İngiltere için ‘altın jenerasyon’un ardından temiz bir sayfa açma vakti geldi. The Telegraph ve The Independent’tan da tanıdığımız New York Times futbol şefi Rory Smith, Kiev’deki basın odasında ‘Yeni İngiltere’yi anlattı.
İngiltere’nin Dünya Kupası tarihi, 1950’deki ABD mağlubiyetinden 2014’teki Kosta Rika hüsranına kadar çeşitli hayal kırıklıklarıyla dolu. 1966’daki şampiyonluk yürüyüşünde İngiltere’yi farklı kılan neydi?
Ev sahipliği… İngiltere’nin turnuva geçmişine göz atarsanız, elendikleri maçlarda genelde kalite eksikliği, şans ya da gerçek büyüklere karşı hayal kurma yetisine sahip olmadıklarıyla karşılaşırsınız. 1966’daki fark, en başta İngiltere’nin gerçekten iyi bir takıma sahip olmasıydı. Diğer ana unsur ise evlerinde oynamalarıydı… Bu, normalde karşılaştıkları sorunlara boyun eğmemelerini sağladı. Mesela Meksika, her zaman kendi evindeki kupalarda daha iyi iş çıkarmıştır. Bence İngiltere de burada Meksika’yla bir benzerlik taşıyor. Eğer kupa İngiltere’deyse iyi sonuçlar geliyor, uzaktaysa daha fazla problem yaşıyorlar çünkü Almanya, Brezilya, İtalya gibi gerçek Dünya Kupası devlerinden biri değiller.
Yarı final gören 1990 takımının İngiltere futbolundaki yeri nedir?
O takım İngiltere futbolunu tamamen değiştirdi. İngiltere’de sık sık Premier Lig’in kurulduğu 1992 yılını öne çıkarırız. Öte yandan 1985 de önemlidir, zira o yıl yaşanan Heysel faciasının artçı etkileri, uzun süre eski kafalı kalmış İngiltere’deki futbol anlayışının değişmesini ve daha modern bir hâl almasını sağlamıştı. 1990 takımını özel kılansa tüm ülkenin onların arkasında olmasıydı. Yarı finalde sarı kart gördüğü için olası bir final maçında oynayamayacak Paul Gascoigne’in gözyaşları, bugün dahi birçok taraftarın hatırladığı bir andır. O kadro, İngiltere’ye yeniden futbolu sevdirmişti. Çünkü 1980’ler daha çok holiganizm ve Avrupa müsabakalarından men cezası demekti.
Futbol sosyal problemleri tetikleyen, bu yüzden şiddet arayışındaki yanlış tipte insanların ilgisini çeken bir şeye dönüşmüştü. 1990 Dünya Kupası’nda bazı holigan olayları yaşansa da o takımın elde ettiği başarı futbolun imajını değiştirdi. Orta sınıfın daha fazla ilgi duyduğu, revaçta bir hâle büründü futbol. Premier Lig’in kuruluşu, Fever Pitch kitabı ve filmiyle futbol yeniden popüler olmuştu. O dönüşümde, kupayı kazanamasa da 1990 takımının rolü büyüktü.
Bugüne gelirsek, Gareth Southgate federasyonun ilk tercihi değildi ve Sam Allardyce’ın karıştığı skandalın ardından kendisini milli takım koltuğunda buldu. O günlerde kalıcı olması beklenmeyen Southgate, İngiliz medyasının ve halkın güvenini nasıl kazandı?
Her şeyden önce, o iyi bir insan. Düşünceli, parlak, iyi bir konuşmacı, kibar, insanlara zaman ayırıyor ve antipati duyulması zor biri. Milli takım koltuğundaki bu kısa kariyerinde asıl etkileyici olan şey, büyük kararlar vermek için gereken cesarete sahip oluşu. Oyunculardan, medyadan, hatta politikacılardan etkilenmiyor. Birkaç ay önce Dışişleri Bakanı Boris Johnson’ın Dünya Kupası hakkındaki sözleriyle ilgilenmediğini açıklaması büyük hayranlık toplamıştı. Alışık olduğumuz İngiltere çalıştırıcıları gibi bağırıp çağıran bir figür değil. Kamuoyunun görüşlerinden bağımsız kendi doğrularına inanan, güçlü bir karakteri var.
Gareth Southgate’in 23 kişilik kadroyu açıkladığı basın toplantısı İngiliz basınında olumlu bir hava yarattı. Southgate’in seçkisi, insanlara umut aşılamayı nasıl başardı?
Bence asıl değişen şey Lampard, Gerrard, Ferdinand, Rooney merkezli altın jenerasyonla bağı olmayan ilk kadroyla karşı karşıya olduğumuz hissi. Çok daha yeni ve taze bir takım var önümüzde. 2014’e götürdüğümüz grup kadar genç olmasa da bu kadro çok daha gençmiş gibi geliyor. Biraz farklı, biraz yeni ve çokça da sempatik bir takım… Oyunculara baktığımızda zeki, düşünceli, mütevazı insanlar görüyorsunuz ki bu, İngiltere takımlarında sık rastladığınız bir tarz değildir. Southgate, tercihlerini oyuncuların ne kadar şöhretli olduğuna göre değil ne kadar formda olduklarına göre yapmış görünüyor. Havuzdaki en tecrübeli kaleci olan Joe Hart’ı kadroya almadı mesela; onun önünde değerlendirdiği üç kaleciden biri milli formayla hiç maça çıkmadı, bir diğerinin iki, ötekinin ise yedi maçlık bir deneyimi var yalnızca. Bu kadro, 2016’daki İzlanda maçının, 2012’deki İtalya karşılaşmasının ya da 2014 Kosta Rika’nın lekelerini taşımıyor.
Değişen bir diğer şey de şampiyonluk beklememeyi kabullenmemiz… Bence İngiltere çeyrek finale kalırsa hedefine ulaşacak. Belki 10 sene önce bu bir hüsran olarak görülebilirdi. Ama artık beklentiler farklı ve İngiltere’nin Almanya, Brezilya, Fransa, İspanya gibi rakiplerin gerisinde olduğu anlaşılmış durumda. Hemen kazanmasını değil, önümüzdeki 4-6 senede gelişim göstermesini beklediğimiz bir kadro bu.
Kaptan Harry Kane, üzerlerindeki baskının daha az olduğundan, geçmiş kadroların taraftar ya da medyanın vereceği tepkilerden korkup kabuğuna çekildiğinden bahsetti. Azalan beklentiler Rusya’da takıma avantaj sağlayacak mı?
Artık korkmadıklarını söylemek çok kolay ama baskının bir gecede kaybolacağını düşünmüyorum. Örneğin hâlâ son 16’da Senegal ya da Kolombiya’ya elenme ihtimalinin gerginlik yarattığına inanıyorum. Ancak bu takımın, İngiltere için oynamaktan çok daha keyif alan bir takım olduğu bir gerçek. 1990’lar ve 2000’lerdeki kadrolar kulüp takımları yüzünden bölünmüş durumdaydı. Her kulübün oyuncuları birbirleriyle takılırdı. Bu kez çok daha denk dağılmış bir seçki var ve bu da takım kimyasına katkı sağlıyor. Birçok oyuncu yakın yaşlarda ve alt yaş milli takımlarından uzun yıllardır birbirlerini tanıyorlar. Bir arada geçirecekleri altı haftadan çok daha büyük keyif alacaklar.
Steven Gerrard ve Wayne Rooney gibi devasa figürlerin ardından kaptanlık pazubendi Harry Kane’e emanet. Golsüz geçirdiği Euro 2016 macerasının ardından Kane’i zor bir görev mi bekliyor?
Kaptan olmak, getirdiği ek sorumluluklardan ötürü her zaman zordur. Son birkaç ayda Kane, bu jenerasyonun Gerrard’ı ya da Rooney’si olarak görülmek istediğini açıkça belirtti. Bunu başarmanın yollarından biri de sorumluluktan kaçmayıp o pazubendini taşıyabilmekte. Onun için asıl soru işareti, sezonun son bölümünü çok sağlıklı geçirmemesi. Mart’ta sakatlanmıştı ve döndüğünde yaklaşık bir ay fit görünmedi. Ne kadar hazır olduğu çok çok önemli. Tüm gözler onun üzerinde olacak çünkü Kane İngiltere’nin dünya standardına en yakın seviyedeki ismi ve takımın tartışmasız yıldızı. İyi bir turnuva geçirirse bir üst boyuta geçebilir. Kötü bir turnuva geçirirse insanlar “Acaba bir turnuva oyuncusu değil mi?” sorusunu sorabilir. Bu yüzden, İngiltere’de olmasa da Avrupa genelindeki imajı için önemli günler onu bekliyor.
Southgate, İngiltere’nin çok alışık olmadığı şekilde üçlü savunma oynamayı tercih ediyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Rusya’da da seçimi bu olacak gibi ve nedeni konusunda çok ikna olmuş değilim. Yaklaşık bir yıl önce, İngiltere’nin güçlü olduğu pozisyondaki oyunculara daha fazla yer verebileceğini düşünerek bu yolu seçti. Üçlü savunmayla ilgili çekincem Raheem Sterling, Dele Alli, Jesse Lingard, Marcus Rashford ve Harry Kane’i aynı takıma sığdırmayı zorlaştırması. Bu beşliden üçünü seçmek zorunda kalacak muhtemelen. Southgate, İngiltere’nin orta alanda çok zayıf olduğunu düşünüyor ve arkayı üçlerse oradaki zafiyeti telafi edebileceğine inanıyor. İngiltere’nin gruptaki iki maçını rahat kazanması bekleniyor ve asıl sınav Belçika maçı olacak. Bu yüzden farklı rakiplere karşı sistemini değiştirip değiştirmeyeceği de kupadaki satır başlarından biri bence.
23 kişilik kadroda orta saha, İngiltere’nin zayıf karnı gibi. Sizce Southgate’in bu bölgede derinlik yaratabilecek Jack Wilshere ya da başka bir ismi çağırmaması bir hata mı?
Bir hatadan ziyade, elinde yeterince malzeme yok. Wilshere sakatlığından dolayı tam olarak hazır değildi. Adam Lallana bu sezon Liverpool’da fazla maça çıkamadı. Alex Oxlade-Chamberlain sakatlanmasaydı bence kadroda -hatta ilk 11’de- olacaktı ama Rusya’ya yetişemeyecek. Bu yüzden orta saha alternatifsiz kaldı. İlginçtir, geçtiğimiz yıllarda bu bölge için bolca isim adaydı ama Danny Drinkwater Chelsea’ye gitti ve pek oynayamadı, Ross Barkley keza öyle… James Milner’ın milli takımı bırakması İngiltere için büyük kayıp çünkü şu kadroda ciddi bir alternatif olabilirdi. İngiltere orta sahası Brezilya, Almanya ya da İspanya gibi rakiplerle kıyaslanamayacak seviyede ve çeyrek finalin ya da son 16’nın ötesini görememelerinin önemli nedenlerinden biri de bu olacak.
Kadro seçiminde Jack Wilshere dışında çok fazla tartışma olmaması, oyuncu havuzunun sakatlıkların da etkisiyle ne kadar daraldığını gösteriyor. Örneğin İspanya ya da Almanya’da çok daha büyük tartışmaların çıktığına tanık oluyoruz. Ancak İngiltere için yaklaşık 30 oyuncuyu gerçek adaylar olarak sayabiliriz ve 4-5 tanesi de sakat olunca geriye çok fazla seçenek kalmıyor.
Son olarak, sizin Rusya’da İngiltere için çizdiğiniz rota nerede son buluyor?
İngiltere’nin çeyrek finalde Brezilya’ya eleneceğinden emin gibiyim ama aynı zamanda son 16’da Senegal’e karşı bir hüsran yaşamaktan da çekiniyorum. Yine de bu yaz daha az sıkıcı, kaygılar ve gerginliklerden arınmış bir takım bekliyorum. İngiltere, Rusya deneyimini olumlu hatırlayacak.