Ediz Bahtiyaroğlu’nun vefat ettiği gün bir haber sitesinde çalışıyordum. Sabah mesaisi bendeydi ve bilgisayarın başına geçer geçmez gördüğüm haberle şok olmuştum. Oysa Ediz Bahtiyaroğlu, özel olarak takip ettiğim bir futbolcu değildi. O dönem Süper Lig’de oynayan tüm oyuncuları sıralasam ismini tepelere yazmazdım. Ortalarda bile olmazdı. Ama ölüm böyle bir şeydi. Mahalledeki bir komşunun başına gelmiş gibi etkilemişti.
Çünkü ne olursa olsun sporcular her daim gözümüzün önündedir. Üstelik Ediz, gençti. Bizim yaşlarımızda, sporcu olması vesilesiyle bizden daha sağlıklı olması gerekirken kalp krizinden vefat etmişti. Çok üzülmekten daha fazlasıydı; çok etkilenmiştim. Her gün onlarca ölüm haberini gazetelerden okuyorduk. Her gün mahallemizdeki camilerde bir tabut görüyorduk. Sokaklardan cenaze arabaları geçiyordu. Ama bir sporcunun ertesi sabah ‘yok’ olması çok dramatikti.
Ediz’in vefatı zamanı beraber çalıştığım bir arkadaşım Diyarbakırlıydı. Uzun yıllardır beraber çalışıyorduk ve çok fazla alt lig maçı izliyorduk. En sevdiği futbolcu Ergani’den çocukluk arkadaşı Şehmus Özer’di.
Belki de sırf bu yüzden Şehmus, Ediz’den ve birçok ‘Anadolu’ futbolcusundan daha yakındı bana. Ama başka avantajları da vardı. Bir kere kariyeri çok daha uzundu. 2000’lerin başından beri devamlı karşımıza çıkıyordu. Alt liglerde oynasa bile; golcüydü. Gol atıyordu. Gol atanlar bir adım öndedir. Mardinspor’da adını duyurdu, Karşıyaka’ya gitti, Altay’da iki kere play-off oynadı… Gittiği her takımın en tehlikeli oyuncularındandı. Sonra -bana göre- TFF 1. Lig’de kalabilecek yeteneği ve tecrübesi varken önce Altay’a sonra da doğduğu şehir Diyarbakır’a döndü.
2. Lig ilgiyi yaşamış bir futbolcu için daha acımasızdır. Gerçek anlamıyla gözden düşersiniz. Sizi izleyen artık pek kalmamıştır. Neyse ki Türkiye Kupası maçlarıyla Şehmus ve takımı ligdaşlarına göre biraz daha fazla ‘reyting’e sahip olabildi. Üç sene boyunca gruplara kalan bir 2. Lig takımı olmak gayet başarılı bir durumdu. Şehmus da zaten son golünü bir gündüz maçında tüm Türkiye’nin gözü önünde (kupa maçları pek izlenmese de açık kanaldan) Fenerbahçe’ye atmış oldu.
‘Ölümlerden sonra yazı yazmak zor’ derler; katılmıyorum. Mesela Şehmus hakkında birçok maç, onlarca gol, çok sayıda da anı sıralayabilirim. Ama bence ölümlerden sonra yazı yazmak sadece gereksiz. Aslında bu yazıya da gerek yoktu. “Böyle bir yazı yazar mısın?” dediklerinde de hafif karşı çıkmıştım. Ölen giderken ne yazılabilirdi ki? Ölüm bu kadar yakındı işte. Birçoğumuzun hiç gerçekleştirmeyeceği hayali Fenerbahçe/Galatasaray’a gol atmaksa; Şehmus bunu bir kez daha başardıktan bir hafta sonra başka bir yere gitmişti işte. İstediğin kadar karakterinden bahset, istediğin kadar futbolculuğunu öv, istediğin kadar hakkını helal et; hepsi boşa gidecek. Bir ölümün hemen ardından yazı yazmaktansa belki de üç-beş sene sonra aklımıza geldiği bir gece ‘Böyle de bir golcü vardı’ demek daha iyi olurdu. En azından bu kadar dramatik olmazdı, hoş anılar daha çok sıralanırdı.
Ama burada olmaz. Burada; beklemek, sindirmek kolay bir iş değil. Bu ülkede tavrını, fikrini, hemen söylemek zorundasın. Sessiz kalmak diye bir hak yok. Konuşma zorunluluğu var.
Dergi ofisinde demokratik bir gün… ‘Yazmıyorum’ dediğim zaman konu kapandı. Fakat aradan saatler geçtikten sonra rahatsız olmaya başladım. Ölen adamın ardından ideolojisini ve nefretini kusanlar çok fazlaydı. Sırf oynadığı takımdan, doğduğu şehirden dolayı vefat eden birine karşı savaş açanlar vardı. Birçoğu bırakın Şehmus’u tanımayı, Şehmus’un bir maçını dahi izlememiştir. Vicdanların donduğu bir kış günü daha… Bu tek taraflı bir durum da değil. Belediye takımlarının kapanmasını isteyip -ki buna ben de hak veriyorum- Amedspor’a ayrı bir sempati besleyenleri; belediye takımlarını yok sayıp Amedspor’u ayrı yere koyanları da es geçmemek lazım.
Bir de; diğer bölünmenin yanında adı bile anılmayacak kadar ufak kalan ama son dönemde gittikçe popüler olan, futbol ortamında kapışan iki taraf var. ‘Yerliler-yabancı hayranları’ kavgası. Bugün Şehmus’tan bahsedilmese, ama yarın başka bir yabancı ismin adı anılsa “Zaten siz alt lig topçusu Şehmus’u….” diye başlayan cümlelerle karşılaşabilirdik.
Yine de bu yazı; tartışmaların cevap bulacağı bir nokta olmamalı. Sessiz kalmanın aleyhimize delil olarak kullanılacağı bir zamandı. Ama olmadı. Belki de Şehmus’un söylediği gibi davranmak lazımdı:
“Keşke böyle şeyler olmasa. Sonuçta biz bu ülkede yaşıyoruz. Varsın bize kötü davransınlar, biz kötü olalım, onlar iyi olsun. Ne yapalım?”