Michael Phelps nasıl biri? Bazen çok içine kapanık ve robotik gözüküyor… Yakından tanıyan biri olarak siz ne söylersiniz?
İlk geldiğimizde kendisiyle bir mesafe söz konusuydu; geliyor, sadece antrenmanını yapıyor, selamlaşmadan çıkıyordu. Ama ilerleyen zamanlarda, kendini koruma amacıyla bunu yaptığını anladım. Bizim iyi niyetli olduğumuzu ve takımda kaldığımızı gördükçe bu sefer tamamen farklı bir kişiliğe büründü. Gerçek kişiliğini yansıtmaya başladı. Dışarıdan ketum, burnu havada biri gibi gözüküyordu ama içeride tam tersiymiş meğer. Çok daha cana yakındı. Herkese yardım etmeye çalışıyordu. Antrenman karakteri inanılmazdı. Yüklenme günlerinde zaten efsane antrenman yapıyordu ama toparlanma günlerinde dahi herkes yavaş yüzerken o yine haldır haldır, en kaliteli şekilde yüzmeye gayret ediyordu.
Asla antrenman kaçırmadı. Pazar günleri bile geliyordu. Daha küçük yaşta buna karar verdiğini söylemişti bize; “Her yıl, her pazar yüzersem haftada altı gün yüzen birinden kaç saat ve kaç metre fazla yüzerim?” diyerek bir hesap yapmış ve ondan sonra her pazar yüzmeye karar vermiş.
Ryan Lochte’nin de bir hikâyesi vardı; aslında çok çalışkan bir adam ama biraz daha rahat olduğu söylenirdi hep… Sonra şunu fark ediyor; “Ben bugün az yüzüyorum ama Phelps şu an çalışıyor ve o yüzden beni geçiyor” diyor ve daha fazla antrenman yapmaya başlıyor. Phelps, başkalarının da daha fazla rekabete girmesini sağlıyor anladığım kadarıyla…
Kendisiyle ilgili bir şey daha paylaşacağım. Dışarıya karşı bu kadar kapalı ve soğuk oluşunu normal karşılıyorum; çünkü gittiğimiz müsabakalarda -ABD’de bile- insanlar havuzun bahçesine çadırlar kuruyorlar, sırf ondan imza alabilmek için. Havuzun arka bahçesinden, korumalar ve simsiyah arabalar eşliğinde çıkabiliyoruz. Adamın başka türlü girme şansı yok. Hiçbir sokakta yürüme şansı yok. Devamlı kafasında bir şapka ya da kapüşonlu bir üstle dolaşması gerekiyor. Özel hayatı neredeyse yok.
Takım arkadaşlarıyla ilişkisi nasıl? Ya da bizim yüzücülerimizle ilgisi, alakası nasıldı mesela?
Her zaman çok yardımcı oluyor, hem teknik hem antrenman anlamında… Antrenmanların en zor anlarında bütün takımla konuşur, “Pes etmek yok, devam edin” der, telkinde bulunur. Gördüğü hataları söyler, hemen suyun içine girer; dönüşleri gösterir, kol tekniklerini gösterir… Biliyorsunuz; ağır antrenman dönemlerinde takımın motivasyonu düşer, herkes yorulur. Öyle durumlarda hemen, antrenörleri de almadan takımı bir araya getirir ve kendi toplantısını yapar. Direkt gruba yönelik konuşur; işlerin çok zorlu geçeceğini, bu yollardan geçmeden başarıya ulaşılmayacağını anlatır. Hemen müdahale eder yani.
ABD’li ve Avustralyalı yüzücülerin kara idmanlarını biraz daha farklı yaptığı söylenir. Phelps de öyle mi?
Aslında, bizim grup ne yapıyorsa aynısını yaptı. Bu seneki bütün kara antrenmanı ve yüzme analizlerini ben yaptım. Kaç yıldır ilgim vardı analiz konularına, bu sene o şansı buldum. O yüzden, gönül rahatlığıyla ekstra bir çalışma yapmadığını söyleyebilirim… Ama devamlı, ara vermeden yapılan antrenmanlar var. Hem karada hem havuzda… Herkeste “Michael Phelps’e özel bir şey yapılıyor” düşüncesi var ama bu kesinlikle yanlış. Tam tersi; grubun içinde, onlarla birlikte çalışıyor.
Phelps’le yaşadığın ilginç bir anı var mı?
Sporcularımızın biri, geride bıraktığımız sene içinde zor bir dönem geçirdi. Antrenmanların yoğunluğu, okulun ağırlığı, ailesinin yanında olmaması falan… Ve dönmek istedi; antrenmanların değil de tek başına kalmanın kendisini zorladığını söyledi. O noktada Phelps’ten yardım istedim ve “Bu konuda bana yardım edebilecek tek kişi sensin, onunla konuşur musun?” dedim. O da kabul etti; oturdu ve üç saat konuştu, onu ikna etti. O sporcumuz, bugün A barajını geçti ve Rio’ya gidiyor.
Peki 29-30 yaşında bu motivasyonu bulması çok garip değil mi? Bu kadar başarılı olduktan sonra hele…
Geçen yıl onun içi bir soru işaretiydi aslında. Dünya Şampiyonası’na katılımı yasaklandıktan, takımdan çıkarıldıktan sonraki ABD Şampiyonası’nda gösterdiği performans, geri dönüşünü tamamen hızlandırdı. O zamana kadar yarışmalara yine giriyordu ama istediğini alamıyordu. Daha fazlasını yapması gerektiğini biliyordu yani. O motivasyonu sürdürmek için kendi içinde büyük bir savaş verdi, bunu da benimle paylaştı hatta.
O, şu anda savaştan galip çıktı ama bu galibiyetin en büyük sebeplerinden biri de alkollü araç kullanırken polise yakalanmasıydı. Ceza aldı; “Ya hapse gideceksin ya da rehabilitasyon merkezine gideceksin” dediler. O da rehabilitasyonu seçti, 1.5 ay Arizona’da kaldı. Oraya gitmek onun için bir dönüm noktası olmuş, öyle söyledi bana, “Oradaki ilk günlerimde ölmek istedim” falan dedi.
Bir de ilginç bir anekdot vereyim; rehabilitasyon merkezinde onu hayata bağlayan, ona yol gösteren şeylerden biri de Mevlana olmuş. Instagram postlarına bakın; hep Mevlana’dan sözler paylaşmış. “Onun Anadolu topraklarında yaşadığını biliyorsun değil mi?” dediğimde şaşırdı, bilmiyormuş. Onlar ‘Rumi’ diye tanıyorlar genelde. Ben söyledikten sonra araştırıp iyice öğrenmiş. “Benim için çok önemli bir figürdü, çok okudum” demişti. O dönemleri atlatmasında yardımı çok olmuş. Alkolü bıraktı mesela, artık tamamen hayatını nasıl idame ettirebileceğine bakıyor. Gayet mutlu. Hatta bir de oğlu var…
Aile kurması da etkilidir değil mi?
Daha evlenmedi ama Nicole’ün varlığı ona çok yardımcı oluyor. Çok tatlı bir insan zaten ve Michael’a bu zor süreçlerde müthiş bir destek verdi. Bence en büyük şanslarından biri, Nicole ve onun pozitif tavrı.
Kendisi de “Son 10 yıldır en iyi çalıştığım dönem” diyor zaten. 2011-2012’de çok kötüymüş ama şimdi çok iyi hissediyormuş. Hatta 2008 öncesinden bile iyi çalışıyormuş. Öyle mi gerçekten?
Evet, hayata bakış açısı, antrenmanlara gelişi gidişi… Her noktada bunu görüyorsunuz. Hatta bize antrenmanlarda, “Şimdiki hayat tarzımı keşke daha önce benimsemiş olsaydım, belki çok daha farklı şeyler yapabilirdim, yüzmeye çok daha başka açılar getirebilirdim” gibi şeyler söylüyor. “Yüzme bana çok şey kattı, benim de yüzmeye daha çok şey vermem gerekliydi” diyor mesela.
2008 Beijing’den bir anı paylaştı mı?
Söylediği şeylerden biri şuydu: “Ben asla ‘Şunu yapacağım, bunu yapacağım’ demedim. Cevabı her zaman havuzda vermeyi tercih ettim. Olimpiyat öncesinde, Fransızlar ve Milorad Cavic durmadan konuştular ve verdikleri her demeç, beni daha da hırslandırdı.”
Yakın zamanda bir röportajını okumuştum; “2008’den 2012’ye geçiş benim için çok zor oldu, kendimi hiç motive edemiyordum, 2012’ye gitmek bile istemiyordum neredeyse” diyordu. O, acayip depresif bir durum herhalde…
2012’de, Missy Franklin’le birlikte tüm takımın paylaştığı bir video vardı; Call Me Maybe şarkısıyla hani… O videoda, çok kısa karelerde, Michael Phelps’in kızdığı ve el kol hareketi yaptığı yerler var. Sonuçta bu, kamplarda bölüm bölüm çekilip montajlanmış bir şey. Oralarda da Phelps’in ne kadar mutsuz olduğunu görüyorsunuz. Neden böyle bir işin parçası olduğunu sorgulayıp kızıyor orada. İzleyin, ara geçişlerde onları göreceksiniz. Şimdiki kampta ise ne kadar mutlu olduğunu anlıyorsunuz, devamlı fotoğraf falan paylaşıyor. Zaten dile de getiriyor bunu; ne kadar mutlu olduğunu söylüyor.
Ian Thorpe, Pieter van den Hoogenband, Michael Phelps… 2004 Atina’daki 200 metre mücadelesi için “Yüzyılın yarışı” denir, sizce neden?
Phelps’e sorarsanız, o yarışta gelmiş geçmiş en iyi yüzücülerin yer aldığını ve bu kişilerin kendisinden daha yetenekli olduğunu düşünüyor. Ama çalışma hırsından dolayı, kariyerinin bir noktasından itibaren onları geçebildiğine inanıyor. Saydıklarının üçü de çok büyük isimlerdi, inanılmaz kariyerlere sahiplerdi. Ben, üç ayrı ekolün bir araya gelmesinden dolayı böyle bir benzetme yapıldığına inanıyorum.
Şu an daha çok Chad Le Clos üzerinden öyle bir rekabet var, biraz da Lochte ile… Rio hakkında bir şeyler söyledi mi?
Evet, Phelps’le bunu konuştum ve söylediği şey şu: “Şu ana kadar yapabileceklerimin en iyisini yapmaya çalıştım. Kafamda hiçbir soru işareti yok. Rio’da da aynısını yapmaya çalışacağım. İster birinci, ister beşinci olayım, hatta final bile yüzemeyeyim ama oradan mutlu bir şekilde ayrılacağım. Tek amacım bu, önem verdiğim tek şey… İlk defa içim bu kadar rahat gidiyorum çünkü yapabilecekken yapmadığım hiçbir şey yok. Bugüne kadar hiç böyle bir mantaliteyle hazırlanmamıştım.”
*Bu röportaj, Socrates’in 176 sayfalık Olimpiyat özel sayısında yayımlandı. Bu ve diğer sayılara ulaşmak için tıklayın!