Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolYin Yang ve Barcelona

Arda Turan, sahip olduğu özellikler nedeniyle Galatasaray'da tartışılan bir isim haline getirdi, İspanya'da ise aynı özellikler ona Barcelona yolunu açtı.

Arda Turan, Türkiye futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük transferine imza attı. Dört sene öncesindeyse Galatasaray’dan giderken birçok tartışmayı da beraberinde götürmüştü. ‘İyi futbolcu mu’, ‘iyi karakter mi’, ‘Avrupa’da başarılı olabilecek mi’, hatta doğrudan ‘Ne zaman dönecek’ soruları sorulmuştu. Çok sevdiği ve bir dönem çok sevildiği camiasında bile ‘İstenmeyen adam’ olmuştu. Karanlık bir dönemdi. Galatasaray onun eviydi. O, çok kavgaların sürdüğü evden çıkmayı tercih etti. Evin içinde sokağa, ”Git de ne halin varsa gör” sesleri yükseldi.

Peki, bu kadar tartışılan bir adam, nasıl olur da 25 yaşından sonra ülke sınırlarından çıkıp, dört sene içinde -herkes geri dönmesini beklerken- Barcelona’ya transfer olabilir. Ne değişti?

Arda aslında aynı Arda… Özellikleri aynı, karakteri aynı; sadece davranışları daha farklı. Türkiye ortamında onun verdiği tepkiler, kararlar, demeçler hata yapmasına neden oluyordu. İspanya’da ise bütün özelliklerini saha içinde ve saha dışında daha iyi olmak için kullandı. Aynı özellikler zıtlıklar yarattı. Ve bambaşka bir Arda’yı…

19 yaşında kafa – Maçı değiştir

Arda, 2006-07 sezonunda Galatasaray’a Manisa’dan geri döndüğünde büyük beklentiler yoktu. Fakat muhteşem oynadığı M. Boleslav maçı tarihin akışını değiştirdi. Deplasmandaki Bordeux maçı ise hızlı bir giriş yaptığı Galatasaray kariyerindeki sadece 22. maçtı… O gün, skor 3-0 Bordeux lehine olduktan kısa bir süre sonra Arda, Jurietti’ye kafa atıp kırmızı kart gördü. Üstelik ona sert giren, onun sinirlenmesine yol açan Jurietti değildi. Öfkesi ve fecri davranışı nedeniyle yanlış rakibine cezayı kesmişti! Galatasaray o maçı 3-1 kaybederek Avrupa’ya veda etti. Maç sonunda ise fatura Arda’ya kesildi. Hatta o maçtan önce kazandığı ”Ayın Altın Adamı” ödülü, attığı kafa nedeniyle ondan alınıp Gökdeniz Karadeniz’e verildi. Arda, o dönem çok eleştirildi. Ona en çok sahip çıkan ise ondan bir önceki jenerasyon oldu. Hakan Şükür, Hasan Şaş, Emre Belözoğlu, hatta Rıdvan Dilmen gibi isimler onu kanatları altına aldı. Belki bu sayede bu hareketlerin benzerlerini pek gerçekleştirmedi. Gerçi Atletico Madrid’de de hakeme ayakkabı fırlattığı bir Barcelona maçı vardı. Fakat; rakibe kafa atmasına neden olabilecek sinirini kontrol etmesini öğrendi. O enerjiyi saha içinde, yenilgiye isyana dönüştürdü. Çok koşan Atletico Madrid takımının en diri adamlarından biri oldu. Diego Simeone’nin de etkisi büyüktü. Arda, Atletico’da attığı gollerin yüzde 65’ini ikinci yarılarda, büyük bir kısmını da maçların kilit anlarında kaydetti. Türkiye’de kalsaydı belki de bu istatistik “kart gördüğü dakikalar” olacaktı!

Servet ile kavga – Kendine güven

2007-08 sezonuna Arda iyi başlayamadı. Sezonun ilk yarısını ligde gol atamadan noktaladı. İlk yarının sondan bir önceki haftasında, Ali Sami Yen Stadı’nda oynanan Sivasspor maçı ise eşi benzeri görülmemiş bir olaya sahne oldu. 0-0 devam eden maçın 70. dakikasında yaşanan olaya kadar Arda 10 top kaybı yapmıştı. Yani gayet kötü bir günündeydi. Üstüne bir de kullandığı korneri kısa kesince, Sivasspor hızlı atağa kalkmış, korner için savunmadan ileriye çıkan stoper Servet Çetin de Arda’ya kızmıştı. Arda’nın, Servet’e karşılık vermesiyle olay büyüdü. Maç devam ediyordu ve  kısa bir süre sonra, olayın da etkisiyle Arda, rakip oyuncu Musa Aydın’a çok sert bir faul yaptı. Sinirleri bozulmuştu! Teknik direktör Feldkamp, 4 dakika sonra Arda’yı oyundan aldı. Arda oyundan çıkarken de Kalli’ye ‘Yanlış kişiyi oyundan aldın‘ tarzı bir hareket yaptı. Arda’nın oyundan çıkmasının ardındansa Galatasaray iki gol bularak maçı kazandı.

Olay anında taraftarların çoğunluğunun tepkisi beklenenden farklıydı. Arda; Galatasaray altyapısında yetişen, yetenekli, umut veren ve o sezon henüz gol atamasa da her zaman gözde olan bir hücum oyuncusuydu. Tam taraftarın seveceği türden. Servet ise; o sezonun başında takım geldiğinde hoş karşılanmayan, pek sevilmeyen, topla da arası iyi olmayan ve üstelik ezeli rakip Fenerbahçe geçmişi olan bir stoperdi. Tam taraftarın mesafeli duracağı türden. O gün o kavgada taraftar, taraf tuttu. Destekler Servet içindi.

Arda, hem takım arkadaşıyla takıştı, hem oyundan alan hocasına tepki gösterdi, hem taraftarlar tarafından eleştirildi.

Kötü bir gündü. Servet, maç sonunda “Hata herkes yapar, ben Arda’yı hata yaptığı için eleştirmedim. Yarın saha içinde Arda da bana bağırır. Saha içinde genç-yaşlı diye bir şey yok” diyerek olayın krize dönüşmesini önledi. Fakat Arda için sıkıntılı bir süreçti. Yaşanan anlık krizi iyi yönetememiş, öfkesine yenik düşmüş, birkaç dakika içinde arka arkaya yanlış kararlar vermişti.

Yine de bu olayda bile Arda’nın farklı bir özelliğini görmek mümkün. Arda, özellikle Galatasaray gibi takım içi hiyerarşinin belirgin olduğu bir takımda kendisinden 6 yaş büyük bir futbolcuya karşı durabiliyordu. Arda’nın yerine o maçta dahil olan Mehmet Güven’in kariyerinin hemen her anında abilerine doğru attığı ‘‘Ben hata mı yaptım acaba” bakışını düşündükçe, Arda’nın ait olduğu 87 jenerasyonu içindeki farkını görebiliyorduk. O; yaptığı şeylerin arkasında durabiliyordu. Kendine güveniyordu. Yeteneklerine inanıyordu.

İspanya’ya gidince saha içinde devamlı yapıcı olmaya çalışan bir Arda vardı. Kendine güvenini ortaya da koydu. Hem saha içinde, hem saha dışında… Mesela, geçen sene GQ’ya verdiği röportajda “Tekniği fena değil falan yazıyor ya, çok gülüyorum. Benim her özelliğimi eleştir ama tekniği fena değil ne demek! Ben yatakta top sektiren adamım. Ama sınırlarımı da bilirim. Hayatımda hiçbir zaman bir Ronaldo, bir Messi olamam. Ama iyi bir takımın çok iyi bir parçası olurum” demişti.

Evet, Arda sınırlarını da biliyordu kendisini de. Yatakta top sektiren adam, 20 yaşında kullandığı korner nedeniyle eleştirilince ciddi bir kavganın eşiğine girmişti. Şimdi ise birisi ona ”Tekniği kötü” dediği zaman gülüyordu. Kendine duyduğu güveni tamamen maça etki etmek için kullandı. Rakiplerden korkmadı. La Liga’ya gitmekten çekinmedi.

Madrid’deki ilk gününde, imza töreninde, yargılayıcı gözlerle salonda yer alan İspanyol gazetcilerin önünde ”Real ve Barcelona’daki oyuncular da insan. Onları yenebiliriz, imkansız değil” dedi. Bu sözler İspanya’da geniş yankı buldu. Hatta alaya bile alındı. Fakat Arda’nın dediği 2014’te gerçekleşti. Galatasaray’da krize neden olan kendine güveni, belki de Atletico’nun başkaldırısın ilk işaretine dönüştü.

Olayın bir diğer kahramanı Servet ise, bugünleri tahmin etti mi bilinmez ama olaydan 3 hafta sonra şu açıklamayı yapmıştı:

“Ben Arda’ya iyilik yaptığımı düşünüyorum. İleride Arda’nın bu olaydan ötürü bana çok dua edeceğini dahi düşünüyorum”

Kaptanlık isteği – Özgür ol

Arda’nın Galatasaray’daki her sezonunda tarihe geçecek bir vukatı vardı. Bunlardan belki de en unutulmaz olanı kaptanlık isteğiydi; daha doğrusu ikinci kaptanlığa sırt çevirmesiydi.

2008-09, bir önceki sezonun aksine Arda için muhteşem başladı. Alman teknik adam Michael Skibbe ile hücum futbolu oynamayı tercih eden Galatasaray’ın sahadaki bir numaralı yıldızı ise Lincoln’dü. Bir önceki sezon bekleneni veremeyen Brezilyalı, Hakan Şükür’ün futbolu bırakmasının ardından sazı eline aldı, Aralık ayında da koluna kaptanlık pazubandını. Dışarıya yansıyan ilk isyan da Arda’dan geldi.

Lincoln, takım içinde sevilen bir isim olmadı. Arda, bunun işaretini 2011 yılında, Atletico’ya transfer olduktan 1 ay sonra Tam Saha’ya verdiği röportajda da dile getirmişti:

Biz Sivas’a deplasmana giderken, 50-100 bin dolar alacağımız ödenmezken, bazı yabancılar satın alacak helikopter bakıyorlardı. Bunları taraftar bilmez ama. Bugünlere sesimizi çıkartmayarak geldik.

Lincoln ve yerli futbolcular arasındaki savaş 2008’in Aralık ayında en üst noktaya ulaştı. Başı Arda Turan çekti. Hertha Berlin maçına kaptan olarak çıkan Lincoln, üç hafta sonra oynanan Beşiktaş maçında maçın yıldızı ve takımın kaptanıydı. Arda, maç sonunda basın mensuplarının kışkırtıcı sorularıyla karşılaştı. Önce Lincoln’ün genel performansı soruldu:

“Lincoln inanılmaz yetenekli ve son zamanlarda yeteneklerinin hepsini sergiliyor. Umarım her zaman böyle oynarlar. Ama kenarda oturan Ümit Karan’ı, Sabri’yi de unutmamak lazım. Çünkü biz bir takımız ve o arkadaşlarla da 10 kişi deplasmana gittiğimizi biliyoruz. O yüzden herkes arkadaşlarının kıymetini bilmeli”

Bu açıklama bile tek başına olay yaratabilirdi ama bir sonraki soruya verilen cevap daha büyük bomba yarattı. Lincoln’in kaptanlığı soruldu, Arda, “Bu saatten sonra ikinci kaptanlığı asla takmam” dedi.

Tabi ki olay oldu. Olay olmaması düşünülemezdi. Arda’yı eleştirenler çoğunluktaydı. Galatasaray’ın ikinci kaptanlığını geri çevirmesi, bunu doğrudan söyleyebilmesi, takım içinde kriz yaratması, takım arkadaşına açıkça tavır alması… Galatasaray’ın hücum futbolu o gün sona erdi!

Sezonun ikinci yarısında takım dağıldı. Skibbe, 5-2’lik Kocaelispor maçından sonra gönderildi. Hamburg maçında Bülent Korkmaz tarafından oyundan alınan Lincoln, ıslıklandı. Galatasaray için kaotik bir dönemdi ve başlangıcı da Arda’nın açıklamalarıydı.

Arda, her anlamda (saha içi- saha dışı) özgür olmayı ve aklından geçenleri elekten geçirmeden söylemeyi tercih etmişti. Bu yanlış sonuçlar doğurdu, takım için daha zararlı oldu. Arda, bu özelliğini daha iyi kullanmaya başladı İspanya’da. Kimseyi kırmadan, takım içinde ayrım yaratmadan. Zaten saha içinde de özgür olmayı ne kadar çok sevdiği belli oluyordu. Topla oynaması da aynıydı. Topunu oynarken aldığı keyif onun özgürlüğüne bağlı. Dışarıda yansıttığı imajı da onun futboluna bağlıydı. Arda, La Liga’da, devler arenasında olmasına rağmen özgür olmaya devam etti. Özgürlüğünü, yaratıcılığa dönüştürdü. Çalım atmaktan, şut çekmekten, top oynamaktan vazgeçmedi. Özgürlüğünü kısıtlamadığı için, dünyanın en yaratıcı takımı Barcelona’ya transfer oldu.

Tribüne karşı savaş – Takımı düşün

2009-10 sezonu da Galatasaray için pek iyi geçmedi. Frank Rijkaard’ın ‘Total Futbol’u da takıma çare olmadı. Mart ayında zirveden uzaklaşmaya başlayan Galatasaray, önce Fenerbahçe’ye yenildi ardından Sivasspor deplasmanında havlu attı. Ertesi hafta Diyarbakırspor maçında protestolar vardı. Takım ıslıklandı, oyuncular maç öncesi klasikleşen tribüne çağrılma ritüeline dahil edilmedi; ve bir de tezahüratlar…. ”Kimisi sinema peşinde” lafı doğrudan Arda’ya yönelikti. Fakat tribünlerin tamamı, bu tezahürata eşlik etmiyordu. Zayıf rakip Diyarbakırspor karşısında Galatasaray golü erken buldu. Golü atan Milan Baros, golden sonra tribüne yöneldi. Arkasından gelen Arda, onu geri çevirdi. Az önce takımın moralini bozan tribüne, cezayı kesmişti. Futbolcular, Arda’nın bu hamlesiyle bir yumak halinde kendi aralarında sevindi. Fakat, golden önceki tezahüratlara katılmayan taraftarlar bile Arda’nın bu hareketine içerlemişti. Gol, normal şartlar altında düşündüğümüzde futbolda bir barış aracıdır. Bu sefer öyle olmadı. Golden önce tezahüratalara katılmayan taraftarlar, bu sefer en sert şekilde tezahüratı söylemeye başladı. Köprüler o gün atıldı. Arda Turan ve Galatasaraylı taraftarlar arasındaki bağ o gün koptu.

Arda bir kez daha doğru bir özelliğini, yanlış bir kararla süslemişti! Takım olmanın, dışarıya karşı bir olmanın öneminin farkındaydı. Fakat bunu yaparken de düşman yaratıyordu. İspanya’da bunlara gerek kalmadı. Bu tarz hareketleri olmadı. Türkiye’de anlaşamadığı Brezilyalı futbolcularla orada anlaştı. Filipe Luis ile tatile geldi, Falcao ile trende şarkı söyleyip dans etti, soyunma odasına tavla getirdi, golden sonra  hocası Simeone’nin üzerine atladı. Takımla beraber olurken, takım ruhunu güçlendiren en önemli isimlerden biri olurken, dışarıya karşı da çephe yaratmadı. Her şey soyunma odasında ve deplasman yolculuklarında şekillendi. Takım, sadece sahaya odaklandı ve Atletico mucize bir şampiyonluğa imza attı. Arda’nın enerjisi, en az attığı goller kadar önemli bir katkıydı.

Son

Arda Turan, 2011’de tükenmişti. Bu günden bakınca inandırıcı gelmiyor ama büyük bir çıkmaza girmişti. Hangi tarafın daha hatalı olduğunu tartışmak yersizdi. O da bu tartışmaya girmedi ve böyle bir çıkmazı açmak için en iyi yolu tercih etti. Bütün sorunların kaynağından uzaklaşmak, yeni bir sayfa açmak, kendini tanımak, kendi özelliklerini sevabıyla günahıyla en iyi şekilde kullanmak. Potansiyelini keşfetmek tam olarak böyle bir şey. Ona engel olan; belki de içinde bulunduğu kültürün etkisiyle onu asık suratlı bir adama dönüştüren özelliklerini, sahip olduğu negatif enerjiyi, olumlu yönlere çevirdi. Özellikler aynıydı ama onları doğru kullandı. Arda, kendi dengesini keşfederek, değerini de buldu. O değer, 41 milyon Euro’dan daha fazlası!

 

 

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce