Adar ile Enka’da buluştuk; hem zirve yolunu hem de onu bir anlamda gündeme taşıyan anı kahve eşliğinde konuştuk. Başarılı isim, neşeli tavrıyla karşımızdaydı.
An itibarıyla Türkiye’nin en tanınan kadın güreşçisisin, senden önce de böyle biri yoktu galiba…
İlk ve tekim ama arkamdan birçok arkadaşım geliyor. 48 kilogramda Evin Demirhan var. Buse Tosun ve Bediha Gün’ü de sayabilirim. Şampiyon olduğumdan dikkat çekiyorum ama onlar da başarımı tekrar edebilecek potansiyele sahipler.
Güreşe başlamaya nasıl karar verdin? Zira kız çocuklarını genelde baleye gönderirler…
Güreşle çok geç tanıştım. Erkeklerde grekoromen, serbest güreş vardı ama kadınlara yeni geldi. Ben 2011’de başladım. İki hocam vardı Güreş Eğitim Merkezi’nde, Aslan Seyhanlı ve Kemal Kurt. Yetenekli olduğumu fark etmişlerdi. Kalıplıydım, “Senden çok iyi güreşçi olur, gel başla” dediler, başladım.
Bir idolün var mıydı peki?
Evet, Hamza Yerlikaya… Biliyorsunuzdur zaten; kendisi ‘asrın güreşçisi’, dünya ve olimpiyat şampiyonu. Umarım ben de onun izinden gidip benzer başarıları elde edebilirim.
Güreşte yetenek nedir sence? Hem seri hem kuvvetli olmak mı?
İlk şart, çeviklik. Aynı zamanda güreş bir zekâ işi; çünkü her an atak ve kontratak yapabilme kabiliyetine sahip olman gerekiyor. Rakibi nasıl düşüreceğini bilmelisin. Bunu da ancak zekânla başarabilirsin.
Hint yapımı Dangal filmi vardı, güreşçi babanın iki kızını yetiştirme hikâyesiydi. Seyrettin mi?
Çok güzel bir film. Hatta dünya şampiyonu olduğumda biri bana “Sen de Türkiye’nin Dangal’ısın” demişti ve bu da benim epey hoşuma gitmişti. Gerçekten de öyleyim galiba.
İşler senin için de filmdeki gibi mi ilerledi? Başlıyorsun ama ilk başlarda kadın olduğun için önemsenmiyor ya da ciddiye alınmıyorsun, arkadaşların “Ne işin var güreşte?” diyor…
Gerçekten de böyle; çok büyük tepkiler aldığımız oluyor, gazetelerde kötü yazılara maruz kalabiliyoruz mesela, “Ata sporumuz kadınlara yakışmıyor” gibi… Ama ben bunlara inat devam ediyorum; özgürüm sonuçta, istediğim branşta, istediğim zaman, istediğim şeyi yapabilirim. Dalgalandırdığım ve temsil ettiğim bayrak da aynı bayrak sonuçta…
“Kadınlar güreşmemeli” diyen kimdi?
Gazetenin ismi Yeni Akit’ti galiba, tam emin değilim. Bir tane köşe yazarı, sürekli bizim hakkımızda ileri geri yazılar yazıyordu.
Mayo giydiğiniz için mi acaba?
Evet, bize güreşi yakıştırmıyormuş! Bu işi birçok olumsuz duruma karşı yapıyoruz. Genelde mayoyla gördüklerinde sporcu olduğumu anlayıp soruyorlar “Hangi branş?” diye, tahminler fitness ya da vücut geliştirme falan. “Bayan güreşi” dediğimde kimse düşünemiyor. Bir de şöyle soruyorlar: “Şimdi güreşsek beni yenebilir misin?” (Gülüyor)
Yenebilir misin?
Açıkçası öyle bir durumla karşılaşmadım henüz, karşılaşmak da istemem açıkçası.
Aslında bu işler kuvvetten öte tekniğe dayalı biraz, değil mi? İki metrelik bir adamı tek oyunla yerden yere çarpabilirsin muhtemelen…
Kesinlikle öyle, tamamen teknikle alakalı. Tekniği ya da en basiti düşmesini bilmeyince işin çok zor. Oysa ben belki bir teknikle bir erkeği alt edebilirim.
Güreşe başlamanın ideal bir yaşı var mıdır?
Güreş ağır bir spor olduğu için ergenlikten sonra başlamak daha iyi olur diye düşünüyorum. Büyüme çağındayken, halter falan da yapınca, ister istemez boy kısalmasına neden olabilir. Spor yapmanın herhangi bir yaşı yok ama… Kişi istediği zaman uygun bir branşa başlayabilir. Mesela benim altyapım atletizm ve güreşe başladığımda teknik konularda zorlansam da bu sayede koşu, nefes ya da kondisyon yönünden bir sıkıntı yaşamadım.
Atletizm altyapın seni şampiyon bir sporcuya dönüştüren etkenler arasında mıdır peki?
Etkisi olmuştur elbette ama sadece bu değildir tabii. Ben azimli bir insanım. Tuttuğumu koparırım. Bir işi yapmak istiyorsam en iyisini yapmaya gayret ederim. Hedeflerimi de hâliyle başarı üzerine kurarım.
Özel bir çalışma metodun var mı?
Yatmadan önce mental antrenmanlar yapıyorum. Uzandığım zaman gözlerimi kapatıyor ve kendimi kürsüde hayal ediyorum, bayrağımızı dalgalandırdığımı, marşımızı okuduğumu… Teknik açıdan da düşünüyorum tabii, “Ben bu tekniği nasıl yaparım, rakibim bunu bana yapsa ben ona nasıl karşılık veririm?” gibi.
Rakiplerini araştırıyor musun peki?
Daima… Teknoloji sağ olsun, istediğim rakibe istediğim zaman ulaşabiliyorum. Videolarını izliyorum. Notlar alıyorum. Hocalarımla beraber bakıyoruz sonra, hangi oyuncunun hangi oyunları yaptığını inceliyor ve antrenmanlarımızı buna göre şekillendiriyoruz. Mesela Rus bir sporcu var diyelim; sağ ayak önde yapıyor ve sağ içe dalıyor, sen de buna göre savunma yapmalısın. Ya da o sana çalıştıysa aynı şekilde, bu kez sen farklı bir atak yapmalısın… Dünya Şampiyonası’nda final mücadelesini 5-4 kazandım ve çok zorlandım ama aynı rakibi üç ay önce çok rahat yenmiştim. O zaman kendi kendime dedim ki gerçekten izlemiş beni ve ona göre savunma yapmış. Neyse ki Allah yüzümüze güldü.
Olimpiyat yüzmüş bir arkadaşımla konuştuğumda psikolojik hazırlık sürecini yönetmekte zorlandığını söylemişti. Peki sen bu konuda neler yapıyorsun, herhangi bir mentorun var mı?
Federasyonun bizlere sağladığı kişisel psikologlarımız var. Genelde müsabaka dönemlerinde görüşüyoruz. Faydası da oluyor tabii, sonuçta her şey kafada bitiyor. Mesela 2016 Rio’ya giderken her şeyi gözümde çok büyütmüştüm, oysa hepsi dünya şampiyonalarında karşılaştığım rakiplerdi, yeni bir durum yoktu yani. Lakin bahsettiğim bu tedirginlikten ötürü başarısız oldum. Dünya şampiyonu olduğum yarışmada ise tam tersi durum vardı, kendime güvenim tamdı. Minderden önce beynimde bitirmiştim zaten.
Şampiyon bir sporcusun ama herkes seni aldığın evlenme teklifiyle hatırlıyor…
Açıkçası hiç haberim yoktu. Bana böyle bir şey yapılacağını bilsem, muhtemelen izin vermezdim. Utangacımdır, özel hayatımı insanların gözü önünde yaşamak istemem. Ama benim için çok büyük mutluluktu, unutamayacağım anlarımdan biriydi. Allah izin verirse, ileride eğer evlenirsek, çocuklarıma anlatabileceğim bir anı oldu. Tabii kızdığım noktalar da var bu konuda. “Dünya şampiyonu olan kız benim” diyorum mesela, kimse beni tanımıyor. Ama sonrasında “Hatta bir arkadaş evlenme teklifi etti, görmüşsünüzdür” deyince, “O kız sen miydin ya! Çok güzeldi” şeklinde tepkiler geliyor. Ben orada o kadar sıkıntı çekmişim, antrenmanlar yapmışım, ter dökmüşüm ama bu başarıya ulaşmak için yaptıklarım hatırlanmıyor da aldığım evlenme teklifi hatırlanıyor.
Yasemin Adar denince ilk akla gelen şeylerden biri de birinin seni taciz etmesi ve senin ona karşılık vermen…
Bu tamamen uydurma bir haber aslında.
Öyle bir şey yaşanmadı mı?
Hayır. Benim adıma Twitter’da sahte bir hesap açıldı. Sonra biri ortaya böyle bir şey atınca, o sahte hesap da ona cevap verdi.
Açıkçası sahte hesap olduğunu bilmiyordum, hatta içimin yağları erimişti, “Oh ne iyi yapmış” demiştim…
Herkes böyle bir şey bekledi gerçekten de… Ülkemizde kadına şiddet vakaları çok fazla. Böyle bir durumla karşılaşsam nasıl bir tepki verirdim, açıkçası kestiremiyorum. Yumruk olmazdı da sözle tepki verirdim… Ya da vururdum belki de ben ya, bilemiyorum, emin de olamıyorum. O anki durumuma bağlı…
Çocuk yapmayı düşünüyor musun evlendikten sonra, yoksa kariyer planlarına mı öncelik vereceksin?
Biz her şeyi tamamen olimpiyat sonrasına bıraktık. Şu an tek hedefim 2020 Tokyo, başka bir şey düşünmüyorum. Türkiye’ye birçok ilk yaşattım; dünya ve Avrupa şampiyonu oldum. Olimpiyatta da aynı şekilde bir ilki başarmak istiyorum.
Olimpiyattan sonra çocuk yapmaya karar verdin diyelim, ardından spora geri dönebilecek misin?
Aslında Avrupa ülkeleri bu konuda çok bilinçli. Hamile kalıp, çocuk yapıp, sonrasında aktif hayatlarına ve spora devam edebiliyorlar. Ama biz Türkiye’de henüz bu eşiği aşamadık…
İmkânsız bir şeyden bahsetmiyoruz sonuçta, değil mi? Sırf doğurdu diye bir kadının spor hayatı bitmek zorunda değil…
Asla… Ben bunu başarabilirim ama çok da büyük konuşmak istemiyorum tabii. Şimdi “Yaparım” derim, yapamam ya da “Yapamam” derim ama yaparım. Bilemiyorum, zamanı geldiğinde yaşayıp görmek lazım.
Ya sonra? Antrenörlüğü düşünüyor musun mesela?
İsterim tabii, neden olmasın. Hakkımda “Eski şampiyondu, yeni şampiyonlar çıkardı” dense fena mı olur? Çok isterim. Hatta belki çocuğumun da güreşçi olmasını isterim. Kim bilir?