*Daniel Taylor imzasıyla, Wayne Rooney ve Roy Hodgson The Guardian‘da yayınlanan bu yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.
Görünüşe göre, onlar birbirlerinden tamamen farklı iki insan. Fakat İngiltere’nin Euro 2016’daki anahtar ikilisi, karşılıklı güven bağıyla şimdilik birleşmiş durumda. Görünüşte pek de alışılagelmiş bir ikili değiller. Farklı jenerasyonlardan gelmeleri ve büyük farklılıklar gösteren geçmişleriyle birbirlerinden ayrılıyorlar. Hatta mesleki ilgiler ortadan kaldırıldığında, Roy Hodgson ve Wayne Rooney’nin hiç ortak noktası yok bile denebilir. Ama yine de, hikâyeleri o kadar iç içe geçmiş hâlde ki onlardan önce birbirine bu şekilde bağlı olan son İngiltere menajeri ve kaptanını bulmak için, ne kadar geriye gitmemiz gerektiğini düşününce şaşırmamak elde değil.
Tahminen Euro 2016 öncesi uzunca bir süre, milli takımdan gelecek daveti düşünen Rooney, İngiltere şapkaları, tişörtleri ve hatırlanmaya değer eşyaları ile evinde kalmayı sürdürdü. İngiltere’nin son eleme maçının hemen ardından, geçen Ekim ayında bir gün davet mektubu eline ulaştı. Mektupta, Roy Hodgson’ın, Rooney’nin takıma katılımından memnuniyet duyacağı belirtiyordu. Mektubun yanında bir şişe şampanya vardı ancak daha önemlisi Hodgson’ın ona ne kadar çok değer verdiğini gösteren, kargacık burgacık el yazısıyla yazdığı bir övgü metniydi.
Bu kesinlikle sıradan bir menajer-oyuncu ilişkisi değil… Belki küçük bir şey ama benzer bir olay, takımın Chantilly’ye yapacağı gezinin planlanmasında da yaşandı. Hodgson, oyuncuların otellerinden yola çıkıp, Picardy Kırsal Bölgesi üzerinden antrenman yapacakları yere bisikletle gitmesi fikrini ortaya attı. “Oyuncular bundan keyif alacaktır”diyordu ve bu konuda Rooney’ye danıştı. Kaptan birkaç dakika düşündükten sonra -her zamanki ölçülü tavrıyla- bir otobüs tutmalarının fotoğrafçılar tarafından takip edilmekten daha iyi olacağını ifade etti. Hodgson da bu fikrini bir kenara bıraktı.
Wayne Rooney artık milli takımda, kariyerinin hiçbir döneminde yüzleşmediği bir sorumluluğa sahip. İngiltere’nin Galler ile oynayacağı maçın öncesinde, soyunma odasını terk etmeden evvel sıradan bir takım konuşmasından çok daha fazlasını yaptı. Jack Wilshere’e göre “O, hiçbir şeyden çekinmez biri”.
Bu sorumluluğu Sir Alex Ferguson’ın Manchester United’daki son günlerinde, ilişkileri tamir edilemez bir biçimde bozulduğu gün göremezdiniz ve Louis van Gaal kovulduğunda Rooney’nin bir teselli ifadesinde bile bulunmaması bir tesadüf değildi. Geçen sezon Michael Carrick ile birlikte, zorlu ve anlaşılması güç bir menajer olan Louis van Gaal’in yanına, bu kadar çok baskıcı olmayı bırakmasını istemeye giden Rooney olmuştu. İkili, van Gaal ile uzlaşmaya varamadı ve her şey hesaba katılırsa, İngiliz Milli Takımı’nın rekor golcüsünün, Roy Hodgson’ın takımına, van Gaal’inkinden daha çok katkıda bulunması bir sürpriz değildi.
Rooney, İngiltere formasıyla daha mutlu ve en azından daha özgür hissettiğini açık açık söylüyordu. Van Gaal’in Old Trafford’da oynattığı oyun tarzı ortadayken; hücum oyuncularının topla çok az buluşarak son 25 yılın en düşük gol sayısına ulaştığı sezondan sonra buna kim şaşırırdı ki? Rooney bu sezon sekiz gol atmıştı. Bu, 2004 yılında kulübe katıldığından beri en düşük rakamdı. Soyunma odasındaki genel yaklaşımını korumakla birlikte, forvet oyuncularının doğal bir oyun sergilemek konusunda cesaretlerini kıran ve sık sık ‘kendisinin çiçekleri değil de çiçeklerin onu koklaması gerektiğini’ dayatan bir menajerle çalışmaktan dolayı oldukça öfkelenmişti.
Hodgson ile çalışmak çok farklı bir dinamiği beraberinde getiriyordu. Marsilya’da, İngiltere’nin Rusya’yla yaptığı açılış maçından önceki Cuma, birkaçımız Rooney ile beraber Velodrome Stadı’nda özel bir toplantı yaptık. Hodgson, Rooney’nin yanında durarak, onun soruları yanıtlamasını dinledi. Tecrübeli teknik adamın vücut dilinden gurur ve şefkat okunuyordu. Gözleri ışıldıyordu. Güldü ve onaylayıcı bir şekilde başını salladı. Rooney’yi dinlemek ve beraber geçirdikleri dört yıl boyunca oyuncusunun nasıl olgunlaştığını yakından görmek Hodgson’ın hoşuna gidiyordu. Rooney’nin ayağa kalkıp diğer oyunculara konuşma tarzını takdir ediyordu. Ve şüphesiz ki, Rooney’nin bu gelişiminde kendi emeğini de görüyordu. “O, son derece profesyonel bir oyuncu” demişti Hodgson.
O gün Jack Wilshere’i kenara çekip, kolunu onun omzuna atarak, sahanın etrafında yürüyüş yapmalarının ve derin bir sohbete dalmalarının arkasında da yine Rooney’ye de gösterdiği babacan tavrı vardı. Hodgson, Wilshere’e yedek kulübesinde olacağını o zaman mı söylemişti? “Hayır” diyordu Wilshere, “Dövmelerim hakkında konuştuk. Onların ne anlama geldiklerini bilmek istedi.” Böylece, on yıl önce, henüz 16 yaşındayken trafik kazası sonucu ölen amcasının baş harfinden başlayarak vücudundaki dövmelerden bahsetti. Açıkça söylemek gerekirse kendisi bir dövme yaptırmayı düşünmüyordu, fakat Hodgson’ın bu babacan hâli sizi yanıltmasın. Hodgson’da birçok futbolcu aksesuarı vardı; Louis Vuitton çanta, Prada ayakkabılar, Hublot marka bir kol saati… O, 68 yaşında bir delikanlıydı. Kendi yaşının yarısından daha küçük olan takım kaptanı ile iletişim kurmak onun için o kadar da zor değildi.
Rooney’ye gelince, o da menajerinin tuhaflıklarını seviyordu. İşin perde arkasında Rooney, Hodgson’ın heyecan ve sinirle kendini yiyip bitirmesini gülünç buluyordu. Fakat yine de hocasının güvenini hissediyordu. Diğer çoğu futbolcu gibi Rooney de, menajeriyle karşılıklı bir bağ kurduğu zaman daha iyiydi. Dünya Kupası sonrası milli formayla 17 karşılaşmada attığı 12 gol, milli takım ve kulüp performansı arasındaki farka da işaretti.
Bunun haricinde, bu ikiliyi yeşil saha dışında ortak paydada görmek çok mümkün değildi. Hodgson, Avusturyalı romancı Stefan Zweig’ın eserlerinden büyük bir şevkle bahsederdi. Kitaplara doyamayan bir okur olan Hodgson’ı, çoğu zaman Hermann Hesse’nin, belki Gabriel Garcia Marquez’in bir romanında ya da Marylebone’deki Daunt Kitapçısı’nda rastladığı başka bir kıymetli yazarın eserinde kendini kaybetmiş olarak bulabilirdiniz. Hodgson’ın en sevdiği kitap Milan Kundera’nın Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği’dir. Rooney’nin en sevdiğiyse Harry Potter ve Felsefe Taşı. Hodgson kariyerini Rus soyut sanatçı Wassily Kandinsky’nin ‘sağa-sola, aşağı ve tekrar yukarı’ felsefesini işlediği bir resmine benzetir ve eğer Garrick Club’ın bir üyesiyseniz, bir kadeh kırmızı şaraptan sonra size seve seve bunun nedenini anlatabilir.
Rooney’ninse çok içmekten alt üst olmuş bir şekilde Croxteth sokaklarını turladığına dair söylentiler, Everton’la ilk profesyonel sözleşmesini imzaladığında son bulmuştu. 17 yaşında katıldığı Goodison Park’taki basın toplantısında kelimelerin boğazına düğümlenmesi onun hayatındaki en unutulmaz anlardan biriydi.
Gelecek doğum gününde 31 yaşına basacak Rooney, birçoklarının sandığından daha iyi bir fiziğe sahip bir futbolcu hâline geldi. Daha şimdiden antrenörlük niteliklerini kazanmak üzerine çalışıyor. Kendisiyle özel konuşma fırsatımız olursa, genç oyuncuların yalnızca bireysel şekilde oynamaları konusundaki endişelerinden bahsedecek. İngiltere kadrosuna yeni gelenler için bunu bir görev olarak görüyor ve geçen hafta Marcus Rashford’un federasyonun basın ekibiyle yapacağı röportaja eşlik etmek onun fikriydi. Rashford dişlerindeki tellerle Euro 2016’nın en genç oyuncusuydu fakat yanındaki koltukta Rooney otururken 18 yaşındaki ismin rahatlığı hemen kendini belli ediyordu.
Hodgson’a gelince, Fransa topraklarındaki ilk haftadan itibaren Rooney’ye karşı olan bağlılığının sarsılmaz olduğunu açıkça gösterdi. Bir açıdan bakıldığında, bu çok akıllıca bir idare şekli. Rooney soyunma odası içerisinde o kadar popüler ki, bu tarz bir ilişkinin mühendisliğini yaparak diğer oyuncuların da doğrudan hocalarının otoritesine saygı duymalarını sağlıyor.
Rooney’nin, Louis van Gaal’den sözleşmesiyle ilgili bir durumu imzalaması için bir yıldan fazla bir süre uğraştığına bakılırsa, Jose Mourinho da Hodgson’la aynı zihniyete sahip gibi gözüküyor. Portekizli, aslında 8 Şubat’ta başına geçmesi gereken işindeki ilk haftasında bu konuyu anında açıklığa kavuşturdu. Mourinho’ya göre, efektif adam yönetimi oldukça basit bir şeydi ve Rooney yeni menajerine şimdiden minnettar.
Bunu, Rooney’nin Noel ertesi Stoke City’deki maçtan sonra Van Gaal ile yaptığı görüşmeyle kıyaslayalım. Rooney, zorlanan ve güveni tükenmiş ekipte yedek bırakılmıştı. Menajerinin gerekçelerini kabul etti, ama van Gaal’in talimatlarına saplanıp kalmak ilk 11’deki yerini kaybettirecekse geri döndüğünde kendi alışık olduğu oyununu sergileyeceğine açıklık getirdi. Bir sonraki hafta deli gömleğinden kurtulmuştu ve 8 maçta 7 golle geri geldi. Van Gaal ise yine van Gaal’di ve oyuncusunun haklı olabileceğini düşündüğü tek bir an bile olmayacaktı.
Hodgson ya da Roy -kaptanı ona bu şekilde hitap eder, burada patron kelimesi yoktur- hiçbir zaman Rooney ile bu tarz konularda karşı karşıya gelmemişti. Hiçbir zaman da gelmeyeceğini söyleyebiliriz.
Roy, takım kaptanına çok fazla bağlı oluşundan ötürü suçlanıyor. Özellikle de Rooney’nin kulüp performansı düştüğünde…Ancak İngiltere’nin bu alışılmadık ikilisiyle zaman geçirdikten sonra şu çok açık; onların birbirlerine ihtiyacı var.
Ve Hodgson, bu ilişkiyi, “Onun profesyonelliğinden asla şüphe edemezsiniz. Bir teknik direktör olarak bir oyuncudan isteyeceğiniz her şeye, İngiltere için en iyisini yapma arzusuna ve gerekirse takımın iyiliği için kendini feda edebilecek kabiliyete sahip” şeklinde ifade ediyor.
Çeviri: Görkem Demir