Kano Letonya’daki en popüler sporlardan biri değil. Peki siz bu spora nasıl başladınız?
2001 yılının Eylül ayında bir arkadaşımın davetiyle bu spora başladım aslında. İlk başlarda okul çıkışında yaptığım bir hobiydi ama sonrasında madalyalar gelmeye başladı ve benim de çalışma tempom arttı. Bu şekilde spor kariyerim başlamış oldu.
Letonya’da çok fazla başarınız ve rekorunuz vardı. Ayrıca uluslararası alanda da başarılıydınız. Fakat sonrasında Türkiye adına yarışmaya başladınız. Bu süreç nasıl gelişti ve neden böyle bir karar aldınız?
Aslında zaten yıllardır kariyerimi ve hayatımdaki değişimleri düşünüyor ve sorguluyordum. Letonya’da antrenörümle çalışmak oldukça zordu. Antrenörümün sponsor bulmak, tesis ve kamp yeri ayarlamak gibi pek çok sorumluluğu vardı. Durum böyle olunca ilgi anlamında sadece olimpiyataa gitme ihtimali olan isimlere odaklanılabiliyordu. Zamanla bu durum benim bir anlamda saygımı yitirmeme ve dikkatimi kaybetmeme neden oldu. 2014 yılının Ağustos ayında kariyerimi sonlandırma ihtimalini düşünmeye başladım ve Türkiye’deki arkadaşlarım bunu öğrendi. Onlar da bana Türkiye adına yarışmayı denememi tavsiye ettiler. Türkiye Kano Federasyonu ve Letonya Kano Federasyonu’na eş zamanlı olarak mail attım. Uluslararası Kano Federasyonu ve iki ülke federasyonundan da izin aldıktan sonra Türkiye milli takımıyla kamp için Türkiye’ye geldim. 2015’in Ocak ayından itibaren de Türkiye adına yarışmaya başladım.
Peki iki federasyonu sporculara yaklaşım, sağlanan imkanlar bakımından karşılaştırabilir misiniz? Türkiye eksenli baktığımızda daha kolay ve daha zor olan noktalar nelerdir bu anlamda?
Bence her ülke federasyonunun kendi artıları ve eksileri var. Negatif yönler aramak istemiyorum çünkü iki ülke arasında çok büyük kültürel farklılıklar var ve bunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Ancak bence en iyi oluşum, bu iki federasyonun bir anlamda birleşiminden oluşabilir. Hem Letonya hem de Türkiye tarafında da bazı problemler var. Mesela Letonya’daki federasyonunda iki-üç kişi çalışırken Türkiye’de federasyonda çalışan sayısı çok fazla ve çoğunu henüz görmedim bile.
Sportif anlamda değerlendirdiğimde ise kadınlarda rekabet eşit seviyede ama çok fazla rekabet yok. İki-üç güçlü sporcu var. Diğer sporcular da seviye olarak bu sporculara yetişmeye çalışıyor. Türkiye bu sporda dünyanın en önemli ülkelerinden biri olabilir. Fakat bunun için ciddi anlamda çalışmaların yapılması, üç-dört yıllık bir plan oluşturulması, daha iyi antrenörlerin gelmesi, sporun popülaritesinin ve genç sporcuların ilgisinin artırılması gerekiyor.
Genç sporcular hakkında neler söylersiniz? Hem Letonya’da hem Türkiye’de gençleri gözlemleme şansınız olmuştur, onların seviyelerini nasıl karşılaştırırsınız?
Kış boyunca gençlerle çalışma fırsatım oldu. Seviye anlamında karşılaştırma yapmak oldukça zor aslında çünkü koşullar farklı. Örneğin Letonya’da iklim sebebiyle 4-5 ay boyunca kimse suda antrenman yapamıyor. Ama sonuçlara baktığımda genç erkeklerde seviye neredeyse eşit diyebilirim. Genç kızlara baktığımızdaysa Türkiye’nin daha önde olduğunu söyleyebilirim. İki ülkeyi karşılaştırdığımdaysa Letonya’da 1926 yılından bu yana gelen bir gelenek söz konusu ve antrenörler daha deneyimli ancak Türkiye’de önemli bir gelişim var. Türkiye’nin elinde çok fazla fırsat var. Türkiye’nin daha önde olduğunu düşünüyorum.
Rio öncesinde Avrupa şampiyonu oldunuz. Olimipyata hazırlanırken size ekstra bir mental güç verdi mi bu?
İlk başlarda büyük bir güç verdi fakat zamanla üzerimde baskı oluşturdu. Bu süreçte çok fazla destek ve tebrik mesajı aldım ve bu durum beni mutlu etti. Bu destek motive olmamı sağladı ve insanların benden bir beklentisi olduğunu anladım ama zamanla Rio öncesinde bana stres olarak geri döndü bu beklenti.
Türkiye’yi kanoda olimpiyatlarda temsil eden ilk sporcu oldunuz. Bu sizi nasıl etkiledi?
Bunu en başından beri biliyordum. Katılma hakkı elde edersem hem Türkiye’yi hem de Letonya’yı olimpiyatlarda bu branşta temsil eden ilk sporcu olacaktım. Bunu başardım, gururluyum, mutluyum. Ve bence bu durum da bana mücadele gücü verdi.
Rio’daki koşullarla ilgili olarak pek çok sporcu olumsuz görüş belirtti. Siz herhangi bir olumsuzlukla karşılaştınız mı?
Sanırım ben bu konuda oldukça şanslıydım; kötü bir şeyle karşılaşmadım. Yaşam alanı anlamında daha iyisini bekliyordum ancak yine de bundan çok daha kötü koşullarda da yaşadım. Olimpiyat köyünde yemek ilk hafta sonrasında biraz bıkkınlık verdi, bu yüzden dışarıdaki kafeleri tercih etmeye çalıştım. Olimpiyat köyünde yaşadığım tek sıkıntı banyoda duvarlardan su akmasıydı ama o sorun da çözüldü.
Yarı finalde daha iyi bir start alsaydınız finalde yarışabilirdiniz, siz de böyle düşünüyor musunuz?
Bence ilk turu daha iyi geçebilseydim yarı finalde işler daha iyi giderdi. Çok gergindim. Start sistemini Moskova’daki Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana kullanmamıştım. Bu da bana ekstra bir stres yükledi. 200 metre disiplininde start benim en zayıf noktam.
Rio öncesinde hedefiniz neydi ve bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?
Hedefim A finalinde yarışmaktı ama hedefime ulaşamadım. Letonya’da biraz dinlendikten sonra yeni hedeflerimi belirleyeceğim.
Türkiye’deki yaşamınızı da sormak istiyorum. Neye alışmakta zorlandınız ve Türkiye’de en çok hoşunuza giden şey ne oldu?
Türkiye’deki hayatım otellerde ve kamplarda geçti. Otelde 6 ay zaman geçirdiğim bile oldu. Bu yüzden ev kavramını biraz özledim. Hayat anlamında Letonya ve Türkiye çok farklı. Zaten Letonya’nın nüfusu iki milyon ve Türkiye bu bir şehir nüfusuna eşit. Bu açıdan bu kadar kalabalık bir yaşama alışmakta zorlandım. Olumlu olarak Türk yemeklerini sayabilirim, çok lezzetliler. Letonya’da da bu yemeklere erişim mümkün ama arada büyük bir tat farkı var. En sevdiklerim iskender, tavuk şiş ve baklava.
Peki insanların ve medyanın sporunuza yaklaşımı nasıl?
Hem insanların hem de medyanın yaklaşımı şaşırtıcı derecede olumlu. Karşılaştığım, benimle iletişime geçen herkes çok destek oldu ve pozitif yaklaştı. Bu yüzden herkese minnettarım.
Son olarak size sporda devşirme sporcu olgusunu sormak istiyorum. Bu konuda görüşleriniz neler? Bu olgu Türkiye’de özellikle Rio boyunca çok fazla eleştirildi…
Sadece Türkiye takımında değil, diğer pek çok ekipte de devşirme sporcular vardı. Bununla birlikte, başka ülke adına yarışan tek Letonyalı sporcu da ben değildim. Bence bu, sporda oldukça doğal bir şey. Herkes daha iyi imkânlara sahip olan yeri arıyor sonuçta. Yarışları da ‘gerçek’ diye tabir edilen bir Türk, Letonyalı ya da başka bir ulus sporcusu kazanmıyor. Yarışlarda daha güçlü olan, gününde olan kazanıyor. Bu da vatandaşlıktan, dinden ya da siyasi ideolojiden çok bağımsız bir şey. Bence ülkeler bu anlamda kendi sporcularını ellerinde tutmak için çabalamalı. Onlara imkânları sağlamalı ve onları bu yolla motive etmeli. Eğer bir sporcu, gençlerin gelişimine katkıda bulunacaksa neden bunun önün geçilsin ki? Eğer devşirme olgusu bir federasyonda sistematik bir durum haline geldiyse ve yerel sporculara şans verilmiyorsa o zaman tabii ki bu durum tartışılmalı.