Bu ara sürekli üçlü savunmadan gidiyoruz ama yapacak fazla bir şey yok. Zira önümüze her gün yeni bir örnek geliyor. Türkiye için de, bu kadar tartışma içinde, bu kadar genç bir takımla, böyle kuvvetli bir rakibe karşı seyircisiz de olsa deplasmanda oynanabilecek en iyi 90 dakikalardan biri oynandı. Kadro seçimiyle ilgili çok şey konuşulan milli takımda artık saha içine bakma zamanı ve Hırvatistan deplasmanından alınan puanla başlayan 2018 Dünya Kupası yolculuğu için ilk etapta görünenler pek kötü olmayabilir.
Euro 2016’da oynanan Hırvatistan maçında yaşananlardan sonra Fatih Terim’in bu maça üçlü savunmayla çıkması çok sürpriz değildi. Rusya maçının ikinci yarısı dışında, Euro 2016 elemelerindeki ilk İzlanda karşılaşmasında da üçlü savunmayı deneyen ama rakip tarafından tarumar edildikten sonra o taraklardan bezini çeken Terim için bu dönüşüm önemli. Zira Galatasaray’daki ilk döneminde Türkiye Ligi’ne hâkim olan 3-5-2’yi 4-4-2’ye çevirme hayali kuran ve çeşitli sancılarla bunu yapmayı başaran Fatih Terim’in o dönemdeki düşüncesi farklıydı. 4-4-2’nin 3-5-2’ye karşı beklerle bir kişi fazla hücum ettiğini o dönemde konuyla ilgili yaptığı her açıklamada ya da röportajda dillendiren Terim için bunu kırmak kolay olmamıştı.
Öyle ki dönemin en iyi liberolarından Gheorghe Popescu’nun gelişiyle beraber onu dörtlü defansta kullanma çabalarında kötü futbol ve sonuçlarla büyük eleştiri gören Fatih Terim’e en çok vuran Hıncal Uluç olurdu. O dönem yazdığı her yazıya, “Elinde gelmiş geçmiş en büyük liberolardan biri var ama sen onu dörtlü savunmaya yerleştiriyorsun ey Terim” diyerek giren Hıncal Uluç’un Terim karşıtlığı yavaş yavaş gelen sonuçlar ve iyi futbolla beraber yerini karşılıksız bir sevgiye teslim ederken, Galatasaray’a geldiğinde libero dışında birçok maçta orta sahada da görev yapan Popescu da 4-4-2’de muhteşem bir tandem oyuncusuna evrilmişti. Zira Rumen futbolcu Tottenham günlerinde dörtlü savunmada oynamanın ne demek olduğunu Premier League’de deneyimlemişti.
Fatih Terim, Türkiye’de 3-5-2’yi bitiren hocaydı ve aslında diziliş üzerinde konuşurken hocaya belki de bir parantez açmak gerekiyordu. Mircea Lucescu da Beşiktaş’ta 4-4-2 çılgınlığı devam ederken 2003’te üçlü savunmayla şampiyonluk çıkararak bu yapıyı yaşatanlardan olmuştu. Peki Terim’e bu tercihi yaptıran şey ne olabilirdi? Bunda Hırvatistan takım yapısı ve mantalitesiyle eldeki oyuncu grubu da fazlasıyla etkili gibi görünüyor.
12 Haziran’daki Hırvatistan maçında rakip tarafından tamamen pasifize edildik. Hırvatlar dünyanın en iyi hücum presçilerinden olan Mario Mandzukic’i kenarlarda yine tempolu Perisic ve Brozovic’le desteklemiş, bu üçlüye de arkadan Rakitic destek vermişti. Perisic ve Mandzukic’in maç boyu devam eden presine Rakitic, derindeki oyun kurucu Selçuk’la adeta adam adama oynayarak eklenmiş ve bu baskıyla topu bizden çok rahat bir şekilde almayı başarmışlardı. Bunun ötesinde takım dizaynımız itibarıyla o topu geriye almamız pek mümkün olmamıştı. Zira top kazanan Mehmet Topal savunma tandemindeyken orta saha üçlüsünü oluşturan Selçuk, Oğuzhan ve Ozan Tufan savunma anlamında çok yetersiz kalınca ortaya oldukça tek taraflı bir maç çıkmıştı.
Bu maçta üçlü savunmanın katkısıyla hücum preslerinin çok etkili olduğunu söylemek mümkün değil. Rakitic, muhtemelen Selçuk ve Oğuzhan’ın yokluğuyla 12 Haziran’daki rolünün dışındaydı ama Mandzukic’le başlayan Hırvatistan presinden üç ay önceki kadar etkilenmedik. Bunun yanında maç boyunca Mehmet Topal’ın üst düzey performansı da 3-4-3’le alakalı gibi görünüyor. Dörtlü savunmanın tandeminde felaket performansları hâlâ akıllarda olan Topal, üçlü savunmanın arkasındaki kontrolcü olunca hem deneyim problemi olan iki stoperin arkasını sağlama aldı hem de daha derinde daha iyi oynadı.
Keza savunma önündeki Okay ve Ozan’ın önünde merkeze yakın oynayan Emre Mor ve Hakan Çalhanoğlu’yla beraber merkez orta sahayı kalabalık tutma imkanı da ortaya çıktı ve topla oynama dengesinin kurulmasında bu da önemli rol oynadı. Tüm bunların sonucu elbette ofansif etkisizlik olarak belirecekti ki öyle de oldu. Ama ilk yarıda deneyimsizlik yüzünden rakibe direkten dönen pozisyonları verirken de, İsmail Köybaşı berbat bir penaltıya sebep olurken de takımın dizilişinin bunda etkisi yok gibiydi. Yine klasik şekilde her kenar ortasını savunmakta sıkıntı yaşadık. Bunda stoper tecrübesizliğinin yanında Mandzukic gibi havanın en etkililerinden birine karşı oynamak da önemliydi. Çok pozisyon verildi ama topu Hırvatistan’a çok fazla vermedik ve maçın hemen hemen tamamı denge skorda oynanmasına rağmen oyunda da dengeyi kurmayı başardık.
Elimizdeki stoper rotasyonu olabildiğince problemli ve dörtlü savunma tandemini böyle bir havuzla oynamak ortaya çok daha fahiş hatalar ortaya çıkarabiliyor. Elimizdeki kadro yapısı itibarıyla bu maç gösteriyor ki 3-4-3 ya da 3-5-2 takım için daha ideal bir yapı olabilir. Belki de öyle değildir ama Fatih Terim muhtemelen bu maçla birlikte torbasına bir plan daha atmış oldu ve özellikle Caner Erkin’le Gökhan Gönül’ün kadroya dönüşüyle birlikte bu yapı daha çok şey vadeden bir hâle de gelebilir. Maç içindeki kenar-stoper kaymaları hiç fena değildi ve bu kadar tecrübesiz bir oyuncu grubunun yapıya gösterdiği bu aidiyet de ilerleyen aylar için önemli olabilir.
Sonuç olarak ortaya çıkan 90 dakika elbette harika değildi. Ancak hoca ortaya eldeki imkanlar ölçüsünde (Bunun kadroya alınmayan yıldızlarla alakası yok) sahaya oldukça dengeli ve ne yaptığını bilen bir takım çıkarmayı başardı. Daha çok yıldızlı hâlimizle üç ay önce, kendi taraftarımızın ağırlığı varken ortaya çıkan maçı da hatırlıyoruz. Yani bu çocukların üzerindeki gereksiz baskı artık kaldırılmalı ve bu maçta aldıkları puan nedeniyle biraz daha fazla takdir görmeliler.