Karşılaştırmak, insanoğlunun rahat koltuğunda yaptığı acımasız ve keyifli bir aktivitedir. En iyinin kim olduğunu öğrenmek çağlar boyunca beşeriyetin aklını meşgul ederken en iyi olmak isteyenler zorlu süreçlerden geçmişlerdir.
Süreçleri bilmeyen biz sporseverler için tarihi rekabetlerin efsanelere dönüşmeleri en sevdiğimiz anlardır. Hayatlarımız, cevabını hiçbir zaman net biçimde alamadığımız “Hangisi daha iyiydi?” sorusunu birbirimize sormakla geçer. Tartışmayı kesin verilerle sonlandırmadan içimiz rahat etmez. Messi ile Maradona aynı yaşta olsalar ve birebir minyatür kale maç yapsalar belki biraz ferahlardık. Ya da Senna ve Schumacher aynı araçlarla iki kişilik bir yarış yapsalar belki sorularımıza cevaplar bulabilirdik. Ne yazık ki fen bilgisi derslerimizdeki “normal şartlar altında” ibaresi veya iktisat ilmindeki “ceteris paribus” (diğer tüm durumlar sabitken) terimini spor tarihine pek fazla uygulayamıyoruz ve en iyiyi bulma yolundaki uzun tartışmalarımız afaki kalıyor.
Oakland, Amerika’da doğan Andre ve Rusya’nın Çelyabinsk şehrinde doğan Sergey isimli iki adam, psikolojik sıkıntılar yaşayan ve karşılaştırma meraklısı bu spor tutkunlarını sakinleştirmek için anlaştılar. Bu ikiliden Sergey, Rusya’da radyasyon etkisinin yüksek olduğu atıl durumda olan fakir bir bölgede dünyaya geldi. Çocukluğunu gazete dağıtıp cam yıkayarak geçirdi. İkilinin soğuk tarafı Sergey Kovalev şu sıralar hafif ağır sıklette yenmedik rakip bırakmayan, şampiyonluk unvanının sahibi yenilgisiz bir boksör. IBF, WBA ve WBO federasyonlarının şampiyonu olan Kovalev’i daha iyi tanımak için eski ağır sıklet Şampiyonu Mike Tyson’un sözlerine kulak verelim: “O gerçek bir vahşi. Siz ona bir yumruk attığınızda o size iki tane atıyor. Şampiyon Bernard Hopkins’i yenerken aynen bunu yaptı. Kovalev yumruklarını öldürücü bir niyetle vuruyor ve bu rakipleri için yeterince caydırıcı.”
Kovalev 31 profesyonel müsabakanın 26’sını nakavt ile kazandı. Çıktığı ilk 9 maçı birinci ya da ikinci rauntta nakavtla bitirdi. 18. maçında yedinci rauntta nakavt ettiği Roman Simakov, üç gün komada kaldıktan sonra maalesef hayatını kaybetti.
Bu karşılaşmadan sonra Kovalev ağır tenkitlere maruz kaldı. Katılmak istemesine rağmen baskılardan dolayı Simakov’un cenazesine gidemedi. Psikolojik olarak yıprandı ve kabuğuna çekildi. Aylar süren inzivadan sonra her şeye rağmen bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olduğunu belirtti. Sahip olduğum tek şey boks diyerek 7 ay sonra ringlere geri döndü. Sıkletinin tartışmasız lideri olan Sergey Kovalev, boks stili ve biyografisiyle Rocky 4’ten fırlamış, etrafına korku salan gerçek bir Ivan Drago gibi görünse de rakiplerini her nakavt edişinde “acaba yine mi” diyerek yüzde yüz sevinemeyen buruk bir boksör.
Kovalev, hafif ağır sıklette tartışmasız liderliğini ilan etmişken, Oakland’ın Stephen Curry ile birlikte en sevdiği evlatlarından olan Andre Ward da bir alt sıklet olan süper orta sıklette fırtınalar estiriyordu. 27 karşılaşmada yenilgi yüzü görmeyen ve %50 nakavt oranına sahip olan Ward, teknik ağırlıklı ve sabırlı boks stiliyle Kovalev’i yenebilecek tek isim olarak gösterilmeye başlandı. Rocky’nin yeni versiyonlarına bayılan Amerikalılar için Ward-Kovalev düellosu Rocky Filmi’nin ete kemiğe bürünmüş hali olacaktı. Andre Ward için ise çok daha fazlası…
Kazanması durumunda Kovalev’in karşısına çıkmaya hak kazanacağı 6 Ağustos 2016’daki Alexander Brand maçına kadar Andre Ward özel hayatından hiç bahsetmedi. “Kendimi bunu yapmak zorunda hiç hissetmedim. İnsanların bir Afro-Amerikalının gettodan çıkıp ünlü olduğu klişe hikayelerden birisine daha ihtiyacı olmadığını düşündüm. Ne tip zor durumlardan çıkıp buralara geldiğimi ve ailemi anlatmak istemedim. Fakat şimdi insanların bunları öğrenmesini istiyorum. Çünkü ben de birilerine ilham olabilirim ve birilerinin hayatı değişebilir.”
Ward’ın dediğine göre Oakland’da çocukların babalarının olmaması normaldir. Suça karışıp hapse girmiş ya da öldürülmüş olabilirler. Ward’ı garip kılan şey, onun babasını değil her seferinde nice sözler verip yerine getirmeyen kokain bağımlısı annesinin yolunu gözleyen bir çocuk olmasıydı. Babasının da uyuşturucu bağımlısı olduğunu 12 yaşında evlerini kaybettiklerinde anladı. Yaşı büyüdükçe anladığı başka bir şey ise bir yere ait olamayışı oldu. Beyaz bir baba tarafından büyütülen Afro-Amerikan bir çocuk olarak hiçbir kesim tarafından kabul görmedi.
Finansal zorluklar, evsizlik ve bağımlı anne babanın rehabilitasyon süreçleriyle geçen yıllarda Virgil Hunter’ın Boks Salonu Ward’ın cenneti oldu. Hunter da onun koruyucu meleğiydi. Ward Hunter’ın eğitiminde katıldığı 2004 Atina’da Olimpiyat Şampiyonu olduktan sonra profesyonelliğe geçti. Her boksörün korumak için can attığı Süper Orta Sıklet kemerini kazandıktan sonra bununla yetinmeyerek bizlerin en iyi kim sorusuna da okkalı bir cevap vermek için risk aldı. Bir üst sıklete çıktı. Hafif ağır sıklette yenilmez denilen Kovalev’i yenmek istiyorum dedi.
“İnsanların kariyerim bittikten sonra tartışmalı bir şampiyondu demelerini istemiyorum. Kovalev’den sonra bazıları hakkımı vermek zorunda kalacaklar bazıları da hala sadece onu yendi diyecekler. Fakat benim işim onları susturmak.”
Kovalev’in ringde birisini öldürdüğü hatırlatılması üzerine ise “Bunu biliyorum ama Kovalev için de tehlikeli bir maç olacak. Ben kendi hikayemi yazmak için ringe çıkıyorum. Birçok boksör birçok maça çıkıyor fakat çok azı tüm zamanların en iyisi kategorisine girebiliyor. Eğer en iyi olmak istiyorsam Kovalev’i yenmek zorundayım” dedi.
Ward yenilgisiz şampiyon bir boksör olmasına ve bir ölüm makinesine meydan okuyacak derecede cesur olmasına rağmen kavgacı bir tip değil. Ringde mesafesini koruyan ve doğru zamanı bekleyen sabırlı bir avcı. Ring dışında bazen hala annesinin yolunu gözleyen o ufak çocuk bazen lise aşkıyla evlenen romantik bir adam.
Oakland’lı Ward, o utangaç adamın içindeki cesareti, yumuşak kalpli adamın sağlam duruşunu, merhametli adamın dirayetini göstermek için karşıtını yenmek üzere ringe çıkacak. Bizler de tekniğin ve gücün varoluş savaşını izleyeceğiz. Sonra da rahat koltuğumuzda en iyinin kim olduğuna karar vereceğiz.