“Zenginlik bu, kalite bu, karizma bu kardeşim.. Kayseri’den İtalya’ya uçuyorsun direkt.. Tak takkk. Adam kalite arkadaş. Varsa harcayacaksın”
Beyaz Futbol programının yorumcularından Sinan Engin, dönemin Galatasaray Teknik Direktörü Roberto Mancini hakkında böyle diyordu. Mancini, ilk yarının son maçını oynadığı Kayseri’den İtalya’ya özel uçakla gitmiş ve bu hareketi Engin’in beğenisini kazanmıştı. Programın geneli; yaklaşık 8 ay Türkiye’de kalan Mancini’nin futbol anlayışı hakkında en iyi analizleri hiç bir zaman sunamamıştı. Ama belki de Roberto Mancini’yi açıklayabilecek en iyi özet Sinan Engin’den gelmişti. Roberto Mancini gerçek bir karizma ve ‘Dolce Vita’ydı, bu nedenle de teknik direktörlük kulübesindeki kariyeri her geçen gün sıkıntılarla devam ediyor. Varsa harcıyor. Hatta yoksa da harcıyor. Kalite olgusundan taviz vermiyor ve önce çalıştırdığı kulüpleri, sonra da kendisini zora sokuyor.
Oysa Roberto Mancini, saha içinde burnundan kıl aldırmayan bir teknik direktör değil. Çelişki de burada başlıyor. Kesinlikle bir futbol felsefesi ve sistemi var ama ona saplantı derecesinde bağlı değil. Oyuncuları farklı bölgelerde oynatmayı seviyor. Farklı çözümler üretmeye çalışıyor. Sahaya oyuncu sürme imkânı olmadığı zamanlarda kağıda yazdığı notları başvurması bundan kaynaklanıyor. Sahadaki oyunculardan 5-6 tanesinin yerini değiştirerek sistemi yeniden üretebiliyor, bunun için kafa patlatıyor. Tıpkı çoğu İtalyan teknik adam gibi…
Fakat iş, takım oluşturmaya geldiğinde keskin sınırlarını belli ediyor. Kaliteli futbolcular istiyor, para harcamaktan kaçınmıyor, kıt kaynaklarla idare etmeyi aklından bile geçirmiyor. Bazen Mancini gibi teknik adamlara güvenip, kasanın anahtarı onlara teslim edilebilir. Alınması korkutmayacak risklerden. Omlet yapmak için önce yumurtayı kırmak gerekir. Fakat eğer kırılan yumurtaların ardından omlet tam porsiyon gelmezse o zaman çanlar çalmaya başlar.
Roberto Mancini, Inter’de bu yaz çok fazla bonservis bedeli ödemedi. Aralarında Caner Erkin’in de olduğu 5 oyuncuyu bedelsiz transfer etti. Fakat sonunda fena bir hazırlık dönemi geçirdi. Rahatsızlığını yaz başından beri devamlı dile getirdi. İsteksiz tavırları vardı. Transfer yapmakta zorlanması onun tavırlarına yansıyordu ve onu uzun yıllardır takip edenleri şaşırtmıyordu. Manchester City’deki transfer dönemleri belki de efsane 2012 şampiyonluğundan daha çok hatırlanıyor. Galatasaray’da ise 11 transferle geçilen devre arası dönemi rekor olarak tarihte yer alıyor.
Bir insana şık, kalite yüklü ve karizmatik imajı bu kadar zarar verir mi? Veriyor. Oysa Roberto Mancini fena bir hoca değil. Bağnaz değil. Devamlı arayışta. Takımlarını geliştirmek için uğraşıyor. Fakat kaliteden taviz vermiyor. Bir dönem çekinmeden harcıyordu ama artık Finansal Fair Play kuralları da buna izin vermiyor. Manchester City de Galatasaray da bu kurallardan canı yanan kulüpler. Galatasaray’dan ayrılma nedeni de tam olarak buydu. Yöneticilerin yeni sezonda çok fazla transfer yapamayacaklarını iletmesinin hemen ardından çok sevdiği İstanbul’dan ayrılmaktan çekinmedi. Belki ona verilen sözler böyle değildi, belki ayrılmak istemesi doğaldı ama Mancini’nin bu kadar kolay pes etmesi ve vazgeçmesi; karizmatik tarzına değil ama kulübede sorun çözen dehasına yara vermekten başka bir işe yaramamıştı.
Roberto Mancini, Socrates’in ikinci sayısında Uğur Ozan Sulak’a konuşmuş ve futbolculuk günlerinden de bahsetmişti. İtalyan futbol adamı; Vujakin Boskov önderliğindeki Sampdoria dönemini “Dertsiz tasasız şekilde sadece futbol oynuyorduk. Paha biçilmez bir deneyimdi” demişti. Belki de yeniden o günleri hatırlaması ve bundan sonra paha biçmeden dertsiz tasasız futbolu düşünmesi gerekiyor.