'yı finale taşımış, Fransa'nın ise geleceğine ışık tutmuştu.

Türkiye futbol tarihinin önemli gecelerinden biriydi… Fenerbahçe, tarihinde ilk kez yakaladığı Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline yükselme şansı için Sevilla karşısına çıkıyordu. Eşleşmenin kalplere zarar ilk maçını 3-2 kazanan sarı-lacivertliler, Ramón Sánchez Pizjuán Stadyumu’ndaki mücadeleden de istediği sonucu aldığı takdirde uzun yıllar beklediği Avrupa’da başarı özlemini dindirecekti. Maçtan önce, klasikleşmiş “Maçla ilgili ne düşünüyorsunuz Sayın X?” röportajları birbirini takip ediyordu ki, ekranlarda dönemin UEFA Başkanı Michel Platini belirdi. Saha içiyle ilgili fikirlerini, uğruna saygın topçuluk kariyerini çöpe attığı ‘UEFA Başkanı’ sıfatına yakışır şekilde politik cevaplarla geçiştirdi, sadede geldi:

“Buraya, eski dostum Zico’yu görmeye ve bu stadyumda 26 yıl önce oynadığım masalsı maçın anılarını yaşamaya geldim!” Platini sözlerini bitirdi, stüdyoya bağlanıldı. Stüdyodaki maç önü yorumculardan biri Acun Ilıcalı’ydı. Diğer isimler tekrar maçı tartışmaya başlamıştı ki, aradan kısık tonla pragmatizmin dibine vuran bir yorum yaptı: “Ben şunu anlamadım, Platini 26 sene önceki maçın neyini unutamamış ki? Almanya onları bu stadyumda yenmişti!” Fransa, 8 Temmuz 1982’de Federal Almanya’ya mağlup oldu ama kırık üç diş ve bir kaburga, bilinç kaybı, ulaştıklarını düşündükleri andan 15 dakika sonra paramparça olmuş hayaller ile bol gözyaşının olduğu o iki buçuk saat, Fransızları yıllar sonra dünya şampiyonluğuna götürecekti…

fra alm 2

Sempati, Nefrete Karşı

Fransa, 1970’li yıllarda Saint Etienne ile Avrupa’da başa güreşirken, milli takımlar düzeyinde “olsa da olur olmasa da” kıvamındaydı. 1978’de Michel Hidalgo önderliğinde Dünya Kupası’na katılsalar da pek varlık gösteremediler. 1982 biraz farklı seyredecekti. 1978’de genç bir yıldız adayı olan Michel Platini palazlanmış bir 10 numaraydı. Onunla birlikte Bernard Genghini, Alain Giresse ve Jean Tigana gibi top profesörleri ile hiçbir Avrupa ülkesinin sahip olmadığı orta sahaya sahiptiler. Genç Manuel Amoros, geleceği parlak bir bekti. Saint Etienne’nin 1970’lerde ortalığın tozunu atan forveti Dominique Rocheteau, Paris Saint Germain’e transfer olsa da hala azımsanmayacak bir hücumcuydu.

Bütün bunlar Michel Hidalgo’nun umutlanması için gayet müspet işaretlerdi. Ama beklediği gibi başlamadılar. İngiltere maçındaki 3-1’lik mağlubiyet, ‘kaybetmeyi seven’ Fransız futbolseverlerin umutlarını kırmaya yetti. Stadyumu terk edenler hatta İspanya’dan ayrılıp Fransa’ya doğru yola koyulanların olduğu rivayet edildi. Hidalgo’nun takımı ise yılmadı. Önce gruptan çıktılar, sonra da ikinci grupta özellikle de turnuvanın sürpriz takımı Kuzey İrlanda karşısında gösteri yaparak, adlarını yarı finale yazdırdılar. Brezilya, Paolo Rossi’nin kurbanı olmuştu ve akıcı pas oyunu sevdalısı futbolseverlerin tutunabileceği tek dal Fransa’ydı…

Federal Almanya’nın kupa macerası ise masum başlamış, seyirciler adına mide bulandırıcı devam etmişti. İlk grup aşamasındaki son maçlarında Avusturya karşısına çıktıklarında, son Avrupa şampiyonu sıfatıyla birçoklarının favoriler listesindeydiler. Maç bittiğinde ise turnuvanın nefret objesi olmuşlardı. Horst Hrubesch’in 11. dakikadaki golünden sonra Avusturya’nın üzerine gitmediler, iki takım sadece pas yaptı ve Almanya’nın farklı kazanması beklenen maç 1-0’a bağlanınca Cezayir’in elenmesine neden oldular. Antrenör Jupp Derwall, yıllar sonra yazdığı otobiyografisinde: “Alman takımının antrenörü ve sorumlusu olarak benim görevim, takımı ikinci final turuna ulaştırmaktı. Cezayirlilerin istek ve hayallerinin yerine gelmesini sağlamak ve takıma, menfaatlerimizin tümüyle dışında, büyük risk taşıyan bir yol çizmek değil. Avusturya da Cezayir de amaçlarını kendi güçleriyle gerçekleştirmek şansına sahip olmuşlardı.” dese de futbolseverler mahkemesinde karar kesindi: Mimlenmiş Almanya bir an önce elenmeliydi… İkinci turda bu istek gerçekleşmedi. İspanya ve İngiltere’nin olduğu grupta da liderliği aldılar ve yarı finale yükseldiler. Fransa, kupa takipçilerinin isteğini yerine getirebilecek güçteydi…

Sıcaktı Sıcak

Ramón Sánchez Pizjuán Stadı’ndaki karşılaşmayla ilgili akıllarda kalan tek şey, Sevilla’daki hava sıcaklığı olabilirdi. Endülüs sıcağı, bugün bile o maçta yer alan futbolcuların hafızasından çıkan ilk parça. O kadar sıcaktı ki, Almanya’nın ‘tank’ beki Hans-Peter Briegel, karın ağrısı ve ateşler içinde yatarken, ağrısı geçtiği anda ayağa kalktı ve antrenör Derwall’e oynayabileceğini söyledi. Hala ateşi vardı ama bunu, sıcağa bağlamıştı kendince. Federal Almanya’nın bir sıkıntısı daha vardı: Kaptan Karl-Heinz Rummenigge. Şili maçında sakatlanmış, takip eden üç maçta da kendini zorlamış ve kasığındaki sakatlığın büyümesine sebep vermişti. Maçtan önce, yedek oturma kararı verdi. Oyunu izleyecek, gidişata göre sahaya girme kararını kendisi verecekti.

Janvion

Fransa ise ufak sakatlığı olan Platini dışında gayet formdaydı. Karşılaşma, saat dokuzda başladığında aşırı sıcak devam ediyordu. Buna rağmen maçın temposu yükseldikçe yükselmeye başladı. Tarihe geçecek bir şeylerin yaşanacağı anlaşılıyordu ki Pierre Littbarski çıktı sahneye. Fransa’nın belki de tek noksanı kaleci Jean-Luc Ettori’den seken top, Littbarski’nin önünde kaldı ve dripling sihirbazı da Federal Almanya’yı 1-0 öne geçirdi. Fransa’nın cevabı, 10 dakika sonra geldi. Bernd Förster, Rocheteau’yu indirdi ve Hollandalı hakem Charles Corver, penaltı noktasını gösterdi. O ana kadar pek de varlık gösteremeyen Michel Platini, topa bir öpücük kondurdu, gerildi, sekerek koştu ve Schumacher’in hamle yaptığı tarafın tersine topu gönderdi. Skor, 1-1’di. Fragmanlar böylelikle sona erdi. Film başlıyordu…

Maç Tekrar Başlıyor

Skor eşitlendikten sonra tempo kaybolmadı. İki takım da kalecileri yoklamaktan çekinmiyordu. Belki de sıcağın etkisiyle sertlik de artmıştı. Golden yaklaşık beş dakika sonra Federal Almanya orta sahasının ‘biçerdöveri’ Wolfgang Dremmler, Tigana’ya sert bir müdahale yaptı. Karar fauldü ama kart yoktu. Birkaç dakika sonra sahnede, gecenin ‘Erol Taş’ı Toni Schumacher görülmeye başladı. İlk olarak bloke ettiği bir top sonrası degaja hazırlanırken üstüne gelen Manuel Amoros’a omuzu yapıştırdı. Bir müddet geçtikten sonra bu kez hedefte Didier Six vardı. Karambolde topu tuttu ve kendini Six’in üzerine bırakarak dirseğiyle Fransız forveti ‘dürttü’.

Savunmacı Pattrick Batiston, yedek kulübesinden olanı biteni izliyordu. Toni Schumacher’in, maçı kişisel algılamaya başladığını anlamıştı. İş çığırında çıkıyordu ki, Charles Corver ilk yarıyı bitiren düdüğü çaldı. Fransızlar, soyunma odasına gittiğinde biraz endişeliydiler. Gergin maçlara alışık Almanlar ise onlara nazaran daha sakindi. Michel Hidalgo, uzun yıllardır beraber olduğu oyuncuların gözlerinden durumu anlamıştı. Sakin bir şekilde konuşmaya başladı: “Aynı kalitede oynamaya devam edin. Size düşen rol bu. Olası bir yenilgide sorumluluğu alıyorum!”

Takımlar, ikinci yarı için sahada belirdiklerinde saat 10.00’du ama sıcaklıkta düşüş yoktu. Aynı 11’lerle sahaya çıktılar ve ikinci yarı başladı. İlk atağı Fransa yaptı. Taç çizgisinden faul atışını Giresse kullandı. Topu, Rocheteau’ya havalandırmıştı ki Bernd Förster, forvetin sırtına doğru bir ‘uçan tekme’ çıkardı. Maçın ilk sarı kartı, 46. dakikada çıkmıştı. Birkaç dakika sonra, tüm sorumluluğu alan Michel Hidalgo da gecenin ilk değişikliğini yapıtı. Sert rakibe karşı biraz etkisiz kaldığını düşündüğü Bernard Genghini’yi kenara alıp, defansın önünde oynaması için Patrick Battiston’u oyuna soktuğunda dakikalar 50’yi gösteriyordu. Aslında savunma oyuncusu olan Battiston’un amacı, Tigana, Giresse ve Platini’ye sertlik konusunda yardımcı olmaktı. Rolünden fazlasını da yerine getiriyordu az kalsın…

Ve Dram…

Son yarım saate yaklaşılıyordu ki top, Michel Platini ile buluştu. Maç boyunca beklenilen etkiyi gösteremeyen Platoche, kafasını kaldırdı ve meşhur ‘umursamaz’ uzun paslarından birini bıraktı Alman savunmasının göbeğine doğru… İlk görevi savunma olan Battiston, boşluğu görüp hareketlenmeye başladığında, Fransızlar öne geçeceklerini düşündüler. Toni Schumacher, kalesini dengesiz bir deparla terk etmeye başlamıştı. Battiston, belki de o deparı gördü ve biraz çekinerek sol ayağının içiyle topa dokundu. Kaleye doğru giden top az farkla dışarı çıktı ama Battiston, hareketsiz şekilde yerde yatıyordu…

Battiston
Toni Schumacher’in müdahalesi, Patrick Battiston’u komaya soktu.

Alain Giresse, iyi futbollarına saldırganlıkla ve hileyle karşılık aldıklarını düşünüyordu. Michel Platini ise takım arkadaşının sağlığından şüphe etmekteydi. Bilinci kapanmıştı ve ufak bir hareket belirtisi bile yoktu. “Patrick’in durumu kötüydü ve hakemin bir şeyler yapmasını bekliyorduk. Ama yapmadı!”  Platini, takımı adına hakemle konuşurken, Schumacher de önce Fransız seyircilere elindeki topla bir ‘fake’ attı, sonra da topu altı pasa koyarak, aut atışı için hazır duruma geldi. Nitekim karar auttu. Battiston, hayatta kalma savaşı verirken, Almanya lehine düdüğünü çalan Hollandalı hakem Corver, Maviler’i çileden çıkartmıştı bile.

“Bence FIFA, Fransa-İtalya finalinden çok F.Almanya-İtalya finalini istiyordu. Hollanda’yı eleyerek Dünya Kupası’na katılmıştık ve bir Hollandalı hakem maçımızı yönetiyordu. Bay Corver’ın Alman temsilcilerle birlikte kahkahalar attığını gördüğümüz an sinirden patlayacak haldeydik.”  Takımın tecrübeli savunmacısı Maurice Tresor, yıllar sonra bunları anlatmıştı. Fransızlara göre asıl suçlu konumundaki hakem Corver ise 2012’de L’Equipe’e şunları söylemişti: “İlk anda pozisyonun farkına varamadım. Çünkü auta giden topu takip ediyordum. Hemen yardımcıma, olanları görüp görmediğini sordum. Cevabı, ‘Kasti bir şey yok’ oldu. Bu nedenle bir şey yapamadım.”

Fransa için karşılaşma, psikolojik harbe dönmeye başlamıştı. Sıcak hava ve Alman futbolcularla birlikte kafalarını yordukları bir durum daha ortaya çıkmıştı: Hastanelik olan Battiston. Antrenör Hidalgo, “Adaletsizlik mezarındaki kurbanlardık” sözleriyle ruh hallerini özetliyordu. Kulübede yer alan Fransız forvet Alain Couriol’un da o anla ilgili hatırladıkları şunlardı: “Hakemin faul kararı vereceğine inanıyorduk. Sonra Battiston’un durumunu gördük ve sağlığından endişe duymaya başladık. Ayağa kalkabilecek miydi? Olayla birlikte takımın morali bozuldu. Daha fazla maçı düşünemezdik. Odaklanamıyorduk.”

Odaklanma sorunu, 90 dakikanın sonuna kadar sürdü. Karşılaşma 1-1 sonuçlanırken, en az bir 30 dakika daha cehennem sıcağı ve strese katlanmak zorundaydılar…

Finali Gördüm…

Uzatmalarda Fransa, odaklanmaya başlamıştı. Hakem Corver’a kızgınlığını toptan çıkarırcasına bir vole vuran Mauirce Tresor, uzatmanın ilk dakikalarında Fransa’yı 2-1 öne geçirdi. Almanya için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Kenardaki güç Karl-Heinz Rummenigge, Derwall’e bakarak oyuna girmek istediğini belirtti. Hastalığının da etkisiyle alışılmadık şekilde yorulan Briegel kenara alındı, kaptan Rummenigge oyuna girdi.

Girer girmez takımına hareket getirse de Fransa, geliştirdiği ilk atakta Giresse’le üçüncü golü bulmuştu. Giresse, 60. dakikadan beri yaşananlara isyan edercesine sevinmeye başlamıştı. “O sevinçte, Dünya Kupası finaline yükseldiğimize dair inancımı görebilirsiniz!” Kollarını sallayıp var gücüyle bağırarak amaçsızca depar atan Alain Giresse o kutlamayı böyle anlatıyordu. Almanya kulübesinde Derwall’in umutlar sönmüştü ama çaktırmamaya çalışıyordu. Oyuncularına direktifler vermeye devam etti…

Giresse
Alain Giresse’in uzatmadaki golü, Fransa’yı finale taşımaya yetmedi.

Beş dakika sonra Rummenigge, oyuna niye girdiğini hatırlattı. Littbarski’nin ortasına sadece kendisinin vurabileceği bir topuk dokunuşu yaptı ve Ettori’yi avladı. İlk uzatma devresi 3-2 bitti. İkinci devrede Fransa, rakibi uyutmak yerine Hidalgo’nun ilk 45 dakikadan sonra dediklerini uygulamaya devam etmeye gayret gösteriyordu; kendi oyunlarını sürdürmeye çalıştılar. Hidalgo, tehlikenin farkındaydı: “Maç kızışmıştı. Sevilla güneşi, dokunduğu her şeyi yakıyordu. Mücadele bizi terletiyordu ama aynı zamanda Almanların kurnaz oyunu nedeniyle üşümeye başlamıştık”

Korktuğu başına gelecekti. Dakikalar 108’i gösterdiğinde kurnaz golcü Klaus Fischer, maçtan koptukları her hallerinden belli Fransa savunmasının bıraktığı boşluktan yararlandı ve kendine has vuruşlardan birini yaparak skoru eşitledi. Giresse, hata yaptıklarını kabul ediyor: “Öndeyken daha temkinli davranmalıydık ama bu, bizim tarzımız değildi.” 30 dakikasına dört gol sığan maç, 3-3 sonuçlanmıştı. Finalist, penaltılarla belirlenecekti…

Ani Ölüm

Dünya Kupası tarihinde ilk kez seri penaltı atışları yapılacaktı. Birinci penaltı Fransa’nındı. Giresse, penaltı noktasına hareketlenmeye başladı: “Birkaç metre yürüdüm ama sanki kilometreler kat etmiştim. Sırtımı kaleye döndüm. Schumacher’in maç boyunca bize yaptıklarını hatırlamak istemiyordum.“ Fransa, Giresse’le ilk penaltıyı gole çevirdi. Onu Amoros ve Rocheteau takip etti. Almanya’nın üçüncü penaltısı için topun başına Stielike geldi ve bir Almana yakışmayan bicimde kaçırdı. Kaptan Rummenigge ve arkadaşları, umutlarını bir kez daha kesmişti ki Dremmler’in bağırışıyla kendilerine geldiler. Schumacher, Didier Six’in penaltısını kurtarmıştı. Littbarski ve Platini’nin gole çevirdiği vuruşlardan sonra sıra, Rummenigge’deydi.

Rummenigge
Karl-Heinz Rummenigge bekleneni yapmış, oyuna girdikten sonra uzatmada golünü atıp Almanya’yı oyunda tutmuştu.

Büyük karizmasına rağmen heyecanlıydı kaptan. Takımın dinozoru Paul Breitner durumu anlamıştı. Yanından geçerken, Rummenigge’ye kısa ve net konuştu: “Sana inanıyorum!” Rummenigge, topa geldi ve hareket etmeye gerek duymayan Ettori’yi avladı. Skor bir kez daha eşitlenmişti. Beşer penaltı sonunda sıra, ‘Ani Ölüm’ vuruşlarına geldi. Maç boyunca yılmadan mücadele eden Fransa’nın sağ beki Maxime Bossis, bileklerine indirdiği çoraplarıyla ceza sahasına doğru yürürken, artık tükendiği belli oluyordu. Sol köşeye doğru bir vuruş yapmak istedi ama ‘kötü adam’ Schumacher, bir kez daha geçit vermedi. Avantaj Almanya’daydı. Horst Hrubesch topun başına geldi. Aslında Derwall, onu ilk beş penaltıcı içine yazmıştı ama ‘Altın Kafa’ Hrubesch kabul etmemişti. Kabak yine onun başına patlayabilirdi. Korktuğu olmadı. Oyunun ‘teknik’ tarafı Fransa, güç abidesi Hrubesch’in penaltısıyla kupaya veda ediyordu.

Fransa’da büyük bir katastrof yaşanıyordu. Soyunma odasındaki atmosferi en iyi özetleyen antrenör Michel Hidalgo’ydu: “Maçtan önce formalarıyla normalden daha yapılı görünen oyuncularım vardı. Maçtan sonra ise annesini bekleyen anaokulu çocuklarına dönmüşlerdi. Soyunma odasında çocuklar gibi ağlıyorlardı. Zorla üstlerini çıkardım ve onları duşa soktum…”

Derwall & Hidalgo 2
Jupp Derwall ve Michel Hidalgo, maçtan iki yıl sonra o günü gülerek anarken…

Felaketin Etkileri   

-Milli takımdaki en iyi anınız nedir?

-En iyi mi en kötü mü karar veremiyorum ama kesinlikle 8 Temmuz 1982’de Sevilla’da oynadığım Federal Almanya maçı.

Fransa’nın son penaltısını kaçıran Bossis, So Foot’a verdiği röportajda bunları söyledi. Her ne kadar kaybetseler ve acı çekseler de o gün mavi formayı giyen birçok futbolcu için bu sorunun cevabı aynı. Michel Platini, her zamanki gibi daha afili cümlelerle yâd ediyor 8 Temmuz 1982’yi: “O maç, kariyerimdeki en güzel maçtı. O iki saatte olanlar, hayattaki bütün duyguları kapsıyordu. Hiçbir film ya da tiyatro oyunu o kadar fazla çelişki ve duyguyu barındıramaz. Eksiksiz, çok güçlü ve fevkaladeydi”

Almanya, o kupada finale yükselse de İtalya karşısında dağıldı. Tardelli’nin golünden sonraki sevinci, Giresse’in ‘delirişiyle’ benzerlikler taşıyordu ve milyonlarca futbolseverin içini rahatlatmıştı. Avusturya ve Fransa maçından sonra ‘lanet takım’ konumuna düşen Almanya, buna rağmen takip eden iki Dünya Kupası’nda iki final oynadı, bir şampiyonluk kazandı…

Schumacher ile Battiston’un yaşadıkları diplomatik krize dönüştü. Almanya Başkanı Helmut Schmidt, Fransa Başkanı François Mitterrand’a çektiği telgrafta şunları söylemişti: “Bunlar tanrının bir işi. Her karşılaşmada bir tarafın kazanması gerekir. Tanrı bu kez de bizi tuttu. Biz Fransızlarla beraberiz. Sizin de bizim kadar galibiyet hakkınızdı.” Bu gönül alan mesaja rağmen Fransa halkının öfkesi dinmedi. Schumacher, Hitler’den daha fazla nefret edilen isim haline gelmişti. Battiston, üç dişini kaybetti, bir kaburgası kırıldı ve bir süre komada kalsa da iyileşip sahalara döndü.

Schumacher, kasti bir niyeti olmadığını belirtse de benzeri bir pozisyon yaşandığı takdirde yine aynı şeyi yapacağını söyleyerek, ‘cinsliğe’ devam etti. Futbolcuların araya girmesi ile ikili, Battiston’un düğününden bir gün önce Metz’de buluştu. Schumacher, hediyelerle gittiği ziyarette özrünü diledi. Zaten Battiston da bugünlerde Alman kaleciyi çok da yargılamıyor: ”Bildiğim tek şey var; Schumacher her şeyi kazanmak isteyen biriydi ve o gece de bu yolu takip etti.”

Fransa, iskeletini koruduğu kadrosuyla 1984’te Avrupa şampiyonu olsa da 1986’daki Dünya Kupası’nda bir kez daha Federal Almanya’ya yine yarı finalde yenildi. Fakat bu maç, 1982 yazındaki kadar can acıtmadı. Sevilla’daki maçın etkileri uzun yıllar sürdü. “Giresse’in küçük kollarını her yere sallayıp koşması, o kupada en çok aklımda kalan andı.” diyen 1998 Dünya şampiyonu takımın yıldızı Zinedine Zidane, o yaz taktiklere aklı ermeyecek 10 yaşında bir çocuktu henüz. Fakat o maça bir antrenör gözüyle bakarak yıllar sonra Fransa Milli Takımı’na bu düşünce yapısını aşılayacak bir isim vardı: Aime Jacquet.

Ona göre suçlu ne Corver ne de Toni Schumacher’di. “O maç sırasında çıldırmıştım, gerçekten çok sinirlenmiştim çünkü Bordeaux takımının antrenörüydüm ve takımda birçok oyuncum vardı. Onlara şunu söyledim: “Eğer iki farklı öndeysen, o maç başka türlü bir oyuna dönüşür. Oyunu kontrol etmeniz gerektiğini bilmeniz, zamandan çalmanız lazım. Böylece rakibin sistemini psikolojik açıdan alt üst edebilirsiniz. Dünyanın en iyi takımlarından birine karşı 3-1 öndesiniz ve oyunu kontrol edemiyorsunuz. Bu büyük bir hata, kabul edilemez!”

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce