“Adım Giovanni Troiano. Napoli’de doğdum ve büyüdüm. 22 yaşımda en sevdiğim şehirden ayrıldım ve Avrupa’nın birçok yerinde araştırmalar yaptım. Şimdiyse Boston’da akademik kariyerimin peşinde koşuyorum. Bir yanımda kalem ve kağıt, diğer yanımdaysa eski püskü bir radyo. Napoli maçı açık.”
Türkiye’de takım tutma geleneği genellikle aileden (babadan) geçer. Napoli’de de durumlar benzer mi?
Genellikle evet, durumlar benzer. Napoli benim içime ailem sayesinde işledi, özellikle babamın payı bunda büyük. İtalya’da aileler genelde yerel takımı desteklerler ve senden de ona gönül vermeni beklerler. Ama tabii ki tanıdığım AC Milan, Inter ve Juventus taraftarı olan arkadaşlarım vardı Napoli’de. Ancak ebeveynleri bu durumdan pek hazzetmezlerdi açıkçası.
Napoli maçlarını bilinçli olarak takip etmeye ne zaman başladın?
Küçükken babam beni sıkça maçlara götürürdü ancak o günlere dair anılarım çok silik. İlk şampiyonluğumuzu dahi hatırlamıyorum, zira o sıralar üç yaşındaydım. Ancak maçları takip etmeye çok erken yaşta başladım çünkü şehrin konuştuğu tek şey Maradona’ydı. İkinci şampiyonluğumuzu gayet net hatırlıyorum… Küçüklüğüme dair hatırladığım diğer şeyler içinse Napoli’nin 1989 UEFA şampiyonluğuna uzanan yürüyüşündeki maçların çoğu diyebilirim. Bordeaux, Juventus, Bayern Munich ve finalde Stuttgart. Final maçları o zamanlar iki ayaklıydı, neden bilmiyorum ancak finali televizyondan seyredememiştik babamla. Zorunlu olarak radyoyu açtık ve o günden beri televizyondan takip edemiyorsam, telefonumdan yayın açmak yerine radyodan dinlemeyi tercih ediyorum. Çünkü kulağımla işittiğim sözcükleri hayal etmek bana çok daha farklı bir haz veriyor. Radyodan dinlerken stadyumda olduğumu hissediyorum, sanki o açıdan maçı ben izliyorum.
Maradona’dan bahsettin. Maradona’yı çıplak gözle izleyebildin mi?
Çok küçükken gördüm, çok iyi hatırlamıyorum. Yıllar sonra tekrar görme şansı buldum, sanırım Ferrara veya Careca’nın jübilesi için yapılan dostluk maçında. Onun en iyi olduğu dönemleri izleyemedim ancak babam Maradona’yı bolca izleme şansına sahipti ve bana çok şey anlatırdı.
Babanın hikâyelerinden seni en çok etkileyen hangisiydi?
İki hikâyem var beni etkileyen, biri babamdan diğeri abimden. Babamın anısıyla başlayayım. Arezzo, Napoli’ye oranla bayağı zayıf bir takımdı ve Kupa maçı için iki takım karşı karşıyaydı. Bir hayli kalabalıktı… Kaybetmeyeceğimiz çok açıktı ancak insanlar Maradona’yı görmek için her Napoli maçına gitmeye çalışıyorlardı. Babam için de Arezzo maçı bir dönüm noktasıydı. O maçtan önce Maradona’nın ne kadar büyük bir futbolcu olduğunu pek kavrayamadığını hep söyler. Eve geldi, şapkasını çıkardı ve koltuğa çöktü. Ben ve abim hemen çevresine toplandık ama babam şoktaydı. Bir süre sonra ağzını araladı ve sessizce “Sanırım tarihin en iyi oyuncusu gerçekten de Maradona” dedi. Anlat dememize gerek kalmadan devam etti: “Maradona topu kaleciden kurtardı ancak top kalecinin dizinden sekip hızlandı. Topa yetişebilirdi, topu durdurup içeriye pas atabilirdi, aynı her normal insanın yapacağı gibi. Ancak o öyle yapmadı. Ayakta kalma mücadelesi verirken bir anlığına da kaleye baktı ve anında kafasında senaryoyu çizdi. Topu ağlarla buluşturmak için yapabileceği tek bir hareket vardı: Rabona. Dengesini zor da olsa sağladı ve sol ayağının dışıyla topa kavis vererek gol atmaya çalıştı ancak top direkten döndü. Gösteriş için yapmadı. O an, durumun gerektirdiği üzere rabona stiliyle topa vurmak zorundaydı. Gol için başka bir şansı yoktu! Böyle şeyleri ânında hayal edip, gerçekleştirmek için kafadan kontak olmak gerekir. Normal bir insan böyle düşünebilir mi? Sanırım onu diğer tüm futbolculardan ayıran sayısız özelliğinden en çekici olanı da bu.’’
Abimin hikayesindeki kurbansa Lazio. “3-0 öndeydik ve maçı izlemekten çok tribünde birbirimizle konuşuyorduk. Ancak o âna tanık olurken kimseden çıt dahi çıkmadığını hatırlıyorum. Maradona orta sahanın sol tarafından depara kalktı ve topu bir anda kaptı. Kaleci öndeydi. Kalecinin önde olduğunu tahmin mi etti yoksa gördü mü, hâlâ bilmiyorum… O saniyeleri izlerken tribündeki hiç kimse golü düşünmüyordu lakin pozisyonun devamında fark ettiğimiz üzere, Maradona’nın aklından gol hiç çıkmıyordu. Topun kaleye gitmesi için öyle bir kuvvetle ve açıyla vurması gerekiyordu ki sol ayağıyla topa vurduktan sonra dengesini tamamen kaybetti ve 4-5 takla attı. Bir yandan Maradona’nın taklaları mı izlesem yoksa topun havada çizdiği mükemmel gökkuşağını mı izlesem kararsız kaldım. Top ağlarla buluştuğundaysa tarihin en güzel gollerinden birine tanıklık ettiğimin farkına varmıştım.”
Biraz geçmişe gidelim. Ben Napoli-Juventus çekişmesinin ne kadar hararetli olduğunu Higuain transferinde anlamıştım. Bu çekişme ne zaman başladı?
Napoli-Juventus husumeti geçmişe dayanır. İtalyan ligi sanırım geçtiğimiz yüzyılın başlarında hayata geçti. İlk başlarda İtalya’nın kuzeyinden çok takım vardı; Genoa, Bologna gibi. Bu takımlar şu an pek varlık gösteremiyorlar ancak geçmişte birçok kupa kaldırdılar. Bu konunun en büyük örneğiyse Pro Vercelli sanırım. 7 kez şampiyon oldular ancak şu an neredeler, hangi ligde oynuyorlar ben bile bilmiyorum. Konumuza dönecek olursak, İtalya’nın güneyinden Napoli lige 1926’de katıldı. Napoli’de büyüdüğüm mahallenin büyükleri her zaman Napoli-Juventus arasında bir çekişme olmak zorunda olduğundan bahsederdi. Zira İtalya’nın güneyi ve kuzeyi arasında her zaman adı konulmayan bir sıkıntı vardı. Yıllar geçtikçe Napoli ve Juventus, insanların gözünde kuzey ve güneyin birer temsilcisi hâline evrildiler. Kültürel farklılıklar da bu ateşe odun attı. Ayrıca kuzeyi temsil etmenin yanı sıra Juventus, gücün de bir temsilcisiydi. Napoli öyle bir güce ne erişti ne de kısa süreliğine bile olsa benzeri bir gücü temsil etti. Birçok kupayı kazanamadı çünkü her zaman önlerinde Juventus vardı. Bazen onlarca puan bazen de sadece bir. Her zaman önümüzdeydiler, her zaman!
Higuain’in Juventus’a gitmesi, tabii ki Napoli taraftarlarını üzdü. Ancak bu ilk sefer değildi. Tarih boyunca birçok oyuncu Napoli’den Juventus’a transfer oldu. Ancak en acı vereni Jose Altafini’ydi. Onun döneminde Napoli neredeyse şampiyon oluyordu. Hem de iki kez. Ardından Juventus’a katılmayı tercih etti. O sezon Juventus-Napoli karşılaşması…. Sezonun son maçı mıydı, yoksa ondan bir önceki mi hatırlayamıyorum ancak o maçı kazananın şampiyon olacağı belliydi. Juventus öne geçti, ardından bir süre şansımız yaver gitti, toplar direkten döndü, pozisyonları harcadılar. Her neyse, beraberliği yakaladık. Bu önemliydi zira beraberlik Juventus’tan çok Napoli’nin işine yarıyordu. Son dakikalarda bir korner kullanıldı… İnanılmaz bir karambol vardı. Kalemize bir şut geldi, direkten döndü sonrasında top en olmayacak kişinin önünde kaldı: Jose Altafini. Juventus’a kaybetmemiz bizi üzerdi tabii ki ancak bizim Jose’nin o golü atması, 1975 yılında kaçan şampiyonluğu özel kıldı. Ve o günden sonra Jose’nin soyadı da ‘core’ngrato’ oldu. Yani nankör.
Higuain’in Juventus’a gitmesi Napoli için “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün kanıtıydı. Taraftarlar nefret kustu hâliyle. Bir hayli kızgındılar.
Sen nasıl hissettin? Napoli halkı ile Higuain’in aynı Jose Altafini gibi bir bağları var mıydı?
Oyunculuğunu çok severdim. Ancak artık Napoli başkanının mantalitesinden yanayım. Örnek vermek gerekirse; Maradona’ya aşığımdır ancak Napoli şehrine olan etkisini çok beğendiğim söylenemez. Maradona Napoli’den ayrıldığında insanlar hâlâ Maradona varmış gibi davrandılar ve her sezon şampiyon olmamız gerektiğine inandılar. Hem de uzun bir süre boyunca. Durumun öyle olmadığını biraz geç kavradılar. Biz şampiyon olduk çünkü bizim Maradona’mız vardı. Juventus içinse isimler o kadar önemli değil, zira onlar her zaman kazandılar ve kazanıyorlar. Demek istediğim, bence geçmişle bağı koparmak ve geleceğe yürümek önemli. Biz Higuain olmasa da kazanmaya devam ediyoruz, belki de onsuz daha iyi olduk. Evet, başlarda kızgındım ben de. İçimden “Gerçekten de Juventus’a mı gitmek zorundaydın? Başka takım mı yoktu?” dedim. Ancak bu insanlar profesyonel, iyi bir teklif geldiyse neden gitmesin? Ben Napoli’de doğup büyümüş olmasaydım, sanırım ben de aynı tercihi yapardım.
Higuain’in bazı taraftarlarda derin bir yara bıraktığı açık. Peki geçmişte Juventus’tan Napoli’ye gelen oyuncular nasıl karşılandı? Mesela bir diğer Arjantinli Omar Sivori…
Omar Sivori Juventus’un şampiyonluklarında önemli işler yapmıştı. Şahsen pek hatırlamıyorum, babamın anılarından edindiğim bilgilerim var. Sanırım Sivori, Juventus’ta antrenörlerle sorun yaşamıştı. Sorunlar bir hayli büyük olmalıydı ki gözden çıkarıldı. Sırtına Napoli forması geçirdiğindeyse taraftarlar “Bu sefer şampiyonluk cepte” diye düşünmüşler. Ancak AC Milan’ın arkasından ikinci sırada kapattık o sezonu. En azından Juventus’u geçmişiz değil mi? (gülüyor)
Arjantinli oyuncuların Napoli’yi tercih etmesindeki sebep Maradona mı? Yoksa şehrin Maradona yüzünden Arjantinlileri sıcak karşılamasından mı?
Sanırım iki durum da dediğin gibi Maradona yüzünden oluştu. Sana Arjantinliler hakkında bir anımı anlatayım. Bir sunum yapmak için San Francisco’ya gitmiştim ve barda bir şeyler içerken Ernesto diye biriyle tanıştım. Konuştuğumuz süre yirmi dakika vardır yoktur. Ardından eşim mesaj attı ve mekândan ayrılmak için dışarı çıktım. Koşarak arkamdan geldi ve “San Francisco’da yaşamaman ne kadar da kötü!” dedi ve bana sarıldı. Sanki onun en yakın arkadaşıydım! Arjantinliler günlük hayatta İtalyanlarla, İtalyanlar da futbolcu Arjantinlilerle ânında duygusal bir bağ kurmayı başarıyor sanırım. Şimdi bunu söylediğimde aklıma geldi, sanırım bu yüzden Polonyalı Arkadiusz Milik ile bir bağ kuramıyoruz. (gülüyor)
Milik demişken… Cavani, Higuain ve ardından Milik. Sence Milik, Napoli’nin son yıllarda alışmış olduğu forvet kalitesini karşılayabilir mi?
Milik’in Cavani ve Higuain’in boşluğu doldurması gerektiği düşüncesi çok saçma. Milik’in stili farklı. Milik genç bir oyuncu, iki büyük sakatlık yaşadı. Taraftarların onu Higuain ve Cavani’nin gölgesinde yetiştirmeye çalışması çok yanlış. Dybala sanırım bunun kanlı canlı örneği. “Yeni Messi, Arjantin’den yeni bir Messi daha” tarzı gazete başlıklarını hatırlıyorum. Demek istediğim, oyuncuları başka oyuncularla karşılaştırmak çok absürt. Milik hiç kimsenin yerini doldurmayacak. O da kendi hikâyesinin bir kısmını Napoli formasıyla yazacak, aynı Cavani ve Higuain’in yaptığı gibi.
Sarri ile Napoli halkının ilişkisi nasıldı? Sarri’nin göze hoş gelen oyununa Napoli halkı nasıl bir tepki verdi? İtalya’nın güneyi için skor mu önemli yoksa oyun mu?
Bu konu hakkında büyük bir tartışma var. İyi futbol mu yoksa iyi sonuç mu? Bu tartışma bana çok mantıklı gelmiyor açıkçası. Neden birini diğerine tercih etmem gerekiyor ki? İyi futbolu severim, iyi futbolla kazanıyorsak daha da mutlu olurum. Kaybettiğimizdeyse, karşı takımın bize karşı iyi önlem aldığını ve açıklarımızı değerlendirdiğini düşünürüm. Ancak Sarri ve Napoli öyle değildi. İnsanlar iyi futbol oynatmaya çalıştığı için şampiyon olamadığımızı iddia ettiler. Yazdılar, çizdiler. Ancak sorun ne Sarri’ydi ne de onun sistemi. Sorun Juventus’tu. İtalya’nın sorunu Juventus. Adamlar Cristiano Ronaldo’ya yıllık 30 milyon euro ödeyebiliyorlar. Napoli bu paraların beşte birini ödeyemez, istesek de yapamayız. Geçen yıl Juventus’un yedek kulübesindeki isimlerin bazıları: Douglas Costa, 40 milyon euro ödenerek Bayern Munich’ten alındı. Bernardeschi için Fiorentina’ya 50 milyon Euro ödediler. Cuadrado, 30 milyon… bunlar sadece yedek kulübesi! Bizim yedek kulübemizde kimler vardı? Bilmiyorum! Hatırlayamıyorum bile (gülüyor). Mertens oyundan çıktığında Adam Ounas oyuna girerdi. 10 milyon euro ödendi, genç oyuncu, hâlâ kanıtlaması gereken çok şey var. Sezon boyunca hem iyi oynayıp hem de şampiyon olmamız imkânsızdı. Sarri’nin problemi… Napoli’nin problemi futbolun güzel olup olmaması değil. Bizim problemimiz şampiyonluk için çekiştiğimiz rakibimizle aynı seviyede olamamamız ve bunu görmeyi kabul etmememiz. Şampiyonluğa en yakın olduğumuz sezonda oyuncularımızın kalite eksiği yoktu ancak mantalite problemleri vardı. Şampiyonluk baskısı altında bir çoğu ayakta kalamadı. Juventus geleneğinin alışkın olduğu bir ortamdı orası ve sonunda da onlar kazandı.
Juventus’un şike yaptığı ortaya çıktıktan sonra Napoli’deki hava nasıldı? Olduğuna dair zaten şüpheleriniz var mıydı?
Dürüst olmak gerekirse, geçmişte İtalya Serie A’da olan ve şike yapmayan takım bence yoktu. Napoli de dahil (gülüyor). İnsanların bu konu hakkında “Juventus şöyle, onlar böyle, şike yaparlar anca… Juventus İtalya’nın kanseri” tarzı söylemlerine katılmıyorum. İtalyan futbolunun kanseri yozlaşma. Ve bu yozlaşma bir önceki sorunda bahsettiğim Juventus sorununun çok daha ötesinde bir problem. Tabii ki Juventus’un arkasında diğer kulüplerin sahip olmadığı bir güç vardı. Bence Avrupa’yı futbol açısından adaletsiz kılan da bu maddi güç. Bence futbol, NBA gibi olmalı. Belli bir bütçe limitiniz var, her yıl oyuncu seçme hakkınız var. Örneğin Lakers geçmişte şaşaalı dönemler geçirdi ve şampiyonluklar kazandı. Şimdiyse Golden State en parlak dönemini yaşıyor. Ve geleceğin bugünden farklı olmasını bilmek, sporun büyüsünü bir üst seviyeye taşıyor. Buradaki (Amerika) insanlar her yıl Warriors’u finalde görmekten sıkıldıklarından bahsediyorlar. Sizce biz İtalyanlar nasıl hissediyoruz? (gülüyor). Ben Sassuolu’yu şampiyon görmek isterim mesela.
Leicester City masalının İtalya liginde olması imkânsız diyorsun?
Nasıl olabilir ki? İspanya’da da durum aynı. Arada sırada Atletico Madrid; Real Madrid ve Barcelona’ya ‘bu sefer olmaz’ diyor tabii. Ancak argümanı “Atletico gibi güçsüz bir takım dahi kafa tuttu” diye kuramayız. Öncelikle Atletico başkentin takımı. Ve inanılmaz oyunculara sahipler. Mesela Griezmann, şampiyonlukta yoktu belki ama bu tür oyuncuları getirebiliyorlar. Diego Costa, Koke, kalede Courtois, Godin, Filipe Luis. Son yıllarda bizim bir Griezmann’ımız hiç olmadı mesela. Onların olmasına rağmen kazanamadıklarını görünce de umudum pek kalmıyor, güce kafa tutan takımların bir gün elbet başarılı olabileceği ütopyasına…
İtalya’daki Juventus hegemonyasından ve sahip olduğu güçten bahsettin. Napoli’de de bir dönem tarihe “faşist” olarak geçmiş Achille Lauro dönemi vardı. Güçlü dönemi… O sıralar Napoli dünyaca ünlü oyuncuları kadrosuna dahil etmişti.
Evet kendisini tanıyorum, Napoli’de futbola ilgisi olup da onu tanımayan yoktur. Napoli’nin o zamanki havasını nasıl etkiledi, bilmiyorum, çok net şeyler söyleyemem. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası faşizme bakış açısı çok daha olumluydu. İnsanlar düzen istiyordu. Lauro, futbolla haşır neşir olan ilk iş adamlarından biriydi. Onun gücüne ancak Agnelli ailesi karşı çıkabildi. Yani Juventus.
Sarri’ye geri dönecek olursak, Sarri yerine aklına gelen başka biri olsaydı 2016’da Napoli şampiyon olabilir miydi? Ve Ancelotti sana göre Napoli için doğru bir tercih mi?
Sarri bence elindeki malzeme ile en iyisini başardı. Ancak olay şu: Ben kazanıp kazanmamayı çok kafaya takmam, çünkü bence futbolu izlenebilir ve eğlenceli kılan şey kazanmak değil. Kazanırsak süper ancak puan kaybettiğimizde de sorun yoktur benim için. Ancak Juventus kazanmak zorunda, yatırdıkları paranın karşılığını almak zorundalar. Napoli’nin başkanı çok doğru bir şey söylemişti “Sizce neden Cristiano Ronaldo’yu aldılar? Sizce bir sonraki hedefleri ne? Lig şampiyonluğunu yedi defa üst üste kazandığınızda, taraftarlarınızı bilet almaya nasıl ikna edebilirsiniz? Onların ilgisini nasıl canlı tutabilirsiniz? Ancak Ronaldo gibi bir oyuncuyu alarak.” Napoli için durum çok daha farklı. Eğer Ancelotti olur da bir şampiyonluk kazanırsa dahi bu, onun Sarri’den daha iyi olduğunu göstermez. Ancelotti’nin en büyük artısı, en yüksek seviyelerde yaşadığı tecrübeler. Ve o tecrübeyi takıma yansıtmayı da biliyor. Sarri en iyisini yaptı ve neredeyse de kazanıyorduk! Ben bununla memnunum.
Unai Emery Arsenal’a geldiğinde, Arsenal’a bir numara küçük olduğu veya Arsenal’ın artık kendisini tablonun ilk dört sırasında görmediği ve o yüzden Emery’yi getirdikleri konuşuldu. Ancelotti her zaman tepeye oynayan bir antrenör. Onun gelmesi Napoli’nin her zaman ilk üçü hedeflendiği anlamına gelir mi?
Bence Ancelotti gelmeden önce de ilk üçe sürekli giren bir takım havası yaratmıştık. Ancak birçok taraftar arkadaşım, ki onlar Napoli’deki her maça giderler, “Bu sezon bittik! Inter ve Milan bu sezon çok daha iyiler” diyorlar. Siz deli misiniz? Geçen yıl Inter son nefeste dördüncü bitirdi, Milan altıncı mıydı yedinci mi? (gülüyor). Bu sefer de Sarri ayrıldı diyorlar. Çünkü şehir olarak geçmişe maalesef çok bağlıyız. Sarri olmadan tepeye oynayamayacağız düşüncesi hakim. Ben onlara katılmıyorum. Bu sezon da kafa kafaya oynayacağız ve belki de daha iyi olacağız. Ancelotti’nin tarzı hakkında çok bilgiye sahip değilim ancak bildiğim şey onun çok tecrübeli olduğu. Her yerde neredeyse her şeyi kazandı. Komik olan ne biliyor musun? Napoli’deki insanlar Ancelotti geldi diye Cristiano Ronaldo’yu alacağımızı düşündüler. Vidal’i da alacağız, onu da alacağız, bunu da. Bizim zaten kaliteli ve gelecek vadeden oyuncularımız var. Ve onlardan performans alan bir kültürümüz…
İtalyanların savunma ağırlıklı futbolu yüzünden artık eskisi kadar izlenmiyor argümanı yıllardır konuşuluyor. Hatta Ruud Gullit, How to Watch Football kitabında da buna değiniyor. Sence İtalyan futbolunu, izlenme oranları ve transferler açısından, düşüşe geçiren etken ne?
Ruud Gullit’e katılmıyorum. Sanırım bu cümleyi hayatımda ilk defa kurdum (gülüyor). En büyük problemimiz stadyumlar. Dünyanın diğer büyük ligleriyle bu konuda tartışmaya dahi giremeyiz. Stadyumlarımız o kadar kötü ki… Yeni stadyumları geçtim renovasyon bile yok. San Paolo stadyumunun otoparkı maç günleri kapatılıyor! İnanabiliyor musun? Maç günü! Bir defasında sırf trafik yüzünden maça gitmekten vazgeçtim. Toplu taşımalar ve stadyumlar birçok şehirde kesişmiyor. Avrupa’yı vuran ekonomik kriz de etkili oldu. Inter ‘triplete’ amacıyla inanılmaz paralar yatırmıştı ve yaptılar da. Ancak o kadar para harcarken sonuçlarını hiç düşünmediler. Ve iflas ettiler. Milan da aynısını yaptı. İtalya’da birçok takım, bunlara büyük babalar da dahil, yüklü paralar harcadıktan sonra iflas etti. Sonuç olarak, büyük takımlar büyük oyunculara büyük paralar veremeyince taraftarlar da maçlara gitmek istemedi. Başkaları da izlemek…
İtalya Dünya Kupası elemelerinde İsveç’e elendiğinde hava nasıldı? İsveç bizden daha iyiydi denildi mi yoksa medyada yazıldığı gibi tartışmalar Insigne üzerine miydi?
Biz inanmak istemesek bile İsveç Dünya Kupası’nda ne kadar kaliteli bir takım olduğunu gösterdi. Danimarka’yı da keyifle takip ettim. Açıkçası biraz şanssızlardı. Son yıllarda İskandinavların bir yükselişi var ve bunun yanına İtalya’nın pek de iyi olmayan bir jenerasyonunu koyduğunuz zaman, elenmek kaçınılmazdı diye bakıyorum şu an. Ancak belki farklı bir teknik direktörümüz olsaydı sonuç farklı olur muydu diye düşünmeden de edemiyorum. Çünkü gerçekten Gian Piero Ventura iki İsveç maçında da çok formsuzdu hem de doğru adam değildi. Biliyorum çünkü geçmişte Napoli’yi de çalıştırmıştı. Dünya arenasında size tecrübeli adamlar lazım, Ancelotti gibi. Sanırım Mancini de bunu yapabilir. Evet, Insigne bayağı tartışıldı. Bence tartışılmasının asıl sebebi De Rossi’nin dahi yedek kulübesine dönüp “Neden hala Insigne’yi oyuna almadın” demesiydi. İzlerken ben de sinirlendim. Zira Insigne, dar alanda büyü yaratabilecek tek oyuncumuzdu. Lakin İsveç’in Dünya Kupası performansını izlediğimde, Insigne’yi bırak Messi’nin bile bu kilidi açabileceğinden emin değildim.
En sevdiğin, seni geçmişe götüren Napoli anın hangisi?
Juventus’u yendiğimiz her maç, en sevdiğim anım oluyor (gülüyor). Sanırım en zevkle hatırladığım anım Napoli-Lecce maçı. Maç 0-0, dakika 90+3. Lecce tehlikeli bir pozisyon yarattı ve top ağlarla buluşmak üzereydi. Grava topu çizgiden çıkardı ve birkaç saniye sonra top Cavani’nin ayağına geldi. Cavani iki çalım attı, ardından topu çekti, kaleye yöneldi, baktı ve topa öyle bir vurdu ki top henüz ağlarla buluşmamışken sevinmeye başlamıştım. Gol olduğunda babam çığlıklarıyla bana sarıldı ve yorulana kadar zıplamıştık. Birçok güzel gol gördüm, belki o gollerin birçoğu Cavani’nin golünden de güzeldi ancak o gol kadar hiçbir gole sevinmedim sanırım.