”Bu ânı hayatım boyunca asla unutamayacağım. Yanıma gelip bana, Avrupa Şampiyonası’nda onu 17 yıl sonra ilk defa geçenin ben olduğumu söyledi. Bu, benim için oldukça gurur vericiydi.”
Dublin’de düzenlenen 2018 Paralimpik Avrupa Yüzme Şampiyonası’nda, S5 kategorisinde 50 metre sırtüstü yarışı sona erdiğinde, listenin en tepesinde 45.21’lik derecesiyle Sümeyye Boyacı ismi yer alıyordu. Altın madalyayı kazandığında, onunla bu sevinci sanki kendisi kazanmışçasına paylaşan biri daha vardı; 50 metre boyunca hemen yan kulvarında yarışan ve yarıştan hemen sonra ona sıkıca sarılan Teresa Perales. Yukarıdaki cümleler de işte o, yarış bittikten sonraki birkaç saniyelik sarılma ânına ait.
Sümeyye ile rakibinin ağzından dökülen bu cümleleri konuştuktan sonra, ona Teresa’yı sadece rakip olarak mı gördüğünü, normalde de sohbeti olup olmadığını sormak istedim. Zira Perales, Sümeyye’den 28 yaş büyüktü ve bu şampiyonaların gediklisiydi. Sümeyye’nin yıldız yüzücü ile ilgili düşünceleri, kendi geleceği ile ilgili ufak ipuçları da veriyordu: ”Teresa Perales, hayatımda gördüğüm en çalışkan, başarılı, aynı zamanda mütevazı ve güleç kadın. Umarım tıpkı onunki gibi uzun bir kariyerim ve sayısız başarılarım olur.”
Şimdi, filmi biraz başa, Sümeyye’nin yüzücü olmaya ilk karar verdiği âna saralım. Röportaja çalışırken, onun bu spora başlamaya karar verdiği dönem ile ilgili farklı bir hikâyenin varlığından haberdar olmuştum. Bu noktada hikâyeyi ondan dinlemek istedim: “Gittiğim bir akvaryumda gördüğüm balıkların kolları olmadan yüzebilmesinden oldukça etkilendim. Ben de yapabilirdim. Beş yaşında, annemin teşvikiyle, Çiğdem Hoca’nın (Abaza) eğitmenliğinde yüzmeye başladım. O zamanlar, itiraf etmek gerekirse korkuyordum. Zamanla korku, yerini eğlenceye bıraktı.”
Sümeyye için her şey hobi olarak başlamıştı. Ta ki, karşısına bir yüzme takımına dâhil olma fırsatı çıkana dek: ”Yüzmeyi eğlence aracı olarak görüyordum. Buralarda olmak gibi bir planım yoktu ama sonrasında bir takıma girip Mehmet Hoca (Bayrak) ile çalışmaya başladım. Ardından Berlin’de 30. Uluslararası Alman Şampiyonası’nda madalyalar kazandım. Artık milli sporcuydum.”
Sümeyye Boyacı’nın kollarının yardımı olmadan nasıl böylesine hızlı ve çabuk yüzebildiği, pek çoğumuzun izleyerek tam anlamıyla idrak edemediği bir durum. Rakiplerine karşı bu anlamda nasıl fark yaratabildiğini merak ettiğimde 15 yaşındaki yüzücü şunların altını çiziyor: ”Ben çok büyük bir aşkla yüzüyorum, bu her şeyden önce geliyor. En önemli ikinci konu ise ayaklarımı ve bacaklarımı çok etkili kullanmaya çalışıyorum.” Sümeyye’nin iki kolu da doğuştan yok. Elleriyle yapabileceği her şeyi neredeyse ayaklarıyla da yapıyor. Yüzmekle birlikte bunlara resim çizmek ve hayatını devam ettirmesi için yapması gereken her şey dâhil.
Milli sporcu, hiçbir başarının tesadüf olmadığını düşünenlerden. Zaten kendisine sorduğum, Dublin’de kazandığı altın madalyayı bekleyip beklemediği ile ilgili soruya da net bir şekilde cevap vererek bu özelliğini gösteriyor: ”Bu, aslında beklediğim bir başarıydı. Çünkü çok yoğun bir program hazırlamış ve programa harfi harfine uymuştuk. Bu da başarıyı getirdi.”
Merakıma yenik düşüp antrenman programını sorduğumda ise aldığım cevap kazandığı başarıların hiç de tesadüf olmadığın gösterir cinsten: ”Avrupa Şampiyonası öncesi kendi şehrimdeyken kara antrenmanları hariç haftada 14 saat çalışıyorum. Fakat şampiyona öncesi, Rize ve Ankara’da kamplar yaptık. Bu kamplar çok daha ağır tempoda devam etti. Her sabah saat beşte şok havuzuna girdik. Öğlenleri kara antrenmanı yapıp sonra yine havuz antrenmanına döndük. Yani günde 6-7 saat çalıştığımızı, 8 kilometreye yakın yüzdüğümüzü söyleyebilirim.”
Berlin’de kazanılan madalyalar, Dublin’de gelen altın madalya ve havuzda yazılan diğer tarihi başarılar… Bunlar, bizi Sümeyye’yle tanıştıran zaferler. Ancak onun yolculuğu biraz daha gerilere, çocukluk yıllarında tuvale ayaklarıyla yaptığı çizimlere kadar uzanıyor.
Ayaklarını kullanarak hayatını devam ettirmeyi o kadar küçük yaşlarda öğrenmişti ki henüz beş yaşındayken, Alexander Pushkin’in Altın Balık adlı romanının Türkçe çevirisi için bir resim yapmıştı. 2009 yılında ise tüm sulu boya resimleri Spivakov Vakfı aracılığıyla Moskova’da sergilenmişti.
Röportajı, sözü tekrar spora getirerek kapatmak en doğrusu olacak diye düşünüp konuyu Tokyo Olimpiyatı’ndan açmak istiyorum. Sümeyye’ye, Tokyo’da madalya kazanmak bir yana 2020’ye katılmanın bile ne kadar önemli olacağından bahsederek, ona olimpiyatla ilgili hedeflerini soruyorum. Onun cümleleriyse ne kadar büyük düşündüğünü bir kez daha anlatıyor:
”Benim hedefim sadece gidip orada bulunmak değil. Eğer o kotaya girebildiysem, bir potansiyelim olduğu içindir. Ne paralimpikte ne de normal yarışlarda yüzmede olimpiyat altını kazanamadık. Ben Tokyo’da bir ilk olmak istiyorum.”