Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarKusursuz Dans

Pistin üzerinde bir kadın, bir erkek ve bolero... Barbaros Talı, Jayne Torvill ve Christopher Dean'in hikâyesini yazdı.

80’ler… Sadece TRT’nin olduğu, insanların sokaklarda, sağda solda kolaylıkla müzik dinleyemedikleri, klasik müziğin çok fazla bilinmediği, sporun futboldan ibaret olduğu yıllar. Artistik patinaj tam da bu yüzden sokaktaki insanın ilgisini çekti; sanatın, sporun ve de müziğin bir arada olduğu bir kompozisyondu. İçinde zarafet, teknik riskler, hoş figürler, güzel kızlar ve yakışıklı erkekler yer alıyordu. İki atletik yapının bir arada, bazen hayal kırıklığı yaşayarak, bazen düşüp kalkarak yaptıkları bu spor, haliyle talep gördü. Anne, baba, çoluk çocuk, bütün aile seyrediyordu. Burada tabii, Kenan Onuk için bir parantez açmak lazım.

Rahmetli Kenan Abi’nin klasik müziğe olan ilgisi ve bilgisinin, sporun içinden gelmesiyle birlikte yarattığı bir bütünlük var. Yani artistik patinaj ve Kenan Abi bir bütünlük sağladı. İnsanlar, klasik müziğin popüler parçalarını duymaya, fark etmeye, “Böyle bir dünya varmış” demeye başladı. Sadece İstanbul, İzmir, Ankara değil; diğer şehirlerdekiler de farklı bir şey, farklı bir ortam gördüler. O zamanlar bir tane pazar filmi olurdu, herkese mükemmel gelirdi. Bugün yüz tane film var, insanlar film beğenmiyor. Her şey, kendinden birer tane varken daha kıymetlidir ya, artistik patinaj da öyleydi; giysileriyle, müziğiyle, koreografisiyle, bambaşka bir görsel şölendi. Ve tabii Jayne Torvill-Christopher Dean çifti… İnsanlar için dönüm noktasıydı. Sarajevo’daki olimpiyat oyunlarına gelmeden önce üç defa dünya şampiyonu olmuşlardı. İkisi de Nottingham’lıydı.

Jayne Torvill, kaymaya 8 yaşında, okul gezisiyle gittiği bir buz pistinde başladı. Hoşuna gidince ziyaretlerini haftada iki-üçe çıkardı. Annesi, babası o sıralar gazete satıyordu. Aslında piste gitmesi, kayması, ekipman kirası onları maddi açıdan biraz zorluyordu ama kızlarının becerisi hoşlarına gidiyordu. Jayne, birkaç yıl sonra çiftlerde İngiltere şampiyonu oldu ama başka biriyle. Gerçek eşi, henüz ortada yoktu.

Christopher Dean’e 10 yaşındayken yılbaşında buz pateni hediye edilmişti. Aslında, hem anne hem baba salon danslarına çok meraklıydı ama biyolojik annesi aileyi terk etti. Dean’i buz pateniyle tanıştıran üvey annesi oldu. İlk antrenörü, “Mükemmeliyetçi, ne yaptığını, ne yapacağını çok iyi bilen ve tekrarı seven bir adam” diyordu Dean için. Sporun temelinde de bu vardır zaten. Ne kadar çok tekrar eder ve üzerinde çalışırsanız, yaptığınız hataların kaynaklarını bulup çözmeniz kolaylaşır. O da  zaten başarıyı getirir.

İkisi 1975 yılında bir araya geldiler ve Jayne Torvill’in gittiği buz pistinde antrenman yapmaya başladılar. Normalde sabahtan gece 11’e kadar halkın kullandığı bir pistti. Onlar gece 11’de gidip dört saat çalışıyorlardı. Teknolojisi yüksek bir pist de değildi, her yerde fareler, biraz yıkık dökük… Ama devam ettiler.

Buz dansının teknik zorluğu ağır değildir; çiftlerde olduğu gibi eşini havaya atmazsın, başının üzerine kaldırmazsın, daha hafiftir.

Üç yıl sonra İngiltere şampiyonu oldular. Ondan sonra da zaten basamakları hızla tırmanmaya başladılar. Sarajevo’ya gelmeden önce Almanya’da kamp yapmaya karar verdiler. Tüm ilgiden kaçabilmek, biraz da saklanabilmek için, yüksek irtifada. Oradan Sarajevo’ya geçtiler.

Seçtikleri müzik Bolero’ydu. Bolero derken, aslında “Maurice Ravel’in Bolero’su” demek lazım, çünkü bu bir tamlamadır. Neden tamlamadır? Çünkü Bolero, orta tempoda 3/4’lük bir Latin dans ritmidir. Fakat Fransız besteci Maurice Ravel öyle enteresan bir eser yaratır ki; 18 dakikalık, tek temalı bir eserdir bu ve bu 18 dakika boyunca ritmi bateri tutar, temayı nefesliler art arda çalar, yaylılar da eşlik eder. Uzmanlar bu yüzden Maurice Ravel’i göklere çıkarır, “Bu kadar uzun ve tek temalı bir eseri dinlenebilir hale getirmek başarıdır” derler. Temanın özü tutkudur.

Antrenör Betty Callaway, Jayne Torvill ve Cristopher Dean

Jayne Torvill ve Christopher Dean, bu müziği normalde ısınma sırasında kullanıyorlardı. Aslında, artistik patinajda müzikler hep hızlı-yavaş, inişli çıkışlı olur. Böylece, hem o duyguyu verir hem de figür zenginliğini artırırsınız. Ama onlar farklı bir şey olsun istiyorlardı. 18 dakikalık eseri 4 dakika 28 saniyeye indirmekle başladılar. Ama serbest dansta süre 4 dakikaydı. Çözümü şöyle buldular; programın başına 28 saniyelik bir bölüm eklediler. O bölüm de normalde kronometrenin çalıştığı, patencinin buzun üzerinde kaymaya başladığı an. O yüzden, ikisi de başlarken pistin ortasında dizlerinin üstüne oturdular ve 28 saniyelik bir figür yapıyorlardı. O süre tamamlandıktan sonra Jayne hareket etmeye ve kronometre çalışmaya başlıyordu.

Birbirleriyle uyumları, pistin tamamını kullanma becerileri, kayış hızları, figür zenginliği, o yarattıkları özgüven hissi, zarafet…. Hepsini bir araya getirdiğiniz zaman mükemmel bir dans ortaya çıkıyordu. İnanılır gibi değil, o kadar yumuşak… İçselleştiriyorlardı sanki müziği.

Final, Sevgililer Günü’nde. Sabah saat 06.30’da gidiyorlar piste, onlardan başka kimse yok tabii. Bugünkü gibi korumaların falan olmadığı bir dönem, 80’lerin başı. Rahatça giriyorlar ve sabah saat 06.30’da rutinlerini tekrarlıyorlar ve rutin bittikten sonra alkış sesleri duyuyorlar. Dönüp baktıklarında temizlikçilerin alkışladığını görüyorlar.

Sonra akşam sıra kendilerine geliyor. Tabii herkes, nasıl bir sunuş yapacaklarının merakı içinde. Çıkıyorlar piste ve o efsane performans geliyor. Torvill diyor ki sonraki bir mülakatında: “Kendi adıma bundan daha iyisini yapamazdık duygusuna kapıldım, zaten bittiğinde buzun üzerine uzandık ve ‘Bu iş oldu’ dedik.” Çünkü orada Romeo-Juliet aşkına benzer bir tutku içinde, hatta onun da ötesinde, sanki kaderleri birlikte ölmek olan iki insanın birlikte dansını vurgulayan bir koreografi sergiliyorlar. Performans sonrası önce teknik değerler açıklanıyor ve üç hakem 6.0 veriyor ki bu, mükemmel anlamına geliyor. Arkasından da artistik puanlama geliyor ve dokuz hakem de 6.0 veriyor. O güne kadar elde edilmiş bir başarı değil bu. O günden sonra da elde edilmedi zaten. Mükemmel bir performans, benzeri yok. O dört dakika, onların da hayatlarını değiştiriyor.

Arkasından bir on sene profesyonel skating ve kayak yapıyorlar. Sonra 1994’te tekrar Lillehammer’de piste çıkıyorlar ama orada hakemlerin biraz, “Burası amatör, profesyoneller tekrar niye buraya geliyor?” düşüncesiyle puan kırdıkları söyleniyor ve bronz madalya kazanabiliyorlar. Ve hayat devam ediyor.

İkisi arasındaki ilişkiye gelecek olursak; herkes bunu buz üstünde garip bir aşk hikâyesi olarak tanımlıyordu. Doğrudur, öyle bir his geliyor insana ama bu aslında hayat arkadaşı olmasanız bile hayat arkadaşı gibi yaşamanız gibi. Antrenman, tekrarlar, onlar, bunlar… İstemeden bir birliktelik doğuyor. Bu birliktelik illa hayat arkadaşı anlamına gelmemeli. Birbirlerini tanıyorlar, destek oluyorlar, yardım ediyorlar… O, çok çeşitli ve yoğun bir duygu ve o duyguyu pistte de sürdürmeleri gerekiyor. Pistin dışında elinizi-kolunuzu nasıl hareket ettireceğinizi bilmiyorsanız, bunu buzun üzerinde yapmanız çok zor. Pist dışı da çok önemli. Bale ağırlıklı, ritim duygusunun olduğu, zarafetin içinde yer aldığı bir eğitim almanız lazım. Koreografiyi uygulayabilecek bir bedene, o bedeni hareketlendirecek bir akla sahip olmanız lazım. Spor dediğinizde iki farklı şeyi geliştiriyorsunuz. Biri kas kuvveti, dayanıklılık, çabukluk… Bunu yaparken, diğer yandan da beynin hangi kas grubuna, ne zaman, hangi şiddette emir göndereceğini öğreniyorsunuz.

Yani, nöromasküler iletişim. Bir hareketi yaparken, sadece o hareketi yapan kas çalışmıyor, başka kaslar da devreye giriyor. Vücudun bunu öğrenmesi lazım, öğrenirken de tekrarlarla bunu özgüven haline getirmesi lazım. Biraz zarafet eklemek lazım yanına. Sonuçta bunların hepsi birleşiyor ve bir gösteri çıkıyor ortaya. Gösterinin bir kısmı planlanmış duygular, hareketler ve davranışlardan oluşuyor ama o anda yaşanan davranışlar değil. Çünkü istemeseniz de gülümsemek zorundasınız. Oraya çıkıp somurtma şansınız yok. Dört dakika içinde her şeyin en iyisi olmak zorunda. Torvill-Dean çiftini o dönem Maurice Ravel’in Bolero’sunda 24 milyon kişi izliyor. Bir aşk değil diyorum ama gel de bunu o 24 milyon insana anlat. Pistin üstünde bir kadın, bir erkek ve Bolero… Büyük bir aşktan değil de neyden bahsedebilirsin ki bu durumda? Kolay değil, hiç kolay değil.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce