Boşluk. Usain Bolt’un 2017 Dünya Atletizm Şampiyonası ile kariyerini noktalamak üzere olduğu bu günlerde herkes boşluktan bahsediyor. Neden mi? Zira atletizm ve genel anlamda spor, Usain Bolt’tan sonra doldurulması zor bir boşlukla karşı karşıya kalacak. Sports Illustrated dergisinin tecrübeli yazarlarından Tim Layden bunu kocaman bir partiye benzetiyor ve kibarca şunu diyor: “Artık uyanma vakti. Çünkü 2008’de başlayan parti birkaç gün içinde bitiyor.”
Birçok gazeteci son günlerde aynı noktanın altını çiziyor. Atletizm artık sorunlarıyla gerçekten yüzleşmek zorunda zira kriz anlarında onları her şeyden kurtaracak bir Jamaikalı olmayacak. Bütün skandalların, çelişkilerin, yanlışların ortasında herkesin gözünü dikeceği ve her şeyi unutacağı bir 10 saniye olmayacak. 5 Ağustos 2017 akşamı Usain Bolt, Londra’da son kez büyük sahneye çıkacak. Evet, bir hafta sonra koşacağı bir bayrak yarışı daha var ama hiçbir şey bir 100 metre yarışının yerini tutamaz.
Geçmiş ve Gelecek
Usain Bolt’un veda turu 2016’dan beri devam ediyor. Rio’daki olimpiyat oyunları öncesi sakatlıklarla ve formsuzluklarla boğuşan Jamaikalı atlet, emeklilik sinyalleri vermeye başlamıştı. Artık bu işten eskisi kadar zevk almadığı ve zaten hiç sevmediği antrenmanlardan usandığı belli oluyordu. Biraz da bu yüzden son olimpiyatı Rio’da farklı bir ilgiye ve sevgiye mazhar oldu; herkes son kez bu sahnede parlayacak olan bu büyük sirkten koparabildiğini koparmak istiyordu. Bolt, Rio’nun başında yaptığı geniş basın toplantısı için sahneye çıktığında alkışları beğenmemiş, “Daha yüksek, daha yüksek” demişti. O an Norveçli bir gazetecinin mikrofonu alıp “Sana bir sorum yok, seni seviyorum adamım” dedikten sonra Bolt için rap şarkısı söylemesiyle sirk tepe noktasına ulaşmıştı. Herkes, ‘Son’ yazısı perdede görünmeden sinemada alabildiği keyfi almaya çalışıyordu.
Tıpkı Michael Phelps gibi Usain Bolt da Beijing 2008 Olimpiyat Oyunları ile kendi branşının ve dünyanın zirvesine çıkmış, Rio 2016 ile de olimpiyatlardaki vedasını yapmıştı. Kaderinin sık sık kesiştiği ABD’li yüzücü gibi onun da vedası yine altın madalyalarla doluydu; Bolt bir kez daha 100-200 dublesini yapmış, modern dönemde bunu üç olimpiyat arka arkaya başaran tek atlet olmuştu. 4×100’deki altını da pastanın üzerindeki kremaydı. Yine Phelps gibi Bolt da bütün dünyayı etkiliyor ve kendisinden sonraki nesillere “Beni geçmeniz neredeyse imkansız” mesajını veriyordu.
Aynı Phelps gibi Bolt’un yükselişinin de başka bir anlamı vardı. Dopingin daha fazla konuşulmaya başlandığı, sporu yöneten organizasyonların yolsuzluklarının her geçen gün ortaya saçıldığı, dünyanın en büyük spor etkinliği olan olimpiyat oyunlarının arkasında dönen kirli dolapların artık herkesin malumu olduğu bir dönemde çıkmıştı ikisi de. Hatta Jamaikalı atletin bu anlamda ABD’li yüzücüden daha büyük bir misyonu vardı. Yüzme, atletizm ya da bisiklet gibi sporlara göre daha az skandal yaşamıştı ve organizasyonundaki pislikler muadilleri kadar araştırılmıyordu. Bu yüzden de Phelps genelde kişisel sorunlarıyla gündem olmuş, sporunun kurtarıcı azizi değil, büyük ve benzersiz şampiyonu olarak görülmüştü.
Oysa Bolt’un içine düştüğü dünya bambaşkaydı. 2000’lerde BALCO skandalıyla başlayarak atletizm büyük darbeler almıştı. 1988’deki Ben Johnson vakasından beri her zaman kimyasallarla birlikte anılan kısa mesafe yarışları, milenyumun başında artık üçüncü sayfa haberlerini hatırlatan bir konuma gelmişti. Marion Jones, Tim Montgomery gibi kaleler arka arkaya düşüyor, Maurice Greene bu şüphe bulutu içinde kimilerince yakalanmayan kahramanlardan biri olarak anılıyordu. Dünya Anti-Doping Ajansı’nın (WADA) 1999’daki kuruluşu bisikletle birlikte en çok atletizmi etkilemiş gibiydi. Suçlar ve cezalar devam etti, kervana Justin Gatlin ve Tyson Gay gibi isimler de katıldı. Bir anda 100 metre tamamen yasaklı maddelerle anılmaya başlamıştı. Carl Lewis’ten Florence Griffith-Joyner’a kadar birçok atletin çevresinde aynı soru vardı: Yoksa onlar da mı kirli?
Bolt, 2008’de Beijing’deki start takozuna yerleştiğinde aklında muhtemelen bu konular yoktu. Bir yıl önce New York’ta 9.72 ile dünya rekorunu kırmıştı ve I Am Bolt belgeselinde anlatıldığına göre o günlerde daha çok kafasında olimpiyat altınını da elde edip ölümsüzleşmek fikri vardı. Zira rekorlar gelip geçiciydi ama olimpiyat altını kalıcıydı. Eğer doping yapmadıysanız ya da yapmanıza rağmen yakalanmadıysanız bunu kimse sizden söküp alamazdı. Bolt takozdan çıktı ve “Gerisi tarih” olarak özetlenebilecek şeyi yaptı. Beijing son olmayacaktı, Londra ve Rio’da da aynı sahne tekrarlanacaktı. Tarihin ve dünyanın en hızlı adamı, sürekli şüphe duyulan bu sıfatı tekrar tekrar elde edecekti. Arada dünya şampiyonlarında da hegemonya kuracak, hatalı çıkış yaptığı için ihraç edildiği 2011 Daegu dışında hiçbir büyük yarışı kaybetmeyecekti. Ve üç gün içinde iki kez vatandaşı Yohan Blake’e geçildiği 2012 Jamaika Olimpiyat elemeleri dışında neredeyse rakiplerine hiç yenilmeyecekti.
Yani Bolt tam zamanında geldi ve atletizmi kısa mesafelerde girmek üzere olduğu karanlık çağdan çıkardı. İnsanlar ona bir anomali, güler yüzlü bir canavar gibi bakmaya başlamıştı. Meslektaşlarından birçoğu -mesela Gatlin- kimyasallarla ilgili birçok soruya maruz bırakılırken Bolt bunun dışında tutuluyordu. Ülkesi Jamaika’nın doping konusundaki kötü sicili ya da anti-doping konusundaki umursamaz çalışmaları bile onu gölgelemeye yetmiyordu. Ya da 100 metre tarihindeki en hızlı 33 dereceden 9’unun dopingsiz olması, bunların tamamının da Bolt’a ait olması pek kimsenin kafasını karıştırmıyordu. Çoğunluk Bolt’un doğal yollarla tarihin en hızlı adamı olduğuna kanaat getirmişti. Geniş yığınlar için o ve doping yan yana gelmeyecek iki şeydi. O yüzden, şimdi emekli olurken bırakacağı en büyük boşluk bu olacak. Atletizmin tutunduğu en büyük dal kopmak üzere ve yerini doldurmak da imkansız. Bolt’tan aslında esirgenmemesi gereken ama esirgenen sert sorular bir sonraki şampiyona sorulacak.
Sınırları Aşmak
İkinci boşluk pistin biraz daha dışında olacak. Jamaikalı atletin menajeri Ricky Simms’in prodüktörü olduğu I Am Bolt belgeseli bunun nedenini anlatmak üzere kurgulanmış bir yapım. Caner Eler’in Socrates’in Ağustos 2017 sayısı için kaleme aldığı giriş yazısında andığı şu cümlede Simms, Bolt fenomenini böyle açıklıyordu: “Usain’in koştuğu saniyelerde kısa süre de olsa dünya sükûnete kavuşuyor. Irk, din ve siyaset sınırlarını aşıyor. Bolt, dünyada herkesin sevdiği insan hâline geliyor.” Jamaikalı yıldızın kazandığı yarışlar ve bunu yaparken takındığı eğlenceli, hayattan keyif alan, aldığı bu keyfi başkalarıyla paylaşan tavır belgesel boyunca sık sık ekranlara geliyor. Bolt’un sadece bir spor yıldızı değil, pop kültür ikonu ve halk kahramanı olarak yaptıkları bolca övgüyle anılıyor. I Am Bolt baştan aşağı bir haciyografi ve çağımızın en kendine has süper starının farklı yönlerini anlatmaya çalışıyor.
“Karakter”, Bolt’u anlatmaya çalışanların en çok kullandığı sözcük. “Onun gibi bir sporcu görmedim” diyenlerin çoğu bunu sadece pistteki muhteşem başarıları ve hızına dair kullanmıyor. Jamaikalı aynı zamanda hâl ve hareketleriyle de yıllar içinde dünyanın en tanınan yüzlerinden biri olmayı başardı. Neymar’dan Barack Obama’ya kadar birçok ünlüyü etkileyen sevinci, verdiği fotoğraflar, yaptığı açıklamalar, gittiği partiler hep gündemin farklı bir köşesinde yer aldı. Onun belki de dünyanın en zorlu ve gergin yarışında, start takozuna yerleşmeden hemen önce gülümseyen, saçıyla ve sakalıyla oynayan hâli milyonlarca insana ilham verdi. Kendisini bu denli beğenmesi hiçbir zaman eleştiri konusu olmadı, daha çok haklı bir egonun kaynağı olarak görüldü. Özgüveni de çoğu zaman çok çalışmanın, yetenekli olmanın ve potansiyelini sık sık pistte göstermesinin kanıtı olarak sayıldı.
Partinin sona ermesiyle birlikte yeri doldurulmayacak şeylerden biri de bu olacak. Bu da aslında çok normal. Zira Bolt’tan önce de zaten Bolt gibi bir 100 metreci olmamıştı. Maurice Greene çok popüler bir atletti ama yarışlar başlamadan önce çıkardığı dili özgüvenden çok gerilimin bir işaretiydi. Carl Lewis de çok tanınan bir yüzdü ama açıklamaları ona her kesimden hayran getirmiyor, geçmişi temizliği konusunda kimseye teminat vermiyordu. Michael Johnson’ı izlemek de olağanüstü bir deneyimdi ama ABD’li atlet pist dışına çıktığında milyonları peşinden sürüklemeyi başaramıyordu. Bunların hepsi etkileyici kariyerlere sahip, özel adamlardı ama herhangi bir açıdan Bolt fenomenine yaklaşamıyorlardı. Bundan sonra kısa mesafelerin başrolünde olması beklenen Wayde van Niekerk, Andre De Grasse gibi koşucular da bu boşluğu dolduramayacak. Rekorlar ve başarılar bu yolda onları bulmayı sürdürecek, yeni nesillerden kimileri Bolt’un bazı derecelerini de geçecek ama hiçbiri böylesine bir kusursuzluk simgesi olarak görülmeyecek.
Bu Çağın Kahramanı
Her sporcu kendi çağını yansıtır. Muhammed Ali’yi tarihin en büyük sporcusu yapan şey asla sadece ringdeki kudreti olmadı. Ali, dünyayı değiştirebileceğine inanan bir neslin parçasıydı, garip ve ilginç kesişmeler sonucunda dünyayı değiştirebileceğine inanan bir sporcuya dönüşmüştü. Michael Jordan, ABD’nin her anlamda kendisini dünyanın tepesinde gördüğü, Körfez Savaşı ile birlikte Ortadoğu’nun kaderini çizmeye çalıştığı ve televizyon, sinema gibi popüler kültür araçlarıyla bunu vurguladığı yeni, global bir dünyada ortaya çıkmış; Çin’den Arjantin’e çocukların kahramanı olmuştu. O, Ali gibi sporun yanında siyasi ve dini bir figür olamamıştı belki ama “Hayallerinin peşinden git” dünyasında bir çocuğun duvarına asabileceği en önemli postere dönüşmüştü. Artık her sporcu dev bir şirket, moda ve akım demekti. Yeni bir dünyanın kapıları açılıyordu.
Usain Bolt, Jordan sonrası çağın ruhunu en iyi yansıtan sporcu olmayı başardı. Roger Federer, Lionel Messi, LeBron James, Tom Brady gibi neredeyse mükemmel başka süper yıldızların bile zaman zaman yenilgiyi tattığı bir çağda Bolt asla büyük sahnede kaybetmedi. Michael Phelps, Tiger Woods gibi saha dışı krizlerin pençesine düşen; alkol, uyuşturucu sorunları yaşayan büyük yıldızların olduğu, her bir hatanın medya malzemesine dönüştüğü bir dünyada hiç büyük bir skandalın merkezinde olmadı. Sürekli gece kulüplerinde görünüyor, içkinin ve bazı maddelerin etrafında dönüyor ve eğlenmekten asla çekinmiyordu. Ama bütün bunlara rağmen asla olumsuz haberlerin başrolü olmuyor, hep bir şekilde krizlerden sıyrılıyordu.
Bütün bunları yaparken Bolt, kendi çağının da dışına çıkmayı başardı. Zira 21. yüzyılın temel felsefesi, her şeyin bir saniyede yıkılabileceği üzerine kuruluydu. Bütün büyük yükselişlerin bir de inişleri olduğunu düşünüyor; övgülerden daha çok eleştirilerin kucağına kendimizi atıyor, akıllı telefonlarımız ve asla kesilmeyen internet bağlantılarımızla herkesi al aşağı edebileceğimize inanıyoruz. Bu resmin ortasında kimse kusursuz değil, herkesin ünü ve itibarı birkaç saniye içerisinde tuzla buz olabilir. Usain Bolt dışında…
Jamaikalı atlet, bir avuç başka şanslı insanla birlikte, asla yıkılmayacak bir figür olarak karşımızda duruyor. Bolt’u sadece kazanırken, gülerken, eğlenirken görüyoruz ve başka durumları aklımıza bile getirmiyoruz. Onu bir sponsor harikası olarak görüyor, verdiği en ufak bir röportajda bile gözümüze sokulan logolardan rahatsız olmuyoruz. Arkasındaki milyon dolarlık ekonomiye rağmen ona bir halk kahramanı statüsü veriyor ve Bolt’u sadece bir Jamaikalı değil, dünya vatandaşı olarak görüyoruz. Herkesin ve her şeyin yıkılabileceği bir dünyada Bolt sadece atletizm yetkililerinin, spor yazarlarının, olimpiyat takipçilerinin değil; sıradan insanların da kurtarıcısı. Herkes, 10 saniyeliğine başka bir çağa gidiyor ve her seferinde oradan beklediğini alıyor.
Zirvede bırakmak bütün sporcuların rüyasıdır ve bunu neredeyse hiçbiri yapamamıştır. Michael Jordan, 1998 NBA Finalleri’nde kusursuz bir şutla veda ettiği kariyerini tekrar açmış, Washington Wizards formasıyla basketbola geri dönmüştür. Muhammed Ali çok fazla ve uzun dövüşmüş, kariyerini yaşlı bir adam olarak tamamlamıştır. Hayatı boyunca arkadaşlarına kusursuz bir son yapacağını söyleyen, hatta 1974’te “Beni düşüşte bir sporcu olarak göreceğinizi sanmayın, ilk zayıflık gösterdiğim anda bırakacağım” diyen Eddy Merckx bile sakatlıkların ve mağlubiyetlerin gölgesinde veda etmiştir. Şimdi Bolt’un önündeki fırsat benzersiz. Bu gece kazanıp, haftaya bayrak yarışından altınla çıktığı anda kusursuz bir kariyeri kusursuz bir şekilde noktalamayı başaracak.
Usain Bolt büyük ve görkemli bir mirasla kariyerine nokta koyacak. Atletizm, onun arkasına geçerek kriz dönemlerini atlattı ama bunu yaparken partinin biteceği günü hesaplamadı. Büyük bir yolsuzluk ve iflas ağı olarak anılmaya başlayan olimpiyat oyunları da henüz kendisini nasıl bir geleceğin beklediğini ve sıradaki kurtarıcıların kim olduğunu bilmiyor. Jamaikalı atlet, yakın tarihi kimyasal maddelere bulanan 100 metreyi son kez koşacak. 2007’den beri yaptıkları gerçek olmayacak kadar güzeldi; hayatı, tavırları, hâl ve hareketleri, en çok da dereceleri… Yolun devamında ondan tek bir dileğimiz var. Her şeyin gerçekten gerçek olması. Gerisi… Boşluk.