Nijerya’dan Almanya 3. Ligi’ndeki Borussia Neunkirchen’e transfer hikâyeniz söylendiği kadar ilginç mi? Avrupa serüveniniz nasıl başlamıştı?
Aslına bakarsan o olay müthiş bir tesadüf. Ben liseyi henüz bitirmiş ve Nijerya Ligi’nden Enugu Rangers’la sözleşme imzalamıştım. O aralar abim Emmanuel, Borussia Neunkirchen’den bir teklif aldı. Üzerine çok düşündüğünü hatırlıyorum ama milli takım oyuncusuydu ve gitmemeye karar verdi. Almanya’daki kontağımıza benim de gidip gidemeyeceğimi sorduk. İlk etapta amacım sadece tatil yapmaktı. Almanya 1990 Dünya Kupası’nı kazanmıştı ve büyük bir futbol ülkesini yakından görmek, oyunlarını gözlemlemek istiyordum. Bana bir davet ve adres gönderdiler, sonra teknik direktörün izniyle antrenmanlara çıkmaya başladım. Gerisini de biliyorsundur zaten…
Eintracht Frankfurt’a transfer olurken, dönemin en iyi Afrikalı oyuncularından Tony Yeboah’ın varlığı sizin için bir faktör olmuş muydu?
Tony Yeboah zaten büyük bir yıldızdı ve etrafında da özel oyuncular vardı. Ancak gerçek şu ki asla ciddi bir seçme şansınız olmaz. Özellikle de yabancı bir ülkede, genç bir futbolcuysanız ne yapacağınız pek sizin elinizde değildir. Teklifleri bekler ve yeterince şanslıysanız uygun bir tanesini seçersiniz. Bahsettiğin Eintracht Frankfurt teklifi, o dönemde mükemmel fırsattı. Beni çok istiyorlardı ve takım olarak da yapmak istediklerime uygunlardı. Bu şansı kullanmamam saçma olurdu. Güzel günlerdi ama o kadar da güzel bitmedi.
“Herhâlde en unutulmaz golümü Frankfurt formasıyla Oliver Kahn’ın kalesini koruduğu Karlsruhe’ye attım. Sonrasında Kahn’la konuşma şansımız hiç olmadı ki o olayın üstüne benimle konuşmak isteyeceğini de pek sanmıyorum. Belki onu biraz zor durumda bırakmıştım ama lütfen üzerine alınmasın. Ben sadece işimi yapmaya çalışıyordum.”
Frankfurt ligden düşmüşken Fenerbahçe’ye gitme kararı almak… Zor olmadı mı?
İnan bana, ligden düştüğümüz son sezon çok acı verici bir deneyimdi. Dürüst olmak gerekirse de bunun yaklaştığını görüyordum ve artık benim için harekete geçme zamanıydı. Çok hırslı bir genç futbolcuydum, yeni deneyimlere ihtiyacım vardı. Yapmam gerekeni yaptım. Fenerbahçe de hakkında hep iyi şeyler duyduğum bir kulüptü. Geldim, oynadım ve duyduklarımın ne kadar doğru olduğunu kendi gözlerimle gördüm.
Türkiye’de geçen iki yıldan unutamadıklarınız neler? Galatasaray maçları? Veya uzatılan mikrofonlara “Hayrettin Kumbara” deyişiniz?
Hâlâ “Hayrettin Kumbara” söylemimi hatırlayan var mı? Aslına bakarsan ben bile ne anlama geldiğini unuttum. Bak bir de “Saat kaç?” derdim mesela… Şaka bir yana Galatasaray derbileri unutulacak gibi değil. Ona yakın atmosferler gördüm mü? Evet, belki milli takım maçlarında… Biliyorsun Afrika futbol seyircisi de ateşlidir. Ancak kulüp takımlarını soruyorsan Fenerbahçe-Galatasaray maçlarındakine benzer bir şeye tanık olmadım. Dünyanın en büyük derbilerinden biri ve neye benzediğini anlamak için sadece içinde bulunmak, tanık olmak gerekli. İkili rekabet çok tutkulu ve ateşliydi. O maçlarda attığım goller, Türkiye kariyerime de çok yardımcı oldu. Eğer büyük bir oyuncuysanız bunu göstereceğiniz yer büyük maçlardır. Takımınız size en çok sahne ışıkları altında ihtiyaç duyar. Taraftarlara, onları önemsediğinizi ve saygı duyduğunuzu bu şekilde gösterebilirsiniz. Kariyerim boyunca, derbilerde iyi oynadıktan sonra aldığım hazzı başka çok az şeyden aldım. Galatasaray maçları da onların başında geliyordu.
1997-98 sezonunun ilk yarısında Galatasaray’ın dokuz puan önünde olan fakat son haftalarda şampiyonluğu kaptıran takımın da bir parçasıydınız. O olayın hemen ardından, Türkiye’den ayrılırken de tıpkı Frankfurt’ta olduğu gibi bir hayal kırıklığından bahsetmemiz mümkün mü?
O sezon… Hâlâ zaman zaman aklıma gelir. Orada şampiyonluğu biz oyuncular kaybetmiştik. Çok rahat bir şekilde liderdik, bir an için işimizin bittiğini düşündük. O yıllardaki Galatasaray da muazzam bir takımdı ve bahsettiğim rehavet bize kupaya mâl oldu. Mevzubahis sezonun ardından ayrılmak zorunda kaldım. Yani burada kaybın etkilerini tam anlamıyla yaşayacak vaktim olmadı. Ama kötü hissettim; çünkü çabalarımın, çabalarımızın sonu şampiyonluk olmalıydı. Kariyerime dönüp baktığımda, yaşadığım büyük pişmanlıklardan birisi de çok sevdiğim Fenerbahçe’yle lig şampiyonluğu yaşayamamak. Ancak hayat bazen böyle.
Gittiğim her kulüpte, yaptığımdan emin olduğum tek bir şey vardı; tutkuyla ve tüm kalbimle oynadım, orayı evim gibi hissetmeye çalıştım. Fenerbahçe’ye geldiğimde de insanlar bana öyle bir sıcaklık gösterdi ki kendimi çok özel hissettim. Paris Saint Germain’e gitme kararı almamın sebebi ise sadece ve sadece kariyerimdi. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi, yeni bir macera zamanının geldiğini düşünmüştüm. Ancak Türkiye’de hâlâ hatırlandığım için mutluyum.
Peki kendi ülkeniz Nijerya’da durum ne? Afrika tarihinin en güçlü ekiplerinden, 1996 olimpiyat şampiyonu takım hâlâ akıllarda mı?
O takımın bir parçası olmak benim için çok özeldi. 1993 yılından itibaren birlikteydik ve tüm o tecrübeleri yaşamamız bizi tam anlamıyla bir ‘takım’ yapmıştı. 1994 Dünya Kupası’nı oynayan oyuncu grubunun çok büyük çoğunluğu 1996 Atlanta Olimpiyat Oyunları’na da gitti ve bir anlamda orada öğrendiklerimizi uyguladık. Yani evet, o takım hâlâ akıllarda. Çünkü olimpiyat şampiyonu olma şansı, bir oyucunun ve ülkenin eline çok kez geçmez. Biz başarmıştık.
Aynı takımın Dünya Kupası performanslarını nasıl değerlendirirsiniz? 1994 ve 1998’deki ikinci turlar… Sizce yeterli miydi?
1994; ne kimsenin bizden ne de bizim kendimizden ciddi başarı beklediği bir yıldı. Sadece orada olmaktan ve birlikte oynamaktan mutlu olan çocuklardık. Ancak 1998 yılında Afrika Uluslar Kupası sahibi, olimpiyat şampiyonu bir takım olarak Fransa’ya gittik. Son derece olgun ve kendimize güvenliydik. İkinci turdan çok daha ileri gitme şansımız da vardı ama bunu harcadık. Gruptan lider olarak çıktığımızda sanki Danimarka maçını kazanmış gibi kendimizi Brezilya karşısındaki olası çeyrek finali düşünürken bulduk. Ancak bu planlar ters tepti tabii. Yapılması gereken şey Danimarka’ya odaklanmaktı ama maç başladı ve kendimizi bir anda 3-0 geride bulduk. Sonra da 4-1 kaybettik. Bugün geriye dönüp baktığımda Fransa ‘98 için kendimizi suçlamalıyız diyorum. Ben yıllarca bunu yaptım.
Afrika futbolunun çehresindeki değişime çok yakından tanıklık etmiş biri olarak, sizce neden artık Okocha gibi yetenekli ve teknik Afrikalı futbolcular göremiyoruz? Bu, fiziksel güce dayalı futbola dönüş nasıl başladı?
Bahsettiğin şey 1990’ların sonu, 2000’lerin başına tekabül ediyor. Afrikalı oyucular o dönemde biraz daha ‘Avrupalı’ oyun tarzına adapte olmaya başladı. Tabii Avrupa dünya futbolunu domine ediyordu ancak burada doğru dengeyi tam olarak bulamadığımızı düşünüyorum. Bana sorarsan yapılması gereken, onların oyunlarının güçlü yanını almak ve Afrika futbolunun görselliğinden vazgeçmemekti. Ben kendi adıma bunu yapmaya çalıştım. Ancak şu anda Afrika futbolunda oyun stili olarak bana benzeyen bir oyuncu görmekte zorlanıyorum. İzleyene keyif veren, doğal yeteneğe sahip ve tahmin edilemez bir futbolcuydum. Afrika’da ‘Yılın Futbolcusu’ seçilen güncel isimlere bir bakın, hepsi çok önemli oyuncular ancak tüm saygımla söyleyebilirim ki benim gibisi yok.
Doğal yetenek demişken… Paris Saint Germain günlerinizde yollarınızın kesiştiği Ronaldinho’yu nasıl hatırlıyorsunuz? Fransa’daki ilk günlerinde söylendiği gibi ona akıl hocalığı yaptınız mı?
Fransa’ya ilk geldiği günlerdeki hâlini biraz Almanya zamanlarıma benzetmiştim; genç bir oyuncu, ailesini geride bırakmış, konfor alanından ayrılmış… Gerçi onun konfor alanı futbol sahasıydı. O çocuğu antrenmanda ilk gördüğüm anda, kariyerinin bir gün nerelere gidebileceğini anlamıştım. Birlikte de çok keyifli günler geçirdik, umarım yardımcı olmuşumdur.
Peki sonraki durağınız Bolton Wanderers’ta oynamak için İngiltere’ye gittiğinizde, “Klasik 10 numaralar Premier Lig’de zorlanır” ön yargısıyla nasıl mücadele ettiniz?
“Ben klasik 10 numarayım” deyip işin içinden çıkamazsınız. Sahada işler böyle yürümüyor. Evet, her ligin ve her futbol stilinin farklı dinamikleri vardır ancak iyi bir oyuncuysanız farklı stillere adaptasyonda sorun yaşamamalısınız. Eğer takım kanatta oynamanıza ihtiyaç duyuyorsa orada da oynarsınız. Bolton’a ilk gittiğimde insanların en merak ettiği şey, geleneksel İngiliz futbolunda başarılı olup olamayacağımdı. Takımım bu futbolun tipik bir örneğini sergiliyordu. Ben hem kendi futbolumu oynayıp hem de takıma katkı vermeye çalıştım. Gerekeni yaptığıma da tüm kalbimle inanıyorum.
FIFA.com’a verdiğiniz röportajda, oynadığınız tüm kulüpler içerisinde bir tanesinin sizin için daha özel olduğunu söylemiştiniz… Sizce Fenerbahçe taraftarı buradan kendisine bir pay çıkartmalı mı?
Tabii ki… Fenerbahçe’de geçirdiğim yıllar, hem saha içinde hem de saha dışında unutulmazdı. Türk vatandaşı oldum, Türkiye’de evlendim ve ilk çocuğum orada doğdu. Almanya’ya transfer olduğumda küçük bir çocuktum ve orada olgunlaştım. Ancak az önce saydıklarımdan ötürü Türkiye, benim gerçekten büyüdüğüm ve bir adam olduğum yer. O gün belki söylememiştim ama… Evet, o takım Fenerbahçe.
Muhammet Yavuz adıyla aldığınız Türkiye vatandaşlığı hâlâ duruyor mu?
Tabii ki duruyor. Ancak size bir sır vereyim, gidip pasaportumu yenilemem lazım…