Türkiye futbolunun en başarılı teknik direktörlerinden biri olan Fatih Terim, buna rağmen kariyerinin çoğu kısmında bir kesim tarafından tartışıldı. Kayıplar ve yenilgiler zaten genel tabloda eksi hanesinde duruyor. Kazanımlar ise genelde ‘şans’ faktörüne bağlanıyor. Futbolda şansı inkar etmek mümkün değilama boyutu belki de sandığımızdan daha ufak olabilir. Oyunun tamamını ve günün sonunda çıkan sonucu bütünüyle şansa bağlamak pek de hakkaniyetli bir düşünce değil.
Futbolun cazibesi belki de burada. Kırılma anlarında önünüzde birden çok ihtimal oluşuyor, fakat sadece bir tanesi gerçekleşiyor. Son dakikada çekilen şut; savunmadan dönse özetlerde bile yer almaz, auta gitse ertesi gün unutulur ama direğe çarpıp kaleye girse ‘şans’ olarak hatırlanır. O topun kaleyi tutması; 50. dakikada olsa istatistik olur, 90. dakikada olsa hikayeleşir. Futbolun şiirsel yanı bu büyülü anlar çok önemli. Fakat saha içini analiz ederken, 90 dakikanın skorunu sadece o tek topun gittiği yön mü belirliyor? O zaman sahanın geri kalanında ve oyunun 89 dakikasında yaşananları nasıl değerlendireceğiz?
Bu bağlamda Fatih Terim’in başarılarını şansa bağlamak biraz haksızlık gibi kalıyor. Üstelik bu sadece Terim için geçerli değil, hemen hemen diğer başarılı teknik adamların da üzerinde duran bir lanet gibi. Mesela Mustafa Denizli de şanslı olarak görülüyor. Mourinho ve Ancelotti için de ‘şanslı’ diyenler var. Başarılı teknik adamların şanslı olarak görülmesi bir tesadüf mü? Şanslı olarak görülen başarısız bir teknik direktör var mı? Varsa da çok azdır herhalde. Galiba, çalışan, uğraşan, isteyen son anda yanında ufak bir şans kırıntısını da buluyor ve sonuca ulaşıyor.
Son oluşan tabloya bakalım. Eleme gruplarına oynanan maçlarda çıkan sonuçlar tamamen Türkiye’nin istediği gibi bitti. Fakat bu noktada bir abartıyı da ıskalamamak lazım. Mesela sosyal medyada, Türkiye’nin en iyi üçüncü olmasını sağlayan 7 maçtan bahsediliyor. Yapılan listeye göre o 7 maçta da Türkiye’nin istediği sonuç çıktığı söyleniyor. Fakat işin aslı tam olarak öyle değil. Belki efsaneleşen bir karikatürü anlamlandırmak için, belki de Terim’in başarısını küçümsemek için hazırlanan liste bize doğru sonuç vermeyecek. Zaten bazı maçlarda çıkacak her sonuç Türkiye’nin işine yarayacaktı. Hatta daha doğrusu Türkiye’yi çok da ilgilendirmeyecekti. Meslea Polonya – İrlanda maçında çıkacak herhangi bir sonuç Türkiye’yi çok etkilemeyecekti. Slovakya’nın deplasmanda Lüksemburg’u yenmesi de ne Türkiye’yi etkiledi ne de çok büyük şansa gerek duyan bir sonuçtu.
Her gündem maddesine damga vuran sosyal alemin abartıları, bu yazının ana kısmını oluşturmayacak ama kısaca değinmiş olalım. Türkiye’nin en iyi üçüncü olmasını sağlayan maçları değerlendirmek lazım. Türkiye, ilk etapta üçüncü olmak için kendi ipini kendi kesecek bir konuma geldi. Bunu da Hollanda’yı, yani çekiştiği rakibi 3-0 mağlup ederek gerçekleştirdi. Kendi yaptıkları maçın sonucunu belirleyecekti, belirledi. Deplasmanda Çek Cumhuriyeti’ni yendi. Sadece şansla olabilecek bir durum olmasa gerek. Devamındaki İzlanda maçının son dakikada kazanılması şans ise, grubun diğer maçlarında tam tersi durumların yaşandığını hatırlamak lazım. Letonya maçının son dakikasında yenilen gol bile tek başına yeterdi ama Sneijder’in şutunda Huntelaar’a çarpan topun kaleye girmesi ‘şans’ kavramını bambaşka bir noktaya taşıyabilir.
Hollanda deplasmanında alınan bir puan, kaçan iki puanı unutturmuştu belki de. Öte yandan grupta oluşan tabloda Hollanda’nın işleri çok karıştırdığını ve bunun da Türkiye’nin işine gelmediğini hatırlamak lazım. Grubun sürpriz (!) takımı Hollanda’nın diğer iki rakibe 6 puan vermesi ama Türkiye’nin 4 puan çıkarması, Terim’in erkenden üçüncülük hesapları yapmasına neden oldu. Belki diğer maçlarda alınan sonuçlar istenilen gibi olsaydı (Terim şansı devreye girseydi) ilk iki hesapları yapılabilirdi.
Son gün oynanan Letonya – Kazakistan maçına dönelim. Hollanda’dan 4 puan alan ve iki maçta da rakibine yenilmeyen Türkiye kendi şansını kendi yaratmış olamaz mı? Hollanda, 6 puan alabileceği iki maçta Türkiye’den sadece bir puan alabildi, o da garip bir son dakika golüyle… En azından kendi evinde Türkiye’ye puan kaybetmeseydi, Hollanda son maçlara Türkiye’nin önünde başlayacaktı.
Letonya – Kazakistan maçı değerlendirmelerinde çoğunluk Kazakistan’ın son 6 yılda deplasmanda kazanamamış olmasını ön plana koyuyor. İlginç bir istatistik, doğru soslarla sunulursa, öyküye oldukça ilgi çekici anlamlar katabilir. Bu da öyle oldu. Fakat Kazakistan’ın da en olmayacak takımı yenmediğini de kabul etmek gerekir. Son 7 senede resmi maçlarda sadece Lichtenstein, Malta, Moldova, Lüksemburg ve Gürcistan gibi takımları yenebilmiş, bu dönemdeki tek üst düzey galibiyetini İsrail’i deplasmanda yenerek elde etmiş bir takımdan bahsediyoruz. Avrupa’nın 4. ve 5. kategori takımları arasındaki çekişmenin önemini ıskalamamak lazım. Birbirlerine karşı alacakları her puan ve galibiyet onları bir sonraki eleme grubu kurasında üst sıraya çıkaracak. O nedenle Letonya deplasmanının Kazakistan için önemi en az Türkiye’nin İzlanda maçı kadar önemliydi. Yani aslında İslambek Kuat’ın golü tamamen ‘kardeş ülke sevdası’ veya Fatih Terim şansı ile açıklanacak bir durum değil. Futbolun gerçeklerini çok fazla göz ardı etmemek lazım.
Terim, bu tip durumları daha önce de yaşadı. En üst noktası da kuşkusuz Euro 2008. Son dakika golleri Terim’in şanslı olduğunun en büyük kanıtı olarak sunuldu. Fakat son dakikaya kadar skora ortak olunmak göz ardı edildi. Daha da ötesi son dakikalarda devreye girdiği iddia edilen şansın, karşılaşmaların gidişatında çok da yardımcı olduğu söylenemez. Grubun favorisi Portekiz karşısında oynanan 90 dakikayı kenara koyalım. Hamit, Tümer, Arda, Gökdeniz, Nihat gibi topla haşır neşir olmayı seven, dikine giden, top süren hücumcu kadronun aynı anda sahaya çıktığı İsviçre maçında, bir anda bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurla karşılaşması sahayı ve maçı başka bir boyuta taşıdı. Çek Cumhuriyeti maçında ise skor ilk yarıda 1-0 olmasına rağmen maça ortak bir takım vardı sahada. Fakat, sakatlanan Emre Güngör’ün yerine oyuna girmeyi bekleyen Emre Aşık, hakem tarafından uzun süre saha kenarında bekletilince ikinci gol geldi. Belki de daha erken ve daha kolay şekilde dönecek maç, saha içinde yaşanan böyle bir durumla zora girdi.
Fatih Terim’in şans kavramından beslendiği iddia edilen bir performansı da 2012-13 sezonundaki Şampiyonlar Ligi maçlarıydı. İlk 3 maçtan sadece 1 puan çıkarınca, üst tura yükselmek imkansız gibi gözükmüştü. Terim ve Galatasaray üçte üç yaparak gruptan çıkmayı başardı. Grubu buradan okuyunca, inanılmaz bir ilahi yardım gözüküyor. Fakat Braga maçındaki bozuk zemin ve Cluj maçındaki yağmur göz ardı ediliyor. Peki, Cluj maçında Melo’nun kaçırdığı penaltıya şanssızlık diyebilir miyiz? O vuruş gol olsa grubun kaderi daha farklı çizilecekti. Fakat bu yazının ana fikrinden yola çıkarsak, o ana ‘şanssızlık’ demek haksızlık olur. Bozuk zemin, o vuruşu muhakkak etkiledi ama o şartlarda yapılacak tek vuruş şekli o değildi. Terim o an doğru penaltıcıyı seçmedi, Melo doğru vuruşu yapmadı, daha detaylı ilerlersek Galatasaraylı idarecileri sahalarının zeminlerine sahip çıkmadı. Başından sonuna kadar hatalı bir organizasyon, o penaltının kaçmasına, Cluj karşısında iki puan bırakılmasına ve gruptaki şansın zora girmesine neden oldu. Tıpkı grubun geri kalanında tam tersi durumların yaşanması gibi.
1999-2000’de Galatasaray’ın üçüncü olmasını sağlayan sonuçlara ‘şans’ demek, hem Türkiye futbol tarihine geçen o takıma yapılacak bir haksızlık olur hem de bir önceki sezon grubu lider Juventus ile aynı puanda ikinci sırada bitiren performansı görmezden gelmek olur.
Rıdvan Dilmen’in Euro 1996 üzerinden verdiği örnekler oldukça yerindeydi. Fatih Terim, milli takımı 4 farklı eleme grubunun başından çalıştırdı. 1996, 2008 ve 2016 başarıyla sonuçlandı. 2010 ıskalandı. 4’te 3 fena bir oran değil gibi. Özellikle 1996 öncesi %75’lik bir oranın yanına yaklaşamayan bir ülke için.
İşin aslı özellikle uzun soluklu eleme gruplarında Fatih Terim’in sadece şanstan beslenmediğini, daha net görebiliriz. Aynı anda hem yarışmacı kimliğiyle başarıya ulaşmayı hedefleyen Terim, bir yandan da iki seneye yayılan fikstürde takımı bir dönüşüme sokuyor. Dilmen’in dediği gibi havuzu geniş tutuyor. Belki de bu dönüşüm ve geçiş grupların ilk kısmında istenmeyen sonuçların alınmasına neden oluyor. Fakat devam eden süreçte hem kadro yenileniyor hem de Terim durumu daha iyi analiz edip sonuç alacağı bir tablo oluşturuyor. Bu da iyi bir gözlem yeteneği ve iyi bir analiz gücü gerektiriyor. Oyuncuyla ilişkiler, krizi yönetimi gibi maharetler de bir teknik direktörün olmazsa olmazları Peki şans nerede? Bunların hemen ardından geliyor olabilir, ama kesinlikle tepede değil.