Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

DergiEkim 2015GündemYorumŞimdiki Zamanın Yabancısı

İslam Çupi neden farklıydı? 15 yıl önce aramızdan ayrılan ünlü kalemi hatırlama ve asit kuyusuna inme vakti.

1

İslam Çupi, İstanbul’a kalpten bağlıdır. Gençlik çağları onun için İstiklal Caddesi demektir, burayı “Bir İstanbul delikanlısının delikanlılığını en güzel vitrine edeceği yer” olarak tanımlar ve okuyucusunu peşine takarak yürümeye başlar. Foto Süreyya’nın atölyesinden Markiz Pastanesi’nin buzlu camlarına kadar turlar, 18 yaşın getirdiği merakla birlikte, baktığı pek çok yerde satın alamayacağı, henüz dokunamadığı hayatlar görür. Gözlerinin dünyaya açıldığı yıllarda şehir ona yeni hayaller getirmektedir.

Otobiyografisi sayılabilecek Hey Gidi İstanbul kitabı, daha çok futbol yazılarıyla bildiğimiz Çupi’nin şehirle birlikte ilerleyen hayatının tanığıdır. Manavlar, meyhaneler, daktilo sesleri, hipodromlar bu satırlarda kendine yer bulur. En çok da sinemalar… İkinci Dünya Savaşı’nı sokakta top oynayarak geçiren, harp yıllarını babasının radyodan dinlediği cephe haberleri ile hatırlayan ünlü kalem, yedinci sanatla da bir hayli içli dışlıdır. Hollywood’un popüler filmlerinden Jean Renoir sinemasına kadar pek çok farklı eser onu etkiler. Bir dönem senaryo yazarı olmuş, sinema dünyasına girmiştir.

Bu yüzden yazarlığının en iyi anları, bir film sahnesini andırır. Ünlü yazılarından Mağlubu Anlatmak bunun kanıtıdır. 1969 sezonunun sona erdiği hafta Tercüman için bir değerlendirme kaleme alması gerekiyordur. Masasına otururur. Evvela etrafına bakınır, Necmi Tanyolaç’ın daktilosundan gelen sesleri büyük günlerde birbirlerine vuran kristal kadehlere benzetir. Meslektaşı, takırdayıp duran bu daktilo ile galibi anlatmaktadır. Aynı anda Çupi’nin aklına Mallaparte’ın bir savaş hikâyesindeki o cümle gelir: “Mağlupları anlatmak daha kolaydır. Çünkü mağluplar, olaylara baş kaldırma özgürlüğünü kaybetmişlerdir.” Sonra Galatasaray’ı bırakır ve Eskişehir’i anlatmaya koyulur. Yazının sonunda Gegiç ve Kaleperoviç’i Hollywood kahramanlarına benzetir.

2

Sporu bir bahane olarak kullanmak, futbol sahasında olup bitenler üzerinden başka şeyler anlatmak İslam Çupi’nin yarım asıra dayanan gazetecilik kariyerinin alamet-i farikalarından biridir. Fakat bu her zaman en takdirle karşılanan yönü olmamıştır. Tarihten Güncelliğe kitabında denemelerini bir araya getiren Murat Belge, futbola da gözlerini çevirir ve İslam Çupi’yi diline dolar. Belge, meşhur futbol yazarının formsuz döneminde olduğunu vurgular ve devam eder:

“Çupi’nin spor ve futbol dünyasında hiçbir olay düz değildir. Her şey bir başka şeye benzer. Çoğu zaman bu başka şeye o kadar fazla benzer ki artık kendisine benzeyemez. Örneğin Dünya Kupası finali kendisi olmanın yanı sıra, İslam Çupi’ye göre aynı zamanda ‘yutulması mümkün olmayan bir şişe balık yağı’dır. İtalya’nın defansı bildiğimiz defanslardan değil, şöyle: ‘İtalya’nın içine düştüğün zaman asit kuyusuna yuvarlanmış gibi kemiğini bulamayacağın bir defansı var.’ Asit kuyusuna sık sık yuvarlanmadığımız için İtalya defansının tam olarak ne gibi yaşantılar yaşattırdığını anlayamıyoruz, ayrıca asit kuyusuna düşmüşken niçin kemik bulunmadığını da bilmiyoruz; niçin arandığını bilmediğimiz gibi. Fakat sonuç olarak İtalya’nın olağanüstü bir defansı olduğunu kavrıyoruz.”

Bu şaşırtıcı, zekice ve zaman zaman fena hâlde zorlama duran benzetmeler Çupi’nin üslubunun merkezindedir. Okuyucusunu bazen savaş meydanlarına, bazen rakı masasına götürmeyi adet edinir. Rıdvan Dilmen’i anlattığı satırlar buna dair bir başka örnektir. Murat Belge’nin tam takıldı derken bir başka şaşırtıcı çalımla rakiplerini geçen topçulara benzettiği Çupi, Rıdvan’ın hareketlerini bir kağıt üzerinde yan yana gelmesi mümkün olmayan pek çok şeyle betimler: Çocukken koşarak inilip çıkılan Beyazıt Kulesi’nin uzunluğu, Florya kumunda bilardo oynamanın imkansızlığı, son hızla üstünüze gelen bir tramvayın yakınında yapılan akrobasi kaçışı… Yine Rıdvan’ın ayakları ona pek çok şeyi hatırlatır. Mesela eski Taksim Belediye Gazinosu’nda azınlık burjuvazisinin yaptığı düğündeki yürüme güzelliğini…

3

Sporu başka şeylere benzetmek sadece İslam Çupi’ye özgü bir durum değildir. Tarihi çok da eskilere dayanmayan spor yazarlığının dünyadaki gelişimi de benzer yönde ilerler. 1800’lerin sonunda, iki cihan harbi öncesi bedensel gelişime kafayı takan, gençliği sportif aktivitelerde güçlenen ülkelerin karşı karşıya gelişi başlar. Baron de Coubertin, modern olimpiyatların fikir babası olur, Almanlar karşısında hüsrana uğrayan Fransızlar kafayı kaslarını geliştirmeye takar. Bu konuda yalnız değillerdir. Düşmanları da aynı amacın peşindedir.

Grantland Rice, bildğimiz anlamda spor yazarlığının Amerika Birleşik Devletleri'ndeki öncülerinden biri olarak kabul ediliyor.
Grantland Rice, bildiğimiz anlamda spor yazarlığının Amerika Birleşik Devletleri’ndeki öncülerinden biri olarak kabul ediliyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nde de spor bir numaralı kitlesel eğlenceye dönüşmektedir. Yeni Kıta’nın Eski Kıta’ya müdahale etmeye başladığı yüzyıl, ilk büyük kalemlerini de çıkarır. Grantland Rice, 1924’te bir kolejler arası futbol maçında etkileyici işler yapan Notre Dame’ı ‘Mahşerin Dört Atlısı’na benzeten meşhur yazısını kaleme alır. Spor üzerine kalem oynatanlar yavaş yavaş ülkelerinin en önemli gazetecilerine dönüşmeye başlamıştır. Belçika’da Flamanların özgürleşmesini savunan Karel van Wijnendaele bu uğurda en önemli yolun spordan geçtiğini vurgular. Gençlere “Çalışın” der, direniş nutukları atarken. Fransa’da Henri Desgrange, 1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği günlerde çok sevdiği bisikletçileri cepheye çağırır, onlardan Almanlar karşısında mutlak galibiyet ister!

20. yüzyıl, sporcularını ve gazetecilerini savaş meydanlarına yollar. Dönüşte yanlarında benzetmelerle gelirler. Milliyetçiliğin yükseldiği, ulus devletlerin kurulduğu yıllarda uluslararası spor müsabakalarının muharebelerden tek eksiği silahlardır. W.C. Heinz, o dönemi “Savaşta o kadar dramatik hikayeler yaşanır ki bunları kötü yazma imkânınız yoktur” şeklinde ifade eder. Ona göre savaş da spor da insanı bir dramanın, mücadelenin parçası yapar.

Kahraman edebiyatı da bu dünyanın parçasıdır. Çoğu sporda profesyonelleşme henüz uzaktadır, yıldızlar ulaşılamayacak mesafelerde değildirler; onlara dokunabilirsiniz, hatta bazen onlarla bira içebilirsiniz. Mesele, sadece savaş meydanları ve kahramanlık menkıbeleri değildir. Mesele, spor üzerine kalem oynatmakta yaşanan devir değişiklidir. Gazeteler ‘yenildi’, ‘kaybetti’ fiillerini daha az görmeye başlar. Artık spor basmakalıp birkaç ifadeyle anlatılmaktan çıkmıştır. Bazen edebi, bazen tarihi, kimi zaman sosyolojik, nadiren de içki masasından fırlamış bir dalgacılığın eseri olmaya başlamıştır. 9 numara istediği kadar golleri sıralasın, okuyucunun istediği şey televizyonun olmadığı çağda hayâl gücüdür. Stil, skor kadar mühim hâle gelmiştir.

4

İslam Çupi bu yazarların çağdaşı değildir. 1957’de gazeteciliğe Günlük Spor’da adımını atmış, ilk transferini Son Havadis’e yapmış, arkasından Akşam’a geçmiş, altın yıllarını Tercüman’da yaşadıktan sonra Milliyet’te yazın hayatını noktalamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında henüz çok küçüktür ve savaşla spor arasında paralellik kuracak durumda değildir. Yazdığı isimleri sıradan bir futbolcu olarak ele almaktan kaçınır. Onlar için bir sahne yaratır ve sıfatlarını, benzetmelerini, mübalağalarını bu portrelerin farklı noktalarına yerleştirir.

İlgi alanları spordan ibaret değildir. Gururla saydığı başarıları arasında başka duraklar vardır. Akşam’a tiraj patlaması yaptıran Kraliçe Süreyya’nın Anıları adlı kitap tefrika edilmeye başlanacağı gün gazetede kullanılan slogan ona aittir. Aynı gazetede magazin eki için ‘Kadın mı Patron mu?’ adlı bir röportaj dizisi yapar, iş dünyasındaki kadınlarla konuştuğu bu seri büyük ilgi toplar. Mesleğinin bu taraflarını “Spor yazarlığı dışına düşmüş kalemim” olarak tanımlar.

cupi

Mesleğinin spor sahalarına düşen tarafı da ilgi çekicidir. Çupi, sevimli bir çelişkiler yumağıdır. Herkes gibi değişmiştir, kişiliği de yazısı da… Bazen Fenerbahçeli diliyle konuşur, bazen objektif tarafıyla. Bir gün Avrupa’nın büyük kulüplerini göklere sığdıramaz, ertesi gün İstanbul’un büyük kulüplerini yerin dibine batırır. Anadolu’dan çıkan, basında alkış toplamadığını düşündüğü bir kulübe övgüleri sıraladıktan birkaç gün sonra büyük takımlarda forma giyen medyatik bir topçu için kalemini konuşturur.

50’ler ve 60’larda yazın hayatının doruklarında gezinmiştir. Futbol sahasında olan biteni dışarıya çıkarak anlatan, başka ülkeleri dolaşmaya başlayan Çupi, yavaş yavaş onu farklı kılan üslubunu oturtmuştur. 50 bin tirajla kapısından girdiği Tercüman gazetesi onun döneminde 500 binleri görmüştür. Necmi Tanyolaç ve Necmi Küçük’le birlikte spor sayfalarını değiştirmeyi başarmıştır. O döneme kadar geleneksel çizgilerde ilerleyen, renkli ifadelere kapısı henüz tam açılmayan arka sayfalar yeni bir üslupla tanışmıştır. Bir yazısına ‘Oynadığı Her Maç ve Kadri Aytaç’ başlığını atar.

5

Gazetecilikte uzmanlaşmaya inanmaz, her türlü branş hercailiğini tattığını söyler. Gururla anlattığı meslek yaşamı belli belirsiz bir hüznün de kaynağıdır. Zaman geçip gitmiştir. Bitmez tükenmez sandığı gençliği, tıpkı Bab-ı Âli’nin asırlık adetleri gibi sonbaharını yaşıyordur. 70’ler geçiş dönemidir. Bir yandan çok sevdiği, bir yandan da şikayetlerini sıraladığı Türkiye’deki futbol ortamı onu henüz umutsuzluğa sürüklememiştir. “Bitsin artık bu iç harp” der, dışarıda birlik olmaya çalışırken saha içinde birbirini boğazlayacak konuma gelen topçulardan başlar, tribünde birbirlerine koro hâlinde küfretmeye başlayan seyircilere gider, bu oyunun her noktada kirlenmekte olduğunu ifade eder. Yine de henüz kapısını kapatmamıştır. “Eski günlere, eski sevgilere dönelim” der ve ekler: “İstersen gel dönelim eski günlerimize… O kadar kolay bir şarkı ki… Dilersek yine hep birlikte söyleriz…”

Klasik bir yükseliş ve düşüş hikâyesi onun da yakasını bırakmamıştır. Yaşı ilerledikçe maziye özlemi artar. Yukarıda adı geçen yazarlar gibi, o da bir başka çağın eseridir. Değerlerini savaşlar görmüş, yeniden toparlanmaya çalışan ve birçok açıdan imkânları kısıtlı bir ülkede almıştır fakat çevresindeki her şey değişiyordur.

6

İletişim Yayınları’ndan çıkan üç kitaplık İslam Çupi derlemesinin sonuncusu bir söyleşiyle açılır. Çupi’nin 2000’de Milliyet’e verdiği söyleşidir bu. Sağlığı iyiden iyiye bozulan ünlü yazar “Şimdiki dünyanın yabancısıyız” der. Anıları, hep değişen dünyanın betimlemesidir. Hayatını ve gazetecilik günlerini hep bugünle kıyaslayarak anlatır. Çok sevdiği sigarayı ve alkolü bırakmış, ilk tutkusu olarak tanımladığı yazarlıkta eski çizgisinden uzaklaşmıştır. Kalemi gittikçe daha tekdüze hâle gelir. Artık abartılı benzetmelerini bırakmıştır. Söyleşi, sona yaklaştığını fark eden, eski günleri hatırlamaktan başka çaresi kalmayan bir adamın portresidir. Okurken bir yandan dolu dolu yaşanmış bir hayatı, bir yandan da yenilmiş bir dünya tahayyülünü hissedersiniz.

Bu yenilgi hissi Çupi’yi 80’lerde yakalamaya başlar. Ya da dışarıdan bakan biri için serüvenin düşüş bölümü burasıdır. Her şeyden önce İstanbul, İslam Çupi için çok mühimdir. Futboldan da evvel, İstanbul değişmektedir. Başıboş sokaklarında dolaşarak sevdiği şehir bir beton ve moloz yığını olmuştur. Artan kalabalık gitgide büyüsünü kaybeden caddeleri doldurmaktadır. “Önce İstanbul bozuldu” der bir yazısında. Kapanan dükkanlardan, eski sinemalardan bahseder. Gençliği önceleri Melek olan sonra ‘Emek’leşen bir sinema salonunda durmaktadır. Emek Sineması bir anlamda Hikmet demektir. Sinemanın son abidesinde kesişen hayatları onları rakı masasına götürür, tarihten sayfalar eşliğinde dertleşirler. Çupi, iki kez “Emek’in yenisini hiç düşünmeden” eskiyi andıklarını belirtir, Hikmet’in duygulandığını ifade eder. ‘The End’ yazısı uzakta değildir. Maziye kadeh kaldırılır.

Bu anıların süslediği Hey Gidi İstanbul’da İslam Çupi, Anton Çehov’un Vişne Bahçesi oyununu hatırlar. Son bölümde değişen dünyayı ve Rusya’yı gören uşak “Her şeyi yakıp yıktılar sadece beni unuttular” der. Çupi, İstanbul yenilirken kendisini o uşağa benzetir. Ünlü yazar, ölümünün üzerinden geçen 15 yılda içinde “Büyük usta”, “Üstad”, “Duayen” geçen cümlelerin kaynağı olan kocaman bir alıntı makinesine dönüşeceğini henüz bilmemektedir. Şimdilerde okunmaz, sadece alıntılanır. Fenerbahçe şampiyonluğu kaçırdığında, hiçbir şeyin değişmediğini hatırlatan gelişmeler yaşandığında, sağ bek lahana dolması yediğinde şöyle bir anılır. O alıntıların arkasındaki adamı, yeteneğini ve çelişkilerini görmek için ise metnin kendisine, yazdıklarına dönmek gerekir. Orası İslam Çupi’nin asit kuyusudur ve sadece bir kemiğin peşinde koşturmak, yapılabilecek en büyük hatadır.

*Bu yazı Socrates’in Ekim sayısında yayımlandı. Derginin tüm sayılarını temin edebileceğiniz online satış bağlantıları için tıklayın!

İlginizi çekebilecek diğer içerikler