— Neden ağlıyorsun baba?
— Brezilya, Dünya Kupası’nı kaybetti.
— Ağlama, ben senin için Dünya Kupası’nı kazanacağım.
Kupa tarihinin en başarılı takımı Brezilya’nın vedaları birçok kez dramatik oldu. Bu büyük yıkımların da hep günah keçileri vardı. 1982’de Cerezo, 1986’da Zico, 1998’de Ronaldo, 2010’da ise Felipe Melo suçluydu. Fakat hiçbir facia 1950 kadar kederli değildi, hiçbir suçlu da kaleci Barbosa kadar günahkâr…
1950’ler tüm dünya için büyük şeyler vadediyordu. Savaş bitmiş, birçok insan yeni kaderlerini yazmak için ülkelerini inşa etmeye başlamıştı. Spor da bu değişimden nasiplenecekti. 12 yıllık aradan sonra Brezilya’da düzenlenecek kupa, bir nevi ‘yeni’ dünyanın kupası olacaktı…
Ev sahibi Brezilya, taraftarını fazlasıyla umutlandırıyordu. 1949’da Güney Amerika Şampiyonası’nı kazandıklarında, finalde Paraguay’ı 7-0 yenmişler, sekiz maçta tam 46 gol atmışlardı. Dünya Kupası’nda Yugoslavya ve Meksika’yı yenip İsviçre ile berabere kaldılar, dört grup liderinin toplandığı final grubuna katılmayı başardılar. Bu aşamada da İsveç’i 7-1, İspanya’yı 6-1 ile geçtiler ve son maça girilirken dört puanla grubun zirvesine kuruldular. Son maçlarında rakip, ikinci sıradaki Uruguay’dı. Uruguay, kadrosunda önemli oyuncular barındırsa da Brezilya gibi göz kamaştırıcı skorlar alamamıştı. İspanya ile berabere kamışlar, İsveç’i 85. dakikada attıkları golle 3-2 yenebilmişlerdi. Bütün bunlar, Brezilya halkına büyük bir özgüven aşılamıştı. Öyle ki 15 Haziran 1950’de yayımlanan O Mondo gazetesinin manşetinde “İşte Dünya Şampiyonları!” başlığıyla Brezilya 11’i vardı. Brezilyalı Zizinho yıllar sonra, maçtan önceki gün iki binden fazla “Brezilya, dünya şampiyonu” yazılı fotoğraf imzaladığını anlatacaktı. Uruguay tarafında ise kaptan Obdulio Varela sahnedeydi. Alabildiği kadar O Mondo aldı ve iddialı manşetin olduğu gazeteyi tüm arkadaşlarına dağıttı. Brezilya, kendinden fazlasıyla emin, Uruguay ise hırslıydı…
16 Haziran günü, turnuva için inşa edilen Maracana Stadı’nda, şampiyonluğa kesin gözüyle bakan 200 bin Brezilyalı vardı. Zafer için berabere kalmaları dahi yetiyordu. Ama olmadı…
Brezilya, öne geçse de önce Juan Alberto Schiaffino’nun sonra da bitime 10 dakika kala Alcides Ghiggia’nın golüne mani olamadılar… Maracana’daki atmosferin tam karşılığı ölüm sessizliğiydi… O Mondo’nun bir gün sonraki başlığı, önceki neşeden uzaktı: “Drama, Trajedi ve Saçmalık!”
“Hiçbir zaman mağlubiyetten sonraki Brezilya halkı kadar üzgün insanlar görmedim. 200 bin kişiyi sadece üç kişi susturabilirdi; Frank Sinatra, Papa II. Jean Paul ve ben.” Ghiggia, yıllar sonra bunu söylemişti. Brezilyalılar, hezimete Maracanazo (Maracana Darbesi) adını taktı ve uzun süre kâbustan uyanamadı. Yazar Nelson Rodriguez durumu “Bizim Hiroşima’mız” diyerek özetlemişti. Bunalım, o güne dek giyilen mavi yakalı beyaz formanın lanetli bulunup yeni bir forma için yarışma açılmasına kadar gidecekti…
Mağlubiyetin suçlusu ise, son golde hatalı olduğu düşünülen kaleci Moacir Barbosa idi. O güne kadar saygın bir kariyere sahip olan Barbosa, o günden sonra günahkâr ilan edildi ve hezimetle özdeşleşti. Barbosa’nın o hatası, kitaplara ve filmlere dahi konu edildi. 2000 yılında verdiği röportajda, “Brezilya’da en ağır ceza 30 yıldır, benim hapsim 50 yıldır devam ediyor” diyen kaleci, kısa süre sonra vefat edecekti.
Brezilya’nın dirilişi ise 1950’den sadece sekiz sene sonra, yeni sarı formaları ile İsveç’te yaşanacaktı; ilk kupalarını orada kazandılar. Sonra da 1962 ve 1970 zaferleri geldi. 16 Haziran 1950’de ilk kez babasının ağladığına tanıklık eden küçük Edson Arantes do Nascimento ya da dünyanın onu tanıdığı isimle Pele, sözünü tutmuştu, hem de üç kez…