Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarSonucu Revirde Öğrendim

İsmail Akçay, 1960’lı yıllarda ülke atletizminin yıldızıydı. 1968 Olimpiyat Oyunları’ndaki derecesiyle tarihe geçen Akçay ile kendi adını taşıyan parkta konuştuk…
  • Hep koşmak istedim, geriye hiç bakmadım… 181 defa milli olmuşum, 28 ülkeye gitmişim, sekiz sefer Türkiye, dört sefer Balkan şampiyonu, iki sefer dünya ikincisi, bir kez de olimpiyat dördüncüsü olmuşum. Olmuşum diyorum; çünkü bunları başkaları söylüyor bana. Sekiz sefer uluslararası yarışlarda birinciliğim var. Ama dereceyle ilgilenmedim hiç. Sadece göğsümdeki ay yıldız için koştum.
  • Ben askerdim. Hocalarım da hep atletti; Yücel Seçkiner ve Nuri Turan. Onların teşvikiyle başladım. 20 yaşımdaydım. O zaman Ankara’da herkes beni geçiyordu. Önce Ankara’da geçmediğim adam kalmadı, sonra Türkiye’de, sonra da dünyada… Maraton, rakipten ziyade kendinle mücadeledir. Ben, sporculuğumda çok çalıştım, dünyayı dize getirdim. Kızım doğdu, neredeyse beni görmeden büyüdü. Büyüdü, “Gel kızım” diyorum, çocuk benden kaçıyor, tanımıyor beni. Bugün sporcular kolay yoldan, dopingle bir şeyler kazanmak istiyorlar. Çalışmadan şampiyon olmak istiyorlar. Kaybedersin, kaybedersin ve bir gün muhakkak şampiyon olursun. Önemli olan devamlı çalışmak.
  • Yeni koştuğum dönemler… Yarbay beni çağırdı ve 8-5 arası birlikte olmamı, antrenman yapmama izin vermediğini söyledi. Çözümü şöyle buldum; sabah kalkıyordum, evimden birliğe kadar 13 kilometre koşuyordum. Orada giyiniyordum, mesaimi veriyordum, çıkışta bu sefer 20 kilometre koşup eve geliyordum. Dört sene sonra Balkan şampiyonu oldum. Sonrası çorap söküğü gibi geldi zaten.
  • İlk kez Avrupa Şampiyonası’na gideceğim. Atletizm Federasyonu Başkanı Naili Moran 500 lira para verdi. Neye yetecek, dört kişiyiz! Hanımı Ankara’dan Balıkesir’e gönderdim, dört arkadaş paraları da taksim edip bizim evde kamp yaptık. Tarhana, bulgur, ne varsa onu yiyoruz. Hanım bir geldi, evde bir şey kalmamış.
  • Yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti’ne yük olmuyordum. Amerika, Japonya, Fas, Tunus, Finlandiya… Nereye gidersem gideyim, davet aldığım ülkeler masraflarımı karşılıyordu. Uçak bileti, konaklama, tercüman… Benim için en zoru, daveti kabul ettikten sonraki süreçti. İçimde bir burukluk olurdu. Oraya gezmeye gitmiyorsun, başarılı olmalısın. Büyük şehirlerin işlek caddelerinde yüzlerce kişi içinde koşuyorsun. Kalabalık, “Turco tempo!” diye bağırdığı zaman tüylerim diken diken olurdu. Çok şükür hiç de başarısız olmadım.  
  • Bir gün Naili Moran’a, “Başkan, niye hep Akçay’ı gönderiyorsun yurt dışına?” siteminde bulundular. Moran’ın cevabını hiç unutmam: “Kumaş kaliteli olunca satması kolay oluyor.”
  • Maddi olarak büyük ödüller yoktu o zaman ama manevi olarak çok şey kazandım. Las Vegas Maratonu’na gidiyordum. Dean Martin’in, Frank Sinatra’nın kaldığı otellerde kalıyordum. Restoranlar, Rolls Royce’lar… Çok enteresan bir dünya. Tuvaletlerde bile kumar makinesi var. Oradan ülkeye dönüyorum, köyüme gidiyorum. Dokuz kişi bir tencerede yemek, tezek kokusu içinde uyku. Bu kadar uçlarda yaşayan kaç kişi vardır acaba?
  • Orada bir Türk’le tanıştım. “Senden önce Türkiye’den bir ünlü daha geldi ama her yer kapalıydı” dedi. Meğer Zeki Müren de Las Vegas’a gelmiş ama Kennedy öldürüldüğü için eğlence yerleri kapatılmış.
  • Las Vegas’ta iki kere ikinci oldum. İlkinde birinci oluyordum ama şanssızlık oldu. Büyük bir üniversite binası vardı, yarışın orada bittiğini söylediler. Ama fazlalıkmış aslında. Yolun kısaldığından habersiz, o binanın olduğu yere ulaşmak için şehre girdim, bir baktım önümde arkamda kimse yok! İşaret ettiler, geri döndüm ama kaptırdım liderliği. Dilekçe falan ver dediler ama çok da umurumda olmadı.
  • Las Vegas’taki yarışların birinden sonra, kumarhane sahibi bir iş adamı teklifte bulundu. Las Vegas sokaklarında koşacağım, reklam yapacağız. Bin dolar maaş, üç yıllık sözleşme. Asker olduğumu, tazminat ödemem gerektiğini söyleyince onu da kabul etti. “Git, görüşmelerini yap. Bana cevabını ver” dedi. Yanımda da Hüseyin Aktaş vardı. Ona durumu anlattım ama aramızda kalsın diye de tembihledim. Türkiye’ye bir döndük, gazetelerde “İsmail Akçay, 1000 dolara ABD’ye mi gidiyor?” haberleri. Hüseyin, Yeşilköy’de gazetecinin birine patlamış meğer. O zaman muhabirler, yaptıkların haberin gazetede kapladığı alana orantılı olarak prim alırdı. Benim haberlerim de büyük yer kaplardı. Bu nedenle koştuğum dönemde lakabım ‘Prim Makinası’ idi. Las Vegas olayını duyan Genelkurmay, Jandarma Genel Komutanı ile Gençlik ve Spor Bakanı, ortak bir karar alıp bana yeni bir teklif getirdi: “Sen gitme, biz sana bir ev alalım.” Ev alırsam, profesyonel olurum ve bir daha koşamam. Çözüm olarak bankada bir hesap açtırdılar, sağdan soldan para topladılar. Bir ev sözü verdiler; müstakil, havuzlu… Ev 100 bin lira, toplanan para 90 bin lira. “90’ını veririz, kalanı da senet yaparız, ödersin” dediler. 450 lira maaş alıyorum, nasıl ödeyeyim? Japonya’dan, ABD’den, Almanya’dan büyük markalar eşantiyon spor malzemeleri gönderirdi bize. Onların gönderdiği ayakkabıları satarak 10 bin lirayı ödedim ve ev sahibi oldum.
  • Yıllar sonra o evi sattım, Balıkesir’e geldim. Burada eve girdim ama para bitince ev yarıda kaldı. Günaydın gazetesi de bunu haber yaptı. Yunanistan’da çok koştum, orada çok sevilirdim. Yunan bir iş adamı haberi okumuş ve evi bitirmek istemiş. Sene 1982, sıkıyönetim var. Garnizon Komutanı’nın kulağına gitmiş bu. “Sakın ha, skandal olur!” deyip vali ve belediye başkanıyla toplantı yapmış, eksiklerimi giderme kararı almışlar.
  • Unutamadığım uluslararası müsabakalardan biri de Japonya’dakidir. Tokyo Maratonu için Tokyo’ya gittiğimde havaalanında basın mensupları da vardı. Ben uçaktan iner inmez; kameraları, fotoğraf makinelerini bırakarak koşmaya başladılar. Ellerini de bel hizasında sallıyorlar koşarken. Meğer ben öyle koşuyormuşum. Beni taklit ederek karşılamışlar beni.
  • Bir de Pakistan var. Koşuyorum ama aralık ayında 38 derece sıcak var. Aortlarım çökmüş, gözlerim kapanmış… Ellerimle göz kapaklarımı açıyorum, kör olacağım zannettim. Birinci oldum ama bir de bana sor…

ismail akçay

 

“Olimpiyat Başka Bir Dünya”

  • Uluslararası yarışlarda madalyalar alabilirsiniz ama olimpiyat bambaşka bir atmosferdir. Dünyanın dört bir yanından üst seviye sporcular gelir ve başarılı olman için dört yıl boyunca istikrarı koruman gerekir. Faslı atlet Hicham El Guerrouj, dört kez dünya şampiyonu olmuş ama olimpiyat altını alamamıştı. 2004 Atina’da bunu başardı, “Benim hayalim olimpiyat idi” dedi ve atletizmi bıraktı.
  • 1968 Meksika Olimpiyat Oyunları öncesinde iyi dereceler koştum. O zaman baraj yoktu. Öyle olunca en iyi dereceleri koşan iki kişi; Hüseyin Aktaş ve ben gittik. Oyunların öncesinde, “Meksika 2500 rakım, seni Abant’a götürelim” dediler. Tek başıma gittim, orada antrenman yapıyorum. Kimselerin olmadığı dağ başında koşuyorum. Arkamda bir araba gördüm. İçinde dört kişi, belli ki kafayı çekmişler. Sağ sol yaparak geliyorlar. Önce çekindim ama dikkatli bakınca plakanın 10 olduğunu gördüm. “Ulen, bizim hemşehri bunlar, tanışırız” diyorum içimden. Araba yanaştı, içlerinden biri kafayı çıkardı, bağırmaya başladı: “Koş bakalım koş! Meydanı boş buldun değil mi? Bizim hemşehri İsmail Akçay olsa senin tozunu attırırdı!” Ben de herhâlde arkadan tanımadılar diye düşündüm. Yüzümü dönüp onlara doğru iyice yaklaştım. Adam bu sefer de “Ulan, adama bak kendini İsmail Akçay diye bize yutturmaya çalışıyor. Üç senelik okul arkadaşımı mı tanımayacağım?” deyince kendimden şüphelenmeye başladım. Baktım adamlar beni dövecek, yoldan çıktım, direkt ormana daldım.
  • Başlarken hiçbir beklentim yoktu. Çıkıp, koşup bitirmek istiyordum sadece. Rakım dezavantajı da vardı tabii. Meksika’da rakım çok yüksek. Yüksek rakımda düşük dereceyi herkes nefese bağlar ama koşan için sorun, bacaklardadır. Bacaklarda müthiş bir hâlsizlik hissedersiniz. Derece; rakibine, rakıma ve hava şartlarına göre değişir. Yüksek rakımda derece yapılmaz, yanında iyi rakip yoksa da…
  • Hep o maratonda neler hissettiğimi sorarlar. Aklımdan geçen tek şey vardı: “Bitse de doya doya su içsem.” Yedi kilo vermiştim. Saunaya gitsen veremezsin.
  • İyi bir derece alacağım aklımdan geçmiyordu dediğim gibi. Sonlara doğru gelirken Alman antrenör beni görünce “Akçay!” diye bağırmıştı. O şaşırınca “Herhâlde çok önlerdeyim” dedim. Yarış bitti, ben dâhil bitiren herkes sedyeyle gidiyordu. Kaçıncı olduğumu hâlâ bilmiyordum. Revirde doktora sorduğumda eliyle gösterdi dördüncü olduğumu, öyle öğrendim. Ama hâlâ inanamıyordum.
  • Bikila yarışı terk etmişti. Bir diğer Etiyopyalı Mamo Wolde altını aldı. Wolde’yi 1969’daki Atina Maratonu’nda stadın içinde geçtim. Ben üçüncü oldum, o dördüncü.
  • Ankara’da 19 Mayıs Maratonu yapılıyordu. Federasyon başkanı da Wolde’yi davet etmiş ama reddetmiş Wolde. Federasyon başkanına, benim ağzımdan mektup yazmasını söyledim. “Sevgili sporcu arkadaşım. Seni özledim, lütfen beni kırma. Mutlaka Türkiye’ye gel.” sözleriyle son bulan bir mektup gönderdik. Kısa süre sonra olumlu cevap yazdı ve geleceğini söyledi. Ama 15 gün sonra Etiyopya’da ihtilal oldu ve çıkışlar yasaklanınca gelemedi.
  • Belimdeki sakatlık 1971’de başladı. 1975’te de bıraktım koşmayı. 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nda bel sakatlığım vardı. Yarışamadım ama hatır için götürdüler beni. Hatta olayların olduğu binanın yan tarafındaydık. Ayrıntıları göremedik ama anlattılar sonra…
  • Son Avrupa Şampiyonası’nda Türkiye’nin aldığı neticeleri herkes biliyor. Olimpiyatta bu madalyaların beşte birini alacaklar mı bakalım? İki tanesinin kürsüye çıksın yeter. Tabii çıkabilirse…

ismail akçay 2

“Atina’daki Çiçekleri Unutamam”

  • Ne antrenörüm oldu ne de ben antrenör aradım.  İngiltere’de, ABD’de en iyi maratonculara, en iyi hocalara sordum bunu. Hepsi de “Akçay, en iyi antrenör insanın kendisidir” derdi.  “Keşke antrenörüm olsaydı, keşke şunu yapsaydım bunu yapsaydım” demedim. Meksika’da beşinci olan da “Keşke biraz daha hızlansaydım. Akçay’ı o zaman geçebilirdim” diyebilir. Keşkelerle işin içinden çıkamazsın.
  • Gen, yöre gibi etmenlerin sporcu çıkarmakta etkisi var. Enteresan bir şey bu amatör branşlarda. Yöreden başarılı olmuş bir sporcu, gençlerin kısa sürede ilgisini çekiyor. Güreşçilerin çıktığı yerlere bakın çoğunlukla aynı yöredendir. Yüksek atlamacı Ekrem Özdamar Balkan şampiyonu olduğu sene ben de iznimi geçirmek için Balıkesir’e gelmiştim. Stada bir gittim, çocuklar sıraya girmiş, yüksek çıtasını koymuş, atlamaya çalışıyorlar. Afrika ülkelerinde bu daha net görülür. Tunus’ta koşuyorum bir gün, orada da olimpiyat şampiyonu Muhammed Gammoudi vardı. Çocuklar arkamda koşuyor, bir yandan da bağırıyorlar “Gammoudi, Gammoudi!” diyerek. Her koşucu onlar için Gammoudi’ydi. Onun gibi olmak istiyorlardı.
  • Antrenör oldum, Mehmet Terzi ve Ahmet Altun gibi iki önemli sporcu yetiştirdim. Onlarla günlerce kamp yaptım. Frankfurt Maratonu’nda bir-iki oldular. Defalarca kürsüye çıktılar. Hep çalışmanın önemini anlattım onlara da.
  • Mehmet Terzi’nin antrenörlüğü yaparken Adidas’ın Nürnberg’deki fabrikasını ziyaret ettik. Yetkililer beni tanıyordu önceden. Orada hediye olarak koca çanta dolusu malzeme aldık. Sizi istasyona bırakalım dediler, kabul etmedik. Oradan Puma’ya gideceğiz çünkü. Adidas çantasıyla Puma’ya gidilir mi! Biz arkadaşımızı ziyaret edeceğiz bahanesiyle ayrıldık. Çantaları parka bıraktık, Puma’ya gittik. Orada da eski olimpiyat şampiyonu, arkadaşım Belçikalı Gaston Roelants’la karşılaştık. Puma’da üst mevkide görev yapıyordu. Yemek yedik, iki çanta da oradan malzeme aldık. O da “Arabayla istasyona bırakayım” teklifinde bulundu. Ona da aynı şeyi söyledik, ayrıldık. İstasyona bir gidişimiz var Mehmet’le, komedi. Paldır küldür gidiyoruz. Trene bindik, Münih’e gittik. Yüklerken kolay oldu ama indirirken problem olacak. Mehmet indi aşağıya, ben de trenden başladım malzemeleri ona doğru atmaya… Onu da hallettik ama bu sefer de otele götürmek var. Taksi paramız da kalmamış. El arabalarıyla, sürüyerek falan otele zor attık kendimizi.
  • Yaşarken onurlandırılan nadir sporculardan biriyim. Adımı taşıyan park var, heykelim var… Ama milletimiz alışmış ölünce adına bir şey yapılmasına. Bu parkın tamamlanmasına az kalmıştı. Muhtar beni çağırdı, beraber geldik çalışmaları izliyoruz. Çalışanlardan biri yanımıza geldi, “Eski maratoncu İsmail Akçay vardı. Rahmetli olmuş, onun adına park yapıyoruz” demez mi! Hiç sesimi çıkarmadım, bilgi vermeye devam etti…
  • Atletizm tüm dünyanın ilgisini çeken bir spordur. Birçok spor daha yereldir. Mesela 1971’de İzmir’deki Akdeniz Oyunları’nda Robin (Daniel Robin) isimli bir Fransız şampiyon oldu ve “Fransa’da benden başka kimse güreşi bilmez. Bana da Bayram Şit öğretti” dedi. Güreş daha çok Avrupa’nın doğusunda ilgi gören, iştirakin çok olduğu spordur. Belli ülkelerde belli sporlar vardır hep. Ama atletizm için bu geçerli değil. Futbol gibi atletizmin de ülkesi yok. En gelişmiş ülkelerde de var, en geri kalmışlarda da…
  • Benim için atletizmi en güzel özetleyen olay, Yunanistan’da başıma gelenlerdir. Kıbrıs sorunu nedeniyle iki ülkenin arasının çok gergin olduğu dönemdi. Yunanistan’da, bir Yunan atletle birlikte maraton koşacağız. Yarıştan önce, kaldığım otelin önünde yürüyüşler yapılıyor, aleyhimizde slogan atılıyor. Bir kısım yetkili, koşmamam gerektiğini söyledi. Aralarından biri de çıktı, “Sorumluluğu ben alıyorum, koşsun” dedi. Öbür gün yarış başladı. Bir sokakta koşuyorum, seyircinin birine gözüm ilişti. Adam kolunu arkaya doğru atarak, bir şey fırlatacakmış gibi hazırlanmaya başladı. “Eyvah, taş atacaklar” diye korktum, aniden kapandım. Bir baktım çiçek atıyorlar. O gergin dönemde dahi Yunan halkıyla çok sıcak ilişkilerim oldu. Atletizm budur. Sporun, dostluğun gerçek anlamda yaşandığı bir dal.  

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce