Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarVodafone İstanbul MaratonuMaraton Manzaraları

Vodafone İstanbul Maratonu'nu farklı dallarda koşan Servet Can Demirel ve Ozan Can Sülüm, izlenimlerini yazdı.

37. Vodafone İstanbul Maratonu tamamlandı. Yarış öncesinde hazırlık süreçlerinden, tavsiyelerine kadar yazılar yazan Ozan Can Sülüm ve Servet Can Demirel sonunda maratonu koştu. Bu sefer izlenimlerini kaleme aldı.

42. 195 – Mental Test

Yazımın başlığı aslında 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nın maraton şampiyonu Frank Shorter’ın şu cümlesi ile çok alakalı: “Yeni bir maraton koşmadan önce, koştuğunuz son maratonu unutmalısınız. Zihniniz sizi nelerin beklediğini bilmemeli.” Benim için de geçen sene koştuğum New York Maratonu sonrasında ilk kez Türkiye’de maraton koşacak olmak stres yaratmıyor değildi.

Socrates ile başladığımız projede hedefi tamamladık. 37. Vodafone İstanbul Maratonu’nda ilk, hayatımda da ikinci kez tam maraton koşmuş oldum. Derecemi söylemeden önce hem yarış öncesi ve sırasında yaşadıklarımı(zı) biraz aktarmak hem de önümüzdeki seneler için organizasyonu iyileştirebilecek noktaları naçizane deneyimlerime dayanarak aktarmak istiyorum.

İlk kez bu sene, son dakikaya kalmadan çantamı otobüse vermeyi başardım. Ardından da projedeki partnerim Ozan Can Sülüm ile zor da olsa buluştuk. Hedefimiz ilk 15 km boyunca beraber koşmaktı. Hem ben ona hedefine ulaşması için tavşanlık yapacaktım hem de yalnız başıma koşmamış olacaktım.

Merak edenler için Servet Can ve Ozan Can...
Merak edenler için Servet Can ve Ozan Can…

Lakin işler tasarladığımız gibi gitmedi. İstanbul’un çilesi köprü trafiği maratonda da kendini gösterdi. Tek fark bu sefer trafiğin insanlardan oluşmasıydı. Neden köprüde en dış şeritleri kullandırmadıklarını da hâlâ anlamış değilim.

Aslında çok iyi organize olduk, 15K ve maratonu ayıran refüjün karşılıklı kenarlarında Ozan’la aynı anda starttan geçtik. Köprü üstüne gelene kadar beraber koştuk fakat trafiğe girince ben kalabalığı yarma işini üstlenmiş oldum ve o sırada da Ozan’ı biraz geride bıraktım. Köprüde 15K koşan arkadaşım Serkan Oğuz da bize katılmaya çalıştı ama trafik üçümüzü ayrı düşürdü.

Balmumcu Köprüsü üzerinde tek başımaydım ve geriye sadece 39 kilometre kalmıştı. “Azı gitti, çoğu kaldı”(!) diyerek Barbaros Yokuşu’ndan indikten sonra karşılaştığım manzara açıkçası hayal kırıklığıydı. İlk su istasyonunun durumu kalan 30 küsur kilometre için beni endişelendiriyordu. Manzarayı özetlemek gerekirse, masa üzerinde sadece üç şise su, ve koşuculara bu suları yetiştirmeye çalışan çaresiz gönüllüler… Hatta sonradan aldığım bilgiye göre bazı 10K koşucuları bu istasyonda su bulamamış. Erken gelselermiş diyelim…

Hedefim ilk 21 kilometreyi rahat geçmekti ve bu hedefime doğru ilerlerken karşıma Fatih rampası çıktı. Tam da sıcağın bastırdığı anda çıkan rampa beni zorladı. Tam da bu yokuşta 3:15 tempo balonunu yakaladım. Tempo balonları ilgili de değinmeden geçemeyeceğim; tempo farketmeksizin start noktasında yan yana durmamaları, aksine aralarında belli mesafeler bırakarak etrafında koşucuların buluşabileceği şekilde konuşlanmaları gerekirdi. En azından yurt dışında böyle organize oluyorlar ve mantıklısı da bu.

Yarışın benim için en zor bölümü Yenikapı’dan sahile çıkılan nokta ile Bakırköy arasıydı. Arkadan hafif esen rüzgar, sıcak havayı hiç de etkiler gibi durmuyordu. Sahilin bu düzlüğünde hava sıcaklığı beni çok kötü etkiledi ve daha o noktada bir ambulans ile finiş noktasına gitme hesapları yapmaya başladım! Bu 6-7 kilometrelik bölümde, daha sonradan da gördüm ki, nabzım 185 ortalamaya çıkmış. Bu da tam anlamıyla motorların yandığı anlamına geliyor.

Sıcak havanın etkisinden kurtulmak için su istasyonu arar hâle geldim. Aslında su istasyonları, her ne kadar yetersiz olsalar da, daha sık olmaları gerekirdi diye düşünüyorum. Takriben 50 metre uzunlukta ve her 2 kilometrede yerleştirilecek su istasyonları koşucular için çok daha sağlıklı olur.

Bakırköy’e kadar aldığım sularla kafamı soğutmaya çalıştıktan sonra 29. kilometrede yarış yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. İşte tam bu anda son koştuğum New York Maratonu aklıma geldi. Frank Shorter çok haklı ama iki buçuk saat olmuşken insanın aklına kötü tecrübelerden başka çok fazla düşünecek şey gelmiyor. Bunların başında da açlık ve kramplar var.

Maraton koşarken Frank Shorter'ın sözlerine kulak vermek gerek.
Maraton koşarken Frank Shorter’ın sözlerine kulak vermek gerek.

Bu noktadan sonra geldiğim her su istasyonunda yürüyerek su içtim. NY’da yaşadığım kramp tecrübelerini tekrar yaşamak istemiyordum. Neyse ki bu strateji tuttu. Her ne kadar son 10K’da tempo olarak çok düşmüş olsam da yarışı koşarak bitirebildim ve sadece bir kez kısa kramp yaşadım. Şunu da söylemeliyim ki, bana göre İstanbul yükselti ve düşük izleyici desteğiyle birleşince New York’a göre çok daha zorlu bir parkura sahip.

Maraton finişi sonrası yaşadıklarımı tarif etmem gerekirse -ki daha önce de bunu yaşamıştım- bu tanıdığımı görsem sarılır ağlarım ve ne olur bir dilim pizza verin diye yalvarırım. Fakat söylemeden geçemeyeceğim, bütün o zorlu kilometreleri tek tek geçip Gülhane Yokuşunu da çıkabildikten sonra insan daha rahat bir sporcu alanı bekliyor. Özellikle halkın ilgisi Sultanahmet’te büyük, fakat bu ilgiyi belli bölgelerde sıralamak gerekir. Bu konuda bana kalırsa olması gereken kesinlikle sadece sporcuların girebileceği özel dinlenme alanları oluşturulması. Orada bedava dağıtılan torbaların peşinde koşan insanların arasında ayrı bir yaşam mücadelesi veriyorsunuz.

Bu sene finiş noktasında derecenizi bastırabileceğiniz istasyonlar kurulmamıştı, ya da o hengamede ben göremedim. Hedefim olan 3:15’in biraz üzerinde kaldım ve 3 saat 21 dakikada yarışı tamamladım. Antrenman programıma göre bunun iyi bir derece olduğunu düşünüyorum.

Maraton sonrasında kendime çıkarımlarım da oldu. Demiştim ya deneysel çalışmalar yapıyorum diye, bu deneylerin sonuçlarını da paylaşmadan olmaz. Öncelikle maraton performansı kesinlikle tecrübe ile doğru orantılı. Ne kadar çok uzun mesafe yarış koşarsanız kendinizi o kadar tanıyorsunuz.

Enerji jellerini 10, 18, 27 ve 35. kilometrelerde aldım ve bunun sonucu olumlu oldu. Fakat sabah kahvaltısını daha güçlü yapmam gerekirdi. Yarıştan iki saat önce yediğim tost ve muz yeterli olmadı. Belki de jellerin yanına Barlas Kazancı’nın tavsiyesine uyarak bir lahmacun dürümünü koymak faydalı olabilir (Önümüzdeki haftalarda paylaşacağım söyleşimizde detayları bulacaksınız.)

Son olarak da maratona hazırlanırken en az 2-3 tane 30K veya fazlası antrenman yapıp eklemleri alıştırmanız gerekiyor. 30. km maraton için çok önemli bir eşik. Sadece diğer koşucularla değil aynı zamanda zihninizle de mücadele etmeye başlıyorsunuz.

Günün sonunda Ozan Can Sülüm ile 3 ay önce başladığımız projede başarılı bir şekilde, kazasız belasız hedefimize ulaştık. Önümüzdeki dönemde bakalım bizler hangi yarışlar, hangi mücadeleler bekliyor olacak? (Servet Can Demirel)

Zorlu yolculuk tamamlandı!

15K – Level Up

Alarm çalmadan 30 dakika önce uyanıp debelenmek ✓

Akşamdan hazırladığım kahvaltılıklardan en az bir tanesini unutup evden çıkmak ✓

Köprüyü kapatanların bütün akrabalarına söven taksiciyle servislere gitmek ✓

Otobüsün kapıları açılınca heyecanlanmak ✓

Üçüncü seferde de aynı şeyleri yaşayarak vardım köprüye. Diğer koşularla arada enteresan bir fark vardı, zira eğlenmediğimi hissettim ilk kez. Galiba kendime hedef koyarak koşuya başlayacak olmanın bir getirisiydi. Bunda bu yazdığımız günlüklerin de etkisi vardır büyük ihtimalle. Gerçi getirisiydi dedim, götürüsüydü, eğlenmek daha güzel.

Burada (Servet Can’ın yazısı) anlatıldığı gibi, aslında ben Servet Can’dan tempo alacaktım, o da uzun yolunun ilk kısmında benden yarenlik alacaktı, olmadı. Kaybettik birbirimizi. Köprü trafiği köprü kapalı olsa bile devam ediyor. Geçen sene 30 dakikada geçebilmiştim köprüyü ki aşağı yukarı 3 kilometre demek, sonra zaten toparlayamadım. Bu sefer “Pardon!” ve “Hop!”larla slalomlarla geçtim. Yalnız buradan öncelikle koşan tüm güzel insanlara teşekkür etmek istiyorum. Sonra da sırf selfie çekeceğim diye aniden grubun ortasında zınk diye durup tempoların içine edenlere de teessüf. Manyaklığı lüzumu yok, kenara çekilin, ne yapmak istiyorsanız yapın.

Bu arada, en büyük kuralımı bozup kenara işedim bu sefer. Evet, yaptım bunu. Hem zaman kaybetmemek hem de “Ayıp lan öyle şey mi olur” dediğim bir olay bu ama ne yapayım? İlk tuvalet doluydu, ikincisinin kapısı açılmadı, bir 500 metre daha gidip “eeh” diyerek çalılığa girdim. Nereye olduğunu söylemeyeyim, basarsanız sürpriz olsun. Özür dilerim.

Geçen senelere göre daha rahat geldiğim Barbaros’tan ilk su masasını ıskaladığım için biraz sıkıntılı çıktım. Uzun kollu koşu üstü ve uzun koşu taytı bayağı yanlış bir kararmış, onu fark ettim. Ben sabah serinliği, rüzgar falan bekliyordum ama Dolmabahçe’nin ağaçlıklı serininden çıkıp finişe gidene kadar piştim. Zaten saç kullanmadığım için beynim de yandı. Kafamı ıslatmam lazımdı.

7.5K’da yarış başında Servet Can’dan kısmetime düşen enerji jelini almak geldi aklıma. Hayatımda ilk kez jel kullandım, ne beklemem gerektiğini bilmiyordum alırken. Yalnız bunların daha kolay açılabilen versiyonları yok mu? Benim gibi herhangi bir şeyi açma özürlüler için? Nefes nefeseyken alüminyum dişlemek zorunda kaldım. Tadını hiç almamışlar, şöyle özetleyeyim: Calpol denen ateş düşürücüyü içtiniz mi? İşte onun tuzlusu. Hiç tuzlu bir şey beklemediğim için öne biraz ambale oldum ama gerçekten can verdi, kan getirdi.

Araçlar yoktu belki ama köprüde yine trafik vardı.
Araçlar yoktu belki ama köprüde yine trafik vardı.

Hem yarış, hem de mesafe tecrübem bayağı arttığı için çok daha rahat çıkardım son 5-6 kilometreyi ve hatta hayatımda ilk kez son düzlükte sprint attım. Hedef 65-70 arasıydı, 72’de bitirdim ve 15K rekorumu kırdım.

Şimdi, yarış sonrası için söyleyeceğim bayağı önemli bir şey var. Ya iki tane insanı eşya otobüslerine koyuyorsunuz, o çantaların üstündeki numaraların hepsi karışıyor, arkadan numarasını bağıranlar, içeriye girip çantasını arayanlar, bulduğu çantayı kenara atan elemanlar derken zaten 15 kilometre koşmuş insanları mahvediyorsunuz. Bunun daha kolay ve makul bir yolunun olmama imkanı yok.

Neyse, ilk kez 15K koştuktan sonra sıkıntı hissetmedim. Üstümü değiştirdim, çikolatalı sütümü, suyumu içtim, muzumdan ısırdım, hem de açma germe yaparken. Normalde bu dediklerimi “Allah rızası için bir yudum su, iki dilim muz” diye sürünerek yapıyordum geçtiğimiz yarışlarda. O an dank etti, ya ben biraz daha düşük bir tempoyla yarı maraton koşabilirdim bugün. Sonra level up sesi geldi, renk değiştirdim…

İlk defa eve geldiğimde “Şimdi ben iki hamburger ekmeğinin arasına pizza koyup yerim” demedim. Tavuk, haşlanmış sebze ve pilav yapıp yedim. Düzenli su içtim. İlk kez ‘power nap’ denen şeyi yaptım iki saat. Birazdan roman karakteri gibi “Tanrım bana neler oluyordu” diyecekmişim gibi hissettim bütün gün ama hakikaten hiç 15K koşmamış kadar rahattım. İlk 15 denemesinde ayakkabısını parçalamış, ikincisinde düşüp dizini sıyırmış biri olarak sonrasındaki iki gün yatan ben, tertemiz kalktım ertesi gün.

Emektar koşu ayakkabılarımla son resmi yarışımı koştum. 10 antrenman koşusu sonra 100. koşusunu çıkaracak, jübilesini yapacak. Ben de son 15K yarışımı koştum galiba. Artık koştuktan sonra yiyecekleri için koşan adam değilim. Yarı maratona geçme zamanım geldi. Bir sonraki yarış yazım sanırım yarı maraton olacak. (Ozan Can Sülüm)

*Vodafone İstanbul Maraton ile ilgili ayrıntılı bilgi için buradan. 

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce