Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarSchumacher’in Mirası

Michael Schumacher'in oğlu Mick Schumacher, F3 şampiyonluğunu ilan etti. Talha Arslan, Ferrari geleneklerini, babasının bıraktığı mirası ve onun izinden giden Mick’i bekleyenleri yazdı...

“Formula 1, sporun zirvesi. Şüphesiz araçları kullanmak harika. Nürburg’da eğlencesine sürmekten de keyif aldım, ancak ciddi olarak devam etmek? Bunun için artık çok yorgunum.

Mercedes sene başında (2013) bana devam etme opsiyonu sundu, ancak yeni hayatıma başlamayı tercih ettim. Hatta, ilk emekliliğimde bile dönmeyi o kadar özlemediğimi itiraf etmeliyim size, iyi bir hayatım ve yapması keyifli birçok işim vardı.”

Nürburgring’in tehlikeli, eğimli, asfaltı kan ve yazılarla kaplı eski ve uzun versiyonu Nordschleife’de 2013’te attığı gösteri turu sonrası, Michael Schumacher bu sözleri söylemişti, her zamanki basit, mütevazi ve gösterişten uzak kelimelerle. Her ne kadar bu yazının bir noktasında ilk emekliliğiyle ilgili aynı çizgide olmayan savları ortaya dökecek olsak da, ikinci gidişine dair söyledikleri de spor tarihini değiştirebilecek nitelikte.

Michael Schumacher, Mercedes’in spora geri döndüğü ilk yıllarda, öğrencisi Nico Rosberg ile birlikte şasi gelişiminde çok önemli bir rol oynadı. Alman takımın sonrasında kurduğu dominasyonu bir de bu şekilde değerlendirmek doğru olur. Eğer Michael devam etseydi, Rosberg bu dominasyonun alternatif sahibi olabilir miydi, veya şampiyonluk motivasyonuyla Michael farklı sürüp 8, 9 diye devam edebilir miydi, Lewis Hamilton’ın Mclaren’de kaldığı bir senaryoda gridin arkalarında ikinci Alonso-Hamilton çekişmesi yaşanır mıydı, veya İspanyol pilot Ferrari’den hiç ayrılmayıp Schumacher’le 2006’nın rövanşını mı verirdi asla öğrenemeyeceğiz. Sonuçta, Michael kendisi için her zaman en önemli şey olan ailesine 43 yaşında yeniden döndü.

Onun hikayesi, yaklaşık bir sene sonra yaptığı kayak kazasıyla hak edilmeyen bir emekliliğe dönüşürken, ailenin en küçük üyesi olan Mick Schumacher ise, son zamanlarda büyük bir çıkış yakalayarak 2018 FIA Avrupa F3 kategorisinde 8 yarış kazandı ve şampiyonluğunu ilan etti. Aslında, seriye önceki yıl ilk kez katıldığında favorilerden biri olarak gösteriliyordu, ancak bu biraz da soyadının getirdiği bir yanılsamadan ibaretti. İki kez dünya şampiyonu Keke Rosberg’in oğlu sıfatıyla benzer bir serüveni olan Nico Rosberg ise, durumun daha o zamandan farkındaydı:

“Bir yerde Mick’in F3’te bu yıl (2017) favori olduğunu okudum, ama henüz ilk sezonunda olan birinden bunu beklemek? Lewis, bu seride ilk denemesinde 5. olmuştu. Bence burada başarı için iki yıl gerekli, farklı bir şey bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır.”

Gerçekten de Mick, babası Michael’ın Ferrari’sini andıran kırmızı bir Prema ve amcası Ralf’in HP logolu sarı kaskına benzer bir kaskla, tek podyum aldığı ilk yılında şampiyonayı ancak 12. bitirebildi ve “Acaba olmayacak mı?” çekincelerine sebep oldu. Ancak zaman geçtikçe adaptasyon sürecini tamamladı ve nihayetinde bu şampiyonayı kazanan Alain Prost, Riccardo Patrese, Esteban Ocon, Lance Stroll ve Lando Norris gibi isimlerin arasına katıldı. Onu şimdilik özel yapan ve ayrıcalıklı yere koyan asıl etmen ise, babasının Formula 1 ile özdeşleşen soyadı ve yaşattığı eski, kırmızı, güzel günler…

Mick’in biyografisine yazabileceğimiz satırlar henüz çok fazla değil. Fakat az önce değindiğimiz gibi, Formula 1’deki hikayeler anormal derecede birbirini tetikleyen dramalar dizisi olarak nitelenebilir. Griddeki sınırlı koltuk sayısı, maliyetler, baskı ve doğru yerde olma gerekliliği derken, herkesin kaderi bir diğerinin yaşadığı nüanslara bağlı olarak şekilleniyor. Mick için ise, pozitif bir ayrımcılıktan söz edebiliriz. Spa’da ilk galibiyeti ve sonrasında yakaladığı 5 seri galibiyetle basının ve büyük takımların ilgisini çekmeye başladı. Kendisinin önünde F1’e giriş biletini bekleyen başka akranları olmasına rağmen, onu ileride Ferrari’ye yakıştıranların sayısı şimdiden hayli fazla. İtalyan takımın patronu Maurizio Arrivabene de, kapıları sonuna kadar açtı ve gelecekteki müstakbel sürücüsünün üzerinden baskıyı almaya başladı bile:

“Son zamanlardaki sonuçları çok başarılı, ona harika bir kariyer diliyorum. Ama bırakalım da şimdilik eğlensin. Bana göre genç sürücüler işlerine odaklanırken, biraz sürmenin keyfini de çıkarmalılar, geleceğin ne getireceğini göreceğiz.

Sorunuza gelirsek, Maranello tarihine geçmiş böyle bir soyada nasıl hayır diyebilirsiniz ki?”

Her ne kadar Arrivabene, Ferrari-Schumi ortaklığın ihtişamına değinse de, aslında her hikayede olduğu gibi bu hikayede de birçok baş ağrısı mevcuttu. Michael Schumacher’le ilgili daha parlak satırlar görmek isterseniz, hemen Benim Adım Kırmızı yazısıyla hafızalarınızı tazeleyebilirsiniz. Ancak okumakta olduğunuz yazı, Formula 1 tarihinin en başarılı ortaklığında, eş zamanlı olarak iplerin gerildiği ve koptuğu dönüm noktalarını görülmeyen yönleriyle ele almaya çalışıyor.

Stuttgart’tan Maranello’ya bir tutku…

Tarihin tozlu sayfalarına dönüyoruz…

Francesco Baracca, İtalyan bir savaş uçağı pilotuydu. Stuttgart semalarında uçarken gördüğü Porsche fabrikasındaki logodan etkilenerek, “Şahlanan At”ı kendi uçağına uyarladığı rivayet edilir. Kariyeri boyunca(!) tam 34 uçak düşüren ve 1918’de düşürülerek hayatını kaybeden Francesco, bir İtalyan kahramanı ve efsanesi statüsü kazanır. Onun geride kalan hikayesi ise, eski zamanlardaki Formula 1’e fazlaca benziyor.

Francesco’nun ailesi, 1923 yılında Modena’lı bir genç tarafından ziyaret edilir. Enzo Ferrari, yarış pilotu olarak başladığı hızlı yılların ardından, bir yarış takımı kurmayı hayal ediyordur. Ailenin ona uğur getireceğini söylemesiyle birlikte, takımının logosunu Modena’yı temsil eden sarı zemin üzerine Baracca’nın Siyah “Şahlanan At”ı olarak belirler.

Ferrari’nin 60’lı yıllarda Ford’la giriştiği rekabetin ilginç kökeni ise II. Dünya Savaşı’na kadar uzanıyor. Kaynaklara göre, savaş sırasında Ford’un fabrikasında üretilen Amerikan uçaklarının bombaları sonucu, Maranello’daki tesisler büyük hasar almıştır. Yıllar sonra WEC’te çekişecek olan iki rakibin gayrıresmi ilk mücadelesini kaybeden Enzo’nun önünde iki seçenek vardır: Bugün adını bile hatırlamadığımız yüzlerce eski yarış takımının arasına katılarak tarih sahnesinden silinmek, veya yol otomobilleri üreterek işi daha da büyütmek. Muhtemelen, ikinci seçenekle ilerleyen Enzo’nun aklında yine de para kazanmaktan ziyade, yarış takımını finanse etme içgüdüsü ağır basmıştı.

Enzo’yu, vizyon açısından 2000’li yıllarda şirketi Microsoft’un CEO’luğunu başkasına devrederek odağını sadece büyüme ve inovasyona ayıran Bill Gates’e benzetmek bir nebze mümkün. Zaman zaman Ferrari için bazı yatırımcılarla görüşür, ama yarış takımının tam kontrolünün kendisinde kalması noktasında asla taviz vermez, Pazar günleri geldiğinde Enzo’nun oyuncaklarının elinden alınmasına tahammülü yoktur. Anlatılan odur ya, 60’lı yıllarda bazı Ferrari çalışanları Enzo’nun yanına giderek, biraz akıl sağlığı da yerinde olmayan Bayan Laura Ferrari’nin fabrikada çok fazla bulunduğu ve işlerini yapmalarına engel olduğu konusunda söylenirler. Patron, bu şikayete bütün huzursuz mühendisleri kovarak cevap verecektir. Bu olay sonrasında, Niki Lauda’ya kadar olan 13 yıllık periyotta takım tek bir sürücüler şampiyonluğu alabildi.

Rush filminde, Lauda Fiorano pistinde kırmızı araçla ilk turlarını attıktan sonra yarış mühendisinin yanına gider. Aralarında aşağıdaki konuşmalar geçerken, pistin hemen kenarında da Enzo sandalyesini kurmuş gazete okuyordur.

Niki Lauda: Berbat bir araç, domuz gibi gidiyor!

Yarış mühendisi: (Kenarda oturan Enzo’dan da çekinerek) Bunu söyleyemezsin?!

NL: Nedenmiş?

YM: Bu bir Ferrari!

NL: Bu bir b.k kutusu! Manyak gibi önden savruluyor, ağırlık dağılımı da felaket. Tüm bu tesisleriniz var ve böyle bir zırva parçası üretmişsiniz!

YM: ?! (Anlamsız bakışlar)

NL: Höö?

Yıllar sonra Prost’un, Raikkonen’in veya Alonso’nun kaderleri ise aynı olmadı. 2019 sonuna kadar, başarı gelmez ve beraberinde takım içi bir gerilim yaşanırsa -ki şu sıralar yaşanıyor-, Sebastian Vettel de benzer bir son tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Vettel de zaten, Michael sağlıklı olsaydı kendisinden spor ve Ferrari’deki politikalarla ilgili tavsiyeler almak isteyebileceğini söylüyor.

İşinizi gerçekten iş olarak görmekle, ona aşık olmak arasında çok ciddi bir fark mevcut. Ferrari’nin iki Dünya Savaşı arasında tutku, ihtiras ve adanmışlıkla şekillenen genleri, hep ikinci tanıma daha yakındı ve bu da beraberinde baskı ve fevriliği getiren gelenekçi yapının asıl sebebi olarak görülebilir. Bu açıdan, böyle bir ortamda Michael Schumacher’in kırmızılarla yaptığı şeyin adı bir devrimdi, fakat o ve çevresindekiler bile bir noktada Ferrari geleneklerine yenilecekti.

İyi ve Kötü Günler…

Hikayemiz, Murray Walker’ın 1999 Sepang anılarına uzanıyor. Michael, sonradan Renault’ya satılacak olan mavi Benetton’uyla 2 şampiyonluk kazanarak geldiği Ferrari’de (Size de tanıdık geldi mi?), yavaş aracıyla 3 galibiyet aldığı olağanüstü ama zirveden uzak bir 96 yılı geçirdikten sonra, etrafında kendi teknik ekibini kurma iznini almıştı. Sonrasında ise, şampiyonluğu Villeneuve’e kasten çarparak diskalifiye edildiği 97 ve “en çok saygı duyduğum rakibim” dediği Hakkinen’e son yarışta kaybettiği 98 sezonlarını yaşadı. O günlerde sosyal medya yoktu elbette, ancak baskı yine de tüm benliğiyle, kariyerinin en iyi yıllarını aldığı riskle heba eden Michael’ın üzerindeydi.

1999 ise, şeytanın bacağını kırabileceği seneydi, tabi Silverstone’da yaptığı kazada bacağı kırılmasaydı. Sadece 5 yıl önce, Senna’nın ölümlü kazasına hemen 2.sıradan takip ederken şahit olmuştu. O gün ise, çok benzer bir kazada belki de hayatını Senna sayesinde iyileşen Formula 1 güvenliğine borçluydu.

Sezonun sonlarına doğru, Schumacher iyileşti fakat son yarışlar için dönmeye pek de hevesli değildi. Herhangi bir iddiası kalmamıştı, ailesiyle vakit geçirmeyi tercih ederdi ve geri dönerse Irvine’a yardım etmek durumunda kalacaktı. Açıkçası kendini, Ferrari’nin 20 yıllık açlığını giderecek isim olarak görüyordu ve bu yüzden isteksizdi. Dönemin Ferrari Başkanı Luca Di Montezemolo ise aynı fikirde değildi ve henüz iyileşmediğini zannettiği Schumacher’in son durumunu öğrenmek için İsviçre’deki evini aradı. Telefonu, o günlerde 6-7 aylık olan Mick’in 3 yaşındaki ablası Gina-Maria açtı ve babasının bahçede futbol oynadığını anlattı. Sonuç: Michael gelen emirle apar topar Malezya yarışına hazırlandı ve sıcak/nemli havada 4 ay uzak kalmış olmasına rağmen sansasyonel bir yarış geçirdi. Polden başladığı yarışta, Irvine’a yol verdi, yarışın kalanında da Hakkinen’i engelleyerek yapması bekleneni harika şekilde ortaya koydu.

O hafta sonu, Montezemolo iki şey öğrendi: Michael Schumacher ve Jean Todt kendisinin arkasından iş çeviriyordu ve bu ileride yaşanacak kaçınılmaz ayrılığın temeliydi. Burası Ferrari’ydi ve takım ne isterse o olurdu. İkinci gerçek ise, ciddi güven zedelenmesine rağmen Ferrari’nin Schumacher’e ve etrafında kurduğu Todt-Brawn-Bryne ilişkisinin getireceklerine -şimdilik- ihtiyacı vardı.

Luca’nın aklına bambaşka bir hamle geldi! Mika Hakkinen’i Michael’ın yanına oturtarak dengeleri yumuşatabilirdi. Hatta Michael da o sıralar kendisini spora getiren Mercedes’in etkisiyle Mclaren’le görüşmelerde bulundu. 2017’de Hamilton ve Vettel’in yaşayacak olduğuna benzer senaryolar yazıldı çizildi, sonuçta bunlar gerçekleşmedi ve ikisi de takımlarında devam ettiler. Michael ve Ferrari ortaklığı, uzun zamandır üstünde çalışılan projeyi nihayetinde mutlu sona ulaştırdı ve tarihin en büyük dominasyonu ortaya çıktı.

Kırmızı Hafta Sonu

2006 sezonu, Alonso-Schumacher savaşı ve karışması beklenen kontrat pazarı açısından unutulmazdı. En tepede yarışan 3 isim, Schumacher, Alonso ve Raikkonen’in kontratları aynı anda bitecekti ve her üçünü de farklı yerlerde izleyebilirdik. Alonso, halihazırda 2007 için Mclaren ile anlaşmıştı ve Ferrari de 3 yıl 45 Milyon $’lık gizli bir Raikkonen opsiyonunu elinde tutuyordu. Bu açıdan İtalya 2006 haftasonu, F1 tarihinin en önemli dönemeçlerinden biri ve düğümün çözüleceği yarış oldu.

Schumacher, kararını açıklayacağı yarışı kazanarak 25 puanlık devasa farktan geri dönmüştü (günümüz puanlamasıyla 62.5 puan diyebiliriz, ayrıca o dönem ikinci olan sürücüye de 8 gibi yüksek bir puan verildiği için fark kapatmak çok zordu). Podyumda ve piste inen tifosilerin arasında müthiş bir coşku hakimken, Reuters kaynaklı bir haber kimsenin beklemediği (ya da en azından umut etmediği) şekilde ekranlarda altyazı olarak geçildi:

Schumacher sezon sonunda emekli oluyor! Yerini ise Mclaren’den Kimi Raikkonen alacak…

Bu işte bir terslik olmalıydı?

Yarış günü saat 3.25 sularında, tam da Michael damalı bayrağı geçip galibiyete ulaşırken, Ferrari garajında basın mensuplarına tek sayfalık bir A4 kağıdı dağıtılıyordu. Ferrari, Schumacher’in emekliliğini kendisi açıklamadan duyurarak ona bir manevra şansı bırakmamayı hedeflemişti. Sonuçta, Michael yarım saat sonra kendisini herkesin zaten bildiği bir şeyi açıklarken buldu. Yüzünde, tam 15 yıl önce Spa’da ilk yarışına çıkarkenki o tevazuluk vardı, ancak herhangi bir tatminkarlık belirtisi veya emekli olmasını gerektiren bir sebep yoktu. Hala rekabetçiydi, hızlıydı, rekorlarını daha da geliştirebilirdi ve en önemlisi de, ikonu olduğu spora olan sevgisinden 37 yaşında olmasına rağmen bir şey eksilmemişti.

Tabii, tüm bu kariyerin tuğlaları atılırken, Michael son 12 yıldır sporun Bernie Ecclestone’dan sonraki en güçlü ismi konumuna evrilmişti. Patron Jean Todt ise, takımdaki herkesle ilişkisini ast-üst veya işveren-çalışan düzeninden çok arkadaşlık boyutunda tutuyordu. O sıralar, Marlboro’yla 200 Milyon $ getirecek über-astronomik bir sponsorluk anlaşmasını da koparan Todt, takım üstündeki liderliğini pekiştirdi. Bu üstünlük Montezemolo’yu bile aşıyordu ve tüm bunlar tabii ki, Ferrari’deki alışılmış düzenin dışında şeylerdi. Onlara göre, herkes rolünden bağımsız olarak birer çalışandı ve takımın çıkarlarını gözeterek hareket etmeliydi.

Montezemolo, aynı yıllar önce Schumacher’le ters düşmesine rağmen onunla devam edişi gibi, o gün de Jean Todt’un takımı yönetmek için en doğru isim olduğunu biliyordu. Sadece, Todt olması gerekenden daha güçlüydü. 2000 yılında Schumacher’in yanına Hakkinen’i oturtmaya çalışan Luca, bu sefer de Hakkinen’in varisi olarak gösterilen Kimi Raikkonen kozunu kullandı. Michael’ın elinde iki seçenek kalmıştı: Emeklilik, ya da Raikkonen’e ayrılan maaş bütçesinden arta kalanlarla devam etmek.

Tabii geride kalan resmi hikayeye göre, Schumacher Senna’nın pol pozisyon rekorunu kırdığı 11 Mart 2006 tarihinde, başka hedefi kalmaması üzerine zirvede bırakarak emekli olmaya karar vermişti. Ancak Michael’ın Monza’da Ferrari’siyle son kez attığı veda turlarından sonra yaşananlar bile bunun tersini ispatlıyordu. Michael aracından indiğinde ilk yaklaşan kişi Montezemolo’ydu ve isteksizce ona sarıldı. Sonra içten bir şekilde Jean Todt ve diğer sevdiği insanlarla kucaklaştı. Ardından az önceki seremoniden memnun olmayan Montezemolo tekrar şansını denedi ve yine aynı şey yaşandı.

Yukarıdaki fotoğraf ise, yazının başında bahsettiğimiz, o bir noktada birbiriyle bağlanan F1 hikayelerinin çok tipik, popüler ve dramatik bir örneği. Az sonra emekliliğini açıklayacak olan Michael Schumacher, hemen yanında her zaman kendisinin safında olan arkadaşı ve takım patronu Jean Todt, en solda Schumacher’in yerini alacak olan ve Ferrari’nin hala son şampiyonu ünvanlı Kimi Raikkonen ve yıllar sonra ortaya çıktığı üzere, Ferrari’yle 2012 yılı için kontrat imzalayan, fakat geçirdiği ralli kazasıyla başka bir yarım hikaye bırakacak olan Robert Kubica…

Seçilmiş Kişi

Michael Schumacher, 2006 yılında virgül koyduğu hikayeyi devam ettirmek için 2010’da döndüğünde, sönük geçen döneme rağmen hep göz önündeydi. Aynı ilgiyi şimdiden yaşayan Mick Schumacher’in ise babası kadar sansasyonel bir kariyere sahip olacağını iddia etmek için henüz erken olabilir. O, Michael’in kariyerindeki her şeyin önüne koyduğu ailesinin yeni direği ve her parlayan yıldız gibi ispatlaması gerekenler var. Ancak şu ana kadar gösterdiği gelişim ve yaşadıkları da hafife alınacak türden değil.

Mick, 2010 yılında Kerpen’deki yerel karting şampiyonasını üçüncü yılında kazanarak rekabetçi olduğunu gösterirken, bir yandan da adaptasyon ve hızlı öğrenme anlamında gelişime açık olduğunu hissettirdi. Onu kıyaslayabileceğimiz en iyi örnek ise, Karting ve Formula alt serilerinde üç kez rakip olduğu Lando Norris. Norris, kariyerinin ilk 6 yılında hiçbir turnuvayı kazanamadı. Ancak 2009-2011 arasında tam 9 farklı kategoride yarışlara katılarak geliştirdiği adaptasyon becerisiyle, sonrasındaki her sezon en az bir şampiyonluk elde etti. Bu anlamda Mick, Lando’nun bir miktar gerisinde ve bunun da farkında. 2019 için Formula 1 koltuğu şansı olsa da, Formula 2’de bir yıl geçirip daha komple bir şekilde spora gelmeyi hedeflediğini ifade ediyor.

İstatistik kağıtlarını ters çevirdiğimizde ise, ikili arasında başka bir farklılık görüyoruz. Lando, şimdiye kadar alt serilerde 58 pol pozisyonuna rağmen 45 galibiyet alırken, Mick ise daha kısa süreli serüveninde 15 pol pozisyonu, 23 galibiyet ve 50 podyum elde etti. Bu açıdan Mick, daha çok Michael’ın, Fernando Alonso’nun ve Alain Prost’un dahil olduğu “Sunday Drivers” grubunun içerisinde yer alıyor.

Hayatındaki en büyük zorluk ise, şüphesiz babasının 2013 Aralık ayında geçirdiği kayak kazası ve sonrasında girdiği koma oldu. 14 yaşında yaşadığı bu travma, onun kararlılığı ve mental gücü için ciddi bir testti ve 2014 yılında 5 farklı kategoride verdiği mücadele tebriği hak ediyor. 2018 şampiyonluğuna giden yol ise, yine babası için çok özel olan Spa-Francorchamps’taki ilk galibiyetle açıldı.

Red Bull destekli Dan Ticktum, sezonun büyük bölümünü önde götürmesine rağmen, sonradan açılan rakibine ünvanı kaybetti ve ikili gelecekteki potansiyel rekabetlerinin tohumunu ektiler. Dan, Mick’in bir anda yükselişini şüpheli ve ilginç bulduğunu söylese de, onun sonradan açıldığı örnekleri düşündüğümüzde sağlam bir kanıt olmadan bir sonuca varmak pek mümkün değil. Bu konunun tek ilginç tarafı, baba Schumacher’in de zaman zaman bu tarz ithamlara maruz kalmasıydı, tıpkı 94 Benetton şampiyonluğu gibi.

Babalar ve Oğulları

Mick’in hikayesi, F1’deki ilk baba-oğul ilişkisi değil. Öne çıkanlar arasında; Graham-Damon Hill, Gilles-Jacques Villeneuve, Keke-Nico Rosberg ve son zamanlarda Jos-Max Verstappen var. Bugüne kadar, baba-oğul Formula 1 şampiyonluğu sevinci yaşayanlar ise sadece Hill ve Rosberg aileleri oldu. Jos Verstappen’in de pek parlak bir kariyeri olmadığını hesaba katarsak, Schumacher ailesi orta vadede bu kulübe katılan son soyisim olabilir. Jacques Villeneuve, Mick’le ilgili en baştan bazı uyarılarda bulunuyor:

“Spor benim yarıştığım dönemden çok farklı. Tüm bu sosyal medya ve pazarlama işi, sürüşün yanında 10 kat daha etkili. Babası yüzünden üstündeki baskı fazla olmalı, eğer bunu taşıyacak kadar güçlü olursa, o zaman bütün kapılar açılır.

Tabii, o kapılar açıldığı zaman, tekrar kapanması da çok daha hızlı ve kolay olabiliyor. Tüm fanlar ve medya, zaman zaman ona tecrübeli olmadığı halde öyleymiş gibi bakacak. Bu büyük bir etken. Eğer tutkuluysa, peşinden gitmeli.”

Mick, babası sayesinde sahip olduğu bir popülarite ve Schumacher ismine ait 7 şampiyonluk ve 91 galibiyetin yüküyle, fazlasıyla göz önünde olacağı bir kariyere doğru ilerliyor. Bu kariyer, efsanenin 2006 öncesindeki başarılarına da benzeyebilir, 2010 sonrasındaki gibi eski günleri yad etme şeklinde de sınırlı kalabilir. Michael’ın rekorları, “kırılamaz” noktasından, Hamilton ve Vettel’in birkaç senede ulaşabileceği bir konuma geldi. Ancak Mick, bu rekorlara bir de soyadı filtresi eklenerek bakılmasını sağlayabilir, veya zaman ekranlarında 3 harfli kısaltması MSC olanlar şeklinde…

“Benim rol modelim babam, çünkü o basitçe, bu işin en iyisiydi. O benim idolüm.” – Mick Schumacher

Sözlerimizi, Michael’ın kariyerindeki güzel anılardan belki de en duygusal olanı ve akılda kalanıyla bitirelim.

Yazan: Talha Arslan

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce