İbrahim Çolak, geçen yaz Glasgow’da Türkiye’ye halka aletinde artistik jimnastikteki ilk Avrupa Şampiyonası madalyasını kazandırmıştı. Hemen akabinde yaptığımız röportajda vurguladığı noktalardan biri, bunun bir son değil, her şeyin başlangıcı olduğuydu. Çolak sözünü tuttu ve bu yıl da dünya şampiyonu apoletini takarak tarihi bir başarının sahibi oldu. İşte Kaan Demirel ve Buğra Balaban imzasıyla Socrates Dergi’nin Ekim 2018 sayısında yayımlanan o röportaj…
Jimnastik, Türkiye’de en çok ilgi gören sporlardan değil. Siz nasıl merak saldınız?
Amcam eski jimnastikçi, antrenörlerim gibi büyük bir sporcu. Zamanında İzmir Atatürk Stadı’nın altında, kokan, eski, kırık dökük bir salonda kendi imkânlarıyla, antrenör olmadan çalışıp milli takıma davet edilmiş. Babam ise gençliğinde tekvando yapmış, evlendikten sonra da yarı maraton, maraton koşmaya başlamış. Ben de jimnastiğe beş yaşında amcam sayesinde başladım, hayal meyal anımsıyorum. Babam da salonu görünce jimnastikçi olmamı çok istemiş, beni spora yazdırmışlar. İlk antrenmanda şu anki antrenörüm Yılmaz Göktekin esnekliğimi test etmişti. Köprü kurdum, şınav çektim üç beş tane; sonrasında öne ne kadar eğilebildiğime ve bacaklarımın ne kadar açılabildiğine bakmıştı. Aradan bir yıl geçtikten sonra da yarışma grubuna seçildim ve kendi yaş grubumda Türkiye şampiyonu oldum. Öyle devam etti…
Adınız 2012 Avrupa Gençler Şampiyonası’yla duyulmaya başlamıştı. Orada gümüş madalya aldığınız paralel bar yerine halka aletine odaklanma süreci nasıl gelişti?
Asıl hedefim halka aletinde madalya almaktı. Çok da güzel yaptım hareketleri ama maalesef bizim spor dalında jüriler belirleyici ve onlar da genelde tarafsız davranmıyorlar. Gençlerde neredeyse kimse tanınmıyor, bu yüzden ülkelere göre taraf tutma durumu çok sık görülüyor. O yarışmada üçüncü olma şansım olmasına rağmen dördüncü oldum. Hakkım yendi diyebilirim. Paralelde kafam o kadar rahattı ki… O yarışmada yapacağım seriyi zaten günde 4-5 defa yapabiliyordum, basit geliyordu. Bugün de yarıştığım çok sıkı bir rakibim var: İsviçreli Eddy Yusof. Onun paralel aleti çok iyidir, fakat sonlara doğru o da hata yapınca beklediğim madalya geldi. Sonrasında da biraz daha önüm açılmaya başladı.
Artistik patinajda olimpiyat görmüş Alper Uçar’la yaptığımız söyleşide de artistik sporlarda puanlamaların çok adil yapılmadığını söylemişti. Siz de benzer duvarlara çarptınız mı?
Evet, kesinlikle. Bizim spor dalında sonuç jürilere bağlı ve onlar da genelde tarafsız davranmıyorlar. Haksızlıklara gelince, sadece Türkiye değil, jimnastik ülkesi olmayan bir sürü ülke yaşıyor bunları. Hakem lobisini iyi tutmak gerekiyor bu yüzden. Mesela 2017’de ilk defa Dünya Şampiyonası’nda finale kaldım. Bir hakem var, o yarıştan sonra antrenörlerime aynen şunu söylemiş: “Artık Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’nda madalya alabilirsiniz.” Böyle bir düşüncenin olması aslında çok komik bir durum. İyi ki pes etmemişim zamanında. O hakem bunu söyledikten sonra 2018 yılında madalya aldım. Artık beni yukarıda tutmaya çalışıyorlar iyi olduğum sürece. Avrupa ikinciliğinden sonra aynı hakem antrenörüme şöyle söylemiş, “Önümüzdeki Dünya Şampiyonası’nda da yine birinci ya da ikinci olacaksınız.” Bu diyaloglar maalesef hep var.
Madalyaya geleceğiz ama öncelikle şunu soralım. Artık jimnastik literatüründe ‘Çolak’ hareketi de yer alıyor. Sıfırdan bir element oluşturma fikri nasıl doğdu?
Önümde örnekler vardı. Başta rahmetli Murat Canbaş, sonra şu anki federasyon başkanımız Suat Çelen, takım arkadaşım Ferhat Arıcan gibi… Önümde böyle örnekler olunca ben de kendi adıma bir hareketim olsun istedim. Ne kadar madalya alırsam alayım, onlar bir süre sonra unutuluyor fakat o hareket kural kitapçığında her zaman duruyor.
Yeni bir hareket bulmak istediğimi antrenörümle paylaşınca hemen çalışmalara başladık. Önce düşünmemiz ve ciddi bir araştırma yapmamız gerekiyordu. Sonuçta daha önce kimsenin yapmadığı bir hareket olmalıydı. Uzun araştırmalar sonunda kitapçıkta olmayan bir hareket bulduk ve idman yapmaya başladık.
‘Çolak’ hareketi aslında yepyeni sayılmaz, üç farklı hareketin birleşimi gibi diyebiliriz. Bunun üzerinde 2016’nın sonlarına doğru çalışmaya başladık. 2017’deki Dünya Kupası Avustralya’da başlayacaktı. Hareketi başlarda çok iyi yapabilmeme rağmen önümüzde yarışma olmadığı için çalışmaya ara vermiştim. Keşke bırakmasaymışım, o sıralar omzumda bir sakatlık oldu. Dünya Kupası’ndan bir iki hafta önce yarışmada ‘Çolak’ hareketini yapmaya, bunun için en uygun yarışmanın bu olduğuna karar verdim. Hem yılın ilk yarışmasıydı hem de orada çok da fazla rakibim yoktu.
Tüm bunların üzerine, bir de sakatlık sorunu yaşadınız o sıralar…
Kararımı verdiğim sıralarda harekete neredeyse iki aydır çalışmıyordum, dolayısıyla kaslarım epey zayıflamıştı. Antrenmanlardaki ilk denememde omzumdan “çat” diye sesler geldi. Omzumdaki kasların yırtıldığını öğrendim. Buna rağmen hareketi yapma konusunda kararlıydım. Yaptığım şey gerçekten çok riskliydi. Kol kaslarımın ve omzumun dinlenme esnasında taş gibi olduğunu hissediyordum. Yarışma anında o atmosferle ve adrenalinle bir şekilde çıkıp yaptım. O zaten çok önemli bir şey, yarışma anında antrenmandan çok daha güçlü oluyorsunuz her seferinde.
Tüm risklere rağmen pişman değilim, iyi ki yapmışım. O zaman yapmasaydım belki de elime böyle bir fırsat geçmeyecekti. Daha önce iki hareket vardı aklımda, ikisini de son anda başkalarının yaptığını gördüm. O yüzden onların adı kondu. Ben de o fırsatı bir daha kaçırmamak adına risk alıp başardım. Şu anda ‘Çolak 2’ hareketi üzerinde çalışıyoruz. Dünya Şampiyonası’ndan sonra yoğunlaşacağız ona da.
O günlerde dahi 2018 Avrupa Şampiyonası’nda bir madalya hedefiniz olduğundan bahsediyordunuz. Yarışma yaklaştıkça “Acaba?” dediğiniz oldu mu?
Normalde nisan ya da mayıs aylarında yapılan şampiyona, şansıma bu yıl temmuz ayına ertelendi. Tarih değişmeseydi, sakatlığım tam olarak geçmediği için muhtemelen madalya alamayacaktım. Bu yüzden de haberi aldığımda çok sevinmiştim. Artık bu şampiyonada tüm hünerlerimi sergileyip güzel bir sonuç almak istiyordum.
Her antrenman performansım daha da artıyor gibiydi. Böyle hissettikçe de madalyaya olan inancım arttı. Final gününde normalde çok yorgun olmam gerekirken ben yine kendimi gayet iyi hissediyordum. Üç haftalık bir sürecin son ve belki de en önemli günüydü, yorgunluk emaresi göstermemem de kendimi mental olarak iyi hazırlamamla ilgiliydi.
İlk günden sonra aynı şekilde devam ettiğim takdirde madalya geleceğini anladım ve en sonunda üç yıllık savaşımdan sonra Avrupa’daki ilk madalyamı aldım. Gerek kendi kariyerimin gerekse de ülke jimnastiğinin en büyük madalyası diyebilirim. Tabii ki daha yeni başlıyor her şey. Dünya Şampiyonası var, olimpiyat var… Bakalım, bundan sonra da güzel şeyler olacağına inanıyorum.
Glasgow’da takım finalini de yedinci kapattık. İlk üç rotasyonu zirvede geçtikten sonra podyum ihtimalini aklınızdan geçirdiniz mi?
Takım olarak en zayıf olduğumuz disiplin kulplu beygirdi ve bizim altıncı rotasyonumuzdu. Diğer tüm aletlerde herkesle yarışabilecek seviyedeydik. Sadece kulplu beygir yüzünden 4-5 puan geriye düştük. Bunu da önceden tahmin etmiştik ve kafamızda son alete gelene kadar 5-6 puanlık farkı korumak vardı. Yani bu durumun önceden de farkındaydık.
Üçüncü rotasyonun sonuna kadar birinci sıradaydık. Bir Türkiye, iki Rusya, üç İngiltere diye gidiyordu sıralama. Bu tablo bizi çok
mutlu etti. Beşinci rotasyonda yer hareketleri vardı. Aslında bizim en güçlü olduğumuz noktalardan biriydi fakat şanssızlık yaşadık. Beklediğimizden 4,5-5 puan eksik kaldık. Bunun sıralamadan heyecanlandığımız için yaşandığını düşünmüyorum. Sadece bir şanssızlıktı.
Belki böylesi daha iyi olmuştur. Çünkü turnuvadan önce hedefimiz takım olarak ilk sekizin içinde yer alıp takım finali yapmaktı. Madalya hedeflememiştik. Olsaydı mutlu olurduk ama asıl madalya hedefi bundan sonraki turnuvalar içindi. Böyle düşününce belki hiç hedeflemediğimiz bir madalyayı almak, ayaklarımızın yere sağlam basmasını engelleyecekti. Bir anda iki-üç basamak yukarı çıkmış olacaktık. Üzüldük fakat sonuçta bu turnuva için hedefimize ulaştık ve kimse de çıkıp “Finalde neden başarılı olamadınız?” diye hesap sormadı. Performansımızdan gayet memnunuz.
İzmir, Konaklı iki genç, erkek jimnastik tarihimizi değiştiriyor desek yanlış olmaz. Aleko Mulos’tan 108 yıl sonra Ferhat Arıcan, Rio’da büyük bir hasreti dindirdi. Siz de ilk Avrupa Şampiyonası madalyasını ülkeye getirdiniz. İlham alınacak bir selefiniz olmadan bu noktaya gelmenin zorlukları neler?
Bu döneme kadar takım olarak da bireysel olarak da örnek alabileceğimiz pek kimse yoktu. Ben ve takım arkadaşlarım pek çok ilke imza attık. Örneğin önümüzde Avrupa şampiyonluğu yaşamış bir örnek olsa belki bugün ben de şampiyonluk görmüş olabilirdim.
Bizden sonra gelecek gençlerimiz aslında çok şanslılar fakat bazıları bunun farkında değil. Universiade’da, Avrupa Şampiyonası’nda madalya kazandım. Artık kendi adımızla anılan hareketler var. Biz bu şansa sahip değildik, belki de bu nedenle şampiyon olamadık. Altını son anda kıl payı kaçırıp ikinci veya üçüncü olduğumuz turnuvalar yaşadık. Tecrübeli birinin bize söyleyeceği bir-iki cümle bile bizi şampiyon yapmaya yetebilirdi. Gençlerimiz bizim kadar zorlanmasın istiyoruz. Ben üç yıl uğraşıp üçüncü senenin sonunda madalya alabildim. Benden sonrakiler artık üçüncü senelerinde değil ikinci veya birinci senelerinde madalya alacaklar belki de.
Fakat öncü olup ilkleri yaşatmanın da verdiği farklı bir gurur var. Örneğin Avrupa Şampiyonası’nda finale çıkarken ülke ülke anons ediliyorsunuz. O sırada bir tarihin içinde yer almak ve o âna tanıklık etmenin ayrı bir heyecanı var. Bu olay uzun yıllar sonra bir yerlerde anılacak ve biz o ânın aktörleri olarak hatırlanacağız diye düşünüyoruz. Hedeflerimize ulaşıp tekrar tekrar tarihe geçmek istiyoruz ki ileride gelecekler için bir kapı açmış olalım.
2016 Rio’da erkek jimnastikte yalnızca Ferhat Arıcan boy gösterebilmişti. 2020 Tokyo için daha kalabalık bir katılım hayali kurabilir miyiz?
Olimpiyata giden sporcu sayısını artırmak için elimizde iyi bir fırsat var. Çünkü 2019 Dünya Şampiyonası’na bireysel olarak en fazla üç sporcuyla katılabiliyoruz. Ama takım olarak katılınca bu sayı beş veya altı olabiliyor. 2019’da belki de takım olarak ilk sekizi hedefleyeceğiz. Böylece olimpiyatlara takım olarak gidebilme şansını yaratmış olacağız.
Buna ek olarak da her alette madalya alan üç sporcu doğrudan olimpiyata gidiyor. Ayrıca altı ayaklı Dünya Kupası sezonu sonunda en çok puan kazanmış sporcular da olimpiyat vizesi elde edecek. Olimpiyat eleme süreci bu şekilde genişledi. Bu da bizim şansımızı arttırdı. Artık olimpiyatlara yedi-sekiz kişi gitme şansımız var ki bu da madalya alma şansımızın artması için önemli bir faktör.
Olimpiyat için konuşacak olursak da ben, Ferhat Arıcan, Ahmet Önder -ki benden bir yaş küçük olsa da çok başarılı ve yetenekli bir sporcu- ve 38 yaşında artık kendisinin de belirttiği gibi aktif sporculuk hayatının sonlarında bulunan Ümit Şamiloğlu var. Genel olarak bakınca avantajımız çoğumuzun aynı nesilden olması. Belki de bizden sonra bireysel başarılar devam etse de takım dağılacak ve on yıllık bir birliktelikle ilerleyen böyle bir takım daha olmayacak. Dolayısıyla biz, en büyük hedefimiz olan olimpiyatta bu avantajımızı kullanmak istiyoruz. Şu an için iyiyiz ve Türkiye Jimnastik Milli Takımı olarak olimpiyat tarihine geçebiliriz. Bunu başarabilecek kapasitedeyiz ve bunun farkındayız.