Macaristan’ı izliyorsunuz değil mi? Sadece bu turnuvada değil, bir süredir izliyorsanız playoff’lardan beri başardıklarını da görüyorsunuzdur. Önce Danimarka’yı elediler ve tam 44 sene sonra Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılmaya hak kazandılar. Sonrasında herkes tarafından takdir gören mücadeleleri sonucunda grup birincisi olarak son 16’ya kalmayı başardılar. Özellikle grubun son maçında Portekiz’i yenmek için sahaya koydukları kararlılık kendi futbol kimliklerini ve potansiyellerini herkese göstermiş oldu.
Hâl böyle olunca ortaya tarihin tozlu sayfaları çıkıyor ve yine “o Macaristan”la kıyaslanıyorlar. Ferenc Puskas, Jozsef Bozsik, Nandor Hidegkuti gibi futbola önemli katkıları bulunan isimleri kadrosunda barındıran Macaristan, 2. Dünya Savaşı’nın ardından aynı Avrupa ekonomisi gibi büyük bir çıkış yaparak kendi altın dönemini yaratmayı başarmıştı. Hayır, bu yazı size yine o altın takımı anlatmayacak. Dönem aynı dönem. Ama öykü bambaşka. Macaristan futbol tarihinde eşi benzeri bir kez daha yaşanmayacak olan kapkara bir zamandan bahsediyoruz. Puskas’tan değil Sandor Szucs’tan…
Dünyanın gördüğü en büyük savaş, bütün vahşetiyle geride kalırken, savaşın yıkımından çıkan ülkeler, Avrupa’nın yeni ekonomik ve toplumsal düzeni doğrultusunda toparlanmaya çalışıyordu. Macaristan da onlardan biriydi. 1945 yılının sonlarında yapılan seçimlerin ardından Macaristan Komünist Partisi önderliğinde bir koalisyon kurulmuştu. Ancak yıllar geçtikçe koalisyonun diğer parçaları dağılırken, Komünist Parti iktidarını ülke çapında konsolide ederek gücünü artırdı. Bu yıllar, aynı zamanda Macar futbolu için profesyonelliğin ortaya çıktığı, birkaç sene içinde dünyaya damga vuracak yıldız futbolcu topluluğunun bir araya geldiği yıllardı. Ancak komünist rejimlerin sporcu yetiştirmekteki başarısı bilinse de yine bu rejimler spor ve toplum arasındaki bağı kendi doğasından koparıp iktidarın propagandası ve sürekliliği adına kullanmaktan da çekinmezdi. Buna Macaristan’ın rejimi de dahildi ve futbol bunun önemli bir parçasıydı.
Ülkede yaşanan rejim değişikliği futbolu da etkisi altına almıştı. Yine çoğu komünist ülkede rastlandığı üzere futbol liginde ordu ve polis takımları hızla kuruldu. Kispest Honved, Macaristan ordusunun takımına, Ujpest FC ise polislerin takımına dönüşmüştü. Puskas ve Bozsik gibi oyuncular Honved formasını giyerken, Ujpest’te yine Macaristan Milli Takımı’nın savunmadaki yıldızlarından Sandor Szucs bulunuyordu. Bu yazı işte o Sandor Szucs için yazıldı.
Kariyerinin dönüm noktası
Szucs, 1945’te geldiği Budapeşte takımıyla üç sene art arda şampiyonluk yaşamıştı. Ancak Budapeşte ona şampiyonluk duygusunun dışında olağanca kötülüğüyle başka bir şey de yaşatmak üzereydi. 1950 yılında fanatik Ujpest taraftarı bir sanatçı, Szucs ve birkaç takım arkadaşını kendi evine, ufak çaplı bir partiye çağırmıştı. Sandor buluşma için eve gittiğinde bu taraftarın eşi ve ülke çapında tanınmış bir şarkıcı olan Erzsi Kovacs’la tanışmıştı. O toplantının ardından gelişen süreci en kısa biçimiyle Erzsi şöyle anlatıyor: “Telefon çaldı. Karşıdaki ses şöyle dedi, ‘Ben Sandor Szucs, benimle buluşmak ister misin?’ Anında evet dedim.”
Böylelikle iki ünlü ismin gizli birlikteliği de başlamıştı. Sandor da evliydi, üstelik iki çocuğu vardı. Bu nedenle ikisi de ilişkilerini saklamak için olağanüstü bir gayret gösteriyordu. Ancak bir süre sonra gizli polis (AHV) Erzsi’yi çağırarak ilişkileri hakkında ifade vermesini istedi. Anlaşılan o ki ilişkileri hükümetin ‘etik kuralları’ dışında kalıyordu. Aynı dönemde Ujpest başkanı Sandor’u odasına çağırıp kesin bir talimat vermişti: “Ya ilişkini sona erdirirsin ya da futbol oynayan bacaklarının sana yardım edemeyeceği yere gidersin.”
Bütün bunlar yaşanırken, ilişkileri hakkındaki dosya AHV’nin başındaki Joszef Dudas’a gönderilmişti. Bu da hayatlarının artık 24 saatlik gözetim altında tutulması anlamına geliyordu. İkili artık bir yol ayrımındaydı. Ya ilişkilerine son verecekler ya da ne pahasına olursa olsun devam edeceklerdi. İkincisini seçtiler.
Szucs’un planı kaçmaktı. Macar sınırında yer alan bir diğer komünist rejime sahip Yugoslavya’ya, oradan da İtalya’ya geçeceklerdi. O dönem Avrupa kulüpleri Macar futbolcularla yakından ilgileniyordu. Zaten başarılı savunma oyuncusu da Torino’dan daha önce teklif almıştı. Ancak ülkeden çıkış elbette yasaktı. Daha önce bunu deneyen takım arkadaşı Gyula Grosics yakalanmış, ev hapsinde bekletilmiş, davasında beraat kararı çıkınca serbest bırakılmıştı. Yaşanan bu gelişmelerden sonra hükümet sınırdan illegal çıkışların cezasını ölüm olarak belirlemişti.
Ülkeden çıkmanın en iyi yolu bir kaçakçıyla anlaşmaktı. Çok geçmeden 5 bin Pound karşılığında Joseph Smith adında uygun bir adam bulundu. Kaçış için her türlü plan yapıldı. Szucs, polislerin hakimiyetinde bir takımda top koşturduğundan takım arkadaşlarının hiçbirine plandan bahsetmedi. Son gece Budapeşte’de bir otelde yapılan toplantıda Szucs kaçakçıya, “Burada yaşayan ve bu sistemden kurtulmayı düşünmeyen iki çocuğum ve bir karım var. Yurt dışına çıktığımda onları maddi açıdan destekleyeceğim” dedi ve ekledi “Silahımı da yanıma alacağım.”
Yeni bir hayata doğru
Yolculuk 6 Mart’ta başladı. Kiraladıkları araba ile sınıra doğru yola çıktılar. Yolda birkaç kez karşılaştıkları ve sadece gizli polisin kullandığını bildikleri siyah kamyonu gördüklerinde içleri fena hâlde sıkıldı. Daha sonra sınıra yakın bir yerde bir polis çevirmesine rastladılar. Muazzam bir korku ama birbirlerinden gelen cesaretle arama noktasına doğru ilerlediler. Polis araçlarını durdurdu ve kesin bir dille kimliklerini istedi. Biraz inceledikten sonra onlara dönerek kibar bir şekilde, “Gidebilirsiniz” dedi. Rahatlamışlardı. İşte bitmişti, sınırla aralarında bir şey kalmamıştı, birkaç dakika sonra bambaşka ve eskisinden çok daha iyi bir hayata başlayacaklardı.
Sınıra yakın bir noktaya kadar gelmişlerdi ki içlerinde büyüyen umut darmadağın oldu. Etrafları AHV tarafından çevrildi. “Bir anda yanımızda gizli polis arabası belirdi. İçinde silahlı adamlar vardı. Arabamızı durdurdular, Sandor’u aradılar ve tabii ki silahını buldular.”
Hiç zaman kaybetmeden ikisini de 60 Andrassy Bulvarı’ndaki AHV merkezine götürdüler. Farklı bölmelere kondular. Bir süre sonra tutulduğu yerde Erzsi, kaçmak için anlaştıkları kaçakçıyı gördü ve o anda anladı ki Joseph Smith de gizli polislerden biriydi. Polis merkezinde işkence gördüler ve sorgulandılar. Daha sonra avukat dahi seçmelerine izin verilmeyen hızlı bir mahkeme sürecinden geçtiler. Erzsi dört yıl hapis cezası alırken, Szucs ölüm cezasına çarptırıldı.
Eski takım arkadaşları ve milli takım oyuncusu Jozsef Bozsik, Ferenc Szusza ve Ferenc Puskas idamın gerçekleşmemesi için Milli Savunma Bakanı Mihaly Farkas’a dilekçe gönderdiler. Daha sonra etkilerini kullanarak infazın durdurulması için çalıştılar. Ancak hepsi Macaristan Hükümeti tarafından diğer kaçmak isteyen sporculara gözdağı vermek amacıyla reddedildi. 4 Haziran gecesi aniden hücresinden çıkarılan Sandor Szucs gizlice asılarak öldürüldü. O an Macar futbolunun tarihe bıraktığı en kara hatıra olarak geçti. Erzsi hapisten çıkana kadar bunu öğrenemedi. Öte yandan idamın gerçekleştiği yer ve Szucs’un mezarı 1989’a kadar ortaya çıkmadı. Yine aynı yılda kendisine ölümünden sonra da olsa iade-i itibar yapıldı. Ancak Avrupalılar kendisine bu iadeyi çok önceden yapmıştı. Bu olaylar duyulduktan sonra Erzsi’nin hapisten çıktıktan sonraki ilk albümü tam iki buçuk milyon kişi tarafından satın alındı.
Sandor Szucs, Macaristan’da hükümet tarafından öldürülen tek futbolcu olarak tarihe geçti. Macar futbolu tarih sahnesine bir kez daha çıkmışken ve şimdiden herkes tarafından takdir topluyorken geçmişinde bıraktıkları bu olay da yeniden hatırlanmalı. İktidarların, kendi politik zeminlerini genişletmeleri adına milli takımları ya da futbolcuları araç olarak kullanılması çağımızda zaman zaman rastladığımız bir şey. Sandor Szucs’un hatırası böylesi politikaların spora verdiği zararı anlamak adına unutulmamalı, aksine hep hatırlanmalı.