2017 yılının henüz ilk günlerinde Paris Saint-Germain ve Monaco, yarı final maçlarını geçerek Coupe de la Ligue’de (Fransa Lig Kupası) şampiyonluk için oynamaya hak kazandı. Yaşandığı sırada bu durum Marsilya’yı mutlu etmek bir kenara, ilgilendiremezdi bile. Takımın değişen sahibi, yönetimi, teknik direktörü ve ilişkinin kopmaya başladığı taraftar onlar için daha öncelikliydi.
Mayıs’a gelindiğinde ligi şampiyon bitiren Monaco ve en yakın takipçisi PSG’nin kupa finalini oynaması, Avrupa potasının dışında kalan Marsilya’ya yeni sezon için bir hedef daha sağlamıştı. Akdeniz temsilcisi, 3. ön elemeden Avrupa Ligi için mücadele edecekti. (Bu kontenjan devri, çeşitliliği artırması itibariyle son dönemde PSG, Juventus, Bayern Münih, Manchester City gibi devlerin yaptığı duble ve üçlemelerinin belki de tek iyi yanı…)
Takımda ilk tam sezonunu geçirecek teknik direktör Rudi Garcia ile Avrupa Ligi’nin ‘asıl’ aşamasına kalmayı başaran Marsilya, I Grubu’nda Konyaspor, Salzburg ve Vitoria Guimaraes’in yanına düştü. İlk maç, meşhur Stade Velodrome’da tecrübesiz Konyaspor ile oynanacaktı. Şampiyonlar Ligi’ni bugünkü ismiyle kazanan ilk takım Marsilya, tribünleriyle de meşhurdu. Ancak o maç günü değil. Konyaspor’u takip için şehre gittiğimizde, kapasitesi son yenilemelerle 70 bine yaklaşan Velodrome’un dolu olmayacağı haberini almak uzun sürmedi. Nitekim Adil Rami’nin tek golüyle ev sahibinin kazandığı maçı yerinden takip edenlerin sayısı, resmi rakamlara 8 bin 649 olarak yansıdı. Bu taraftarın büyük çoğunluğu maçın başını protesto etmiş, ancak stat dışından 15 dakika tezahürat yaptıktan sonra koltuklara geçmişti. O geçişe meşaleler ve ses bombaları eşlik ederken sahada olanlar pek kimsenin umurunda gibi gözükmüyordu.
O gün tribünlerdeki bir pankart, diğerlerinden daha ihtişamlı hazırlanmıştı. Hemen elim çeviri için Google’a gittiğinde karşıma şu cümle çıktı: “RUDI GARCIA’NIN TAKTİKLERİ DE JACQUES HENRI’NIN VAATLERİ KADAR BOŞ.” Hem başkan Henri hem de teknik direktör Rudi Garcia hedefteydi. Hatta o maç kaybedilse, Garcia’nın görevi bırakacağı öngörülüyor ve son üç maçın kazanılamadığına (Marsilya bu süreçte Monaco’ya 6-1, Rennes’e de 3-1 yenilmişti) dikkat çekiliyordu.
Bir Marsilya taraftarı, kullanıcıların sorularına cevap aradığı internet sayfası Quora’da, ‘Son dönemlerde tribünler neden boş?’ sorusuna özeti sertçe geçmişti: “Çünkü 1993’ten beri boktan takımlar, felaket başkanlar, kötü menajerler ve aptal kararlar görmekten bıktık…” Taraftarın Henri ve Garcia’yı birlikte uğurlamak istemesi de doğaldı. Beyzbol takımı Los Angeles Dodgers’ın eski sahibi Frank McCourt’un, yeni macerasına Marsilya’yı satın alarak yelken açtığı 17 Ekim 2016 günü başkan da değişmişti. Bundan üç gün sonra ise Rudi Garcia, Roma’daki görevine son verildiği gibi takımın başına getirildi. Marsilya yeni sayfayı açacağı ekibi belirlemişti. Birleşik Amerikalı iş adamı McCourt, Garcia’da kıldığı kararı “Görüşmemizde bana direkt olarak Şampiyonlar Ligi kupasını hedeflediğini söyledi. O an doğru kişi olduğunu anladım” diyerek anlatıyor. Bu karardan bir buçuk yıl sonra Garcia henüz sözüne yaklaşamasa da Kupa 2’nin finali bir başlangıç olabilir…
2010-11 sezonundan sürpriz şekilde Lille ile hem lig hem Fransa Kupası’nı kazanan Rudi Garcia, bu başarının iki yıl sonrasında Roma’nın başına geçti. İtalyan devinde çok fazla iz bırakamasa da Marsilya ona kapılarını açtı. Garcia’nın elinde ‘idare eder’ damgasını yemeden önce, şimdi ikinci bir şans vardı. 2017-18 sezonu öncesinde, aslında elindeki kadronun kaderi de kendininkine benzer şekillendi. Yani ikinci şansın peşinde.
Lille’de olduğu gibi elinde genç ve kendini henüz kanıtlamamış Eden Hazard, Gervinho, Idrissa Gueye gibi isimler yoktu. Mathieu Debuchy ve Yohan Cabaye o dönem milli takıma yeni adım atmıştı. Garcia ve oyuncuları Lille ile parlamış, takımın içiyse şampiyonluk sonrası kısa sürede boşaltılmıştı. McCourt’un tüm yatırımına rağmen Marsilya’nın böylesi bir kadrosu yok. (Ki bu konuda sportif direktör Zubizarretta da eleştirilenlerin başında.) Sezon başında PSG ya da Monaco’ya bir hak verilse bu kadrodan kimseyi almayabilirlerdi bile.
Dmitri Payet, West Ham; Florian Thauvin de Newcastle United’la başarısız Premier Lig günlerini tüketip eve ikinci şans için dönmüştü. Garcia’nın şampiyon Lille kadrosundan eski öğrencisi Adil Rami son dönemde futboldan çok kız arkadaşı Pamela Anderson etkisiyle gündemdeydi. Bayern Münih’le zirve performansı sergiledikten sonra Luiz Gustavo, takıma 100 maçı aşkın bir Wolfsburg aktarmasıyla katılmıştı. Savunmacı Rolando, Porto sonrasında yeni bir Avrupa zaferi düşünür müydü? 30’luk Kostas Mitroglou yeni gol umuduydu. Hem de 15 milyon Euro’luk bonservisle! Takımın sol beki, bir taraftarı tekmeleyip 7 ay UEFA’dan men alana kadar Patrice Evra’ydı. McCourt Marsilya’yı satın aldığında, PSG’nin sahibi Nasser El-Khelaifi bile bu yatırımın “kendisini heyecanlandırdığını” söylemişti. Oluşan kadroda ise ne büyük bir yatırım ne de heyecan göze çarpıyordu.
Ancak Garcia ile bu çok umut vadetmeyen oyuncu grubu, bir takıma tahvil etti. Francesco Totti ve Daniele De Rossi’nin olduğu yerde yürümezdi belki ama Lille’de Garcia’nın bir sistemi vardı. Kadrodan dört-beş oyuncuyu aldığı bir conseil de sages kurmuş ve belirsiz aralıklarla onlarla durum değerlendirmesi yaparak huzuru takımın karakterine işlemeye çalışmıştı. Marsilya’daki bu ‘bilgeler meclisi’ kaleci Mandanda, Rolando, Payet ve Luiz Gustavo’dan oluşturuldu. Tecrübeli dörtlü sezon içerisinde bazen bir ay, iki ay Garcia’dan haber almadı. Muhtemelen işler maçlarda göründüğü kadar içeride de onlar için iyiydi… Atletico finali öncesinde özel bir Marsilya dosyası hazırlayan France Football, 2004 UEFA Kupası’nın finalinde Valencia’ya kaybeden kadrodan Fabio Celestini’ye mikrofon uzattığında, “2004’teki takımda gerçek dostluk vardı. Bu seneden de aynı havayı alıyorum” karşılığını almıştı.
Garcia bir zamanlar futbol felsefesini, “Şüphesiz hücum odaklı. Ancak gerçek bir şeyler kazanmak için kusursuz savunmaya ihtiyaç duyulduğunun da farkındayım” diyerek açıklamıştı. Onun düşüncesinde takımı topa çok fazla dokunmasa da orkestra akışkanlığını yakalıyordu. Adil Rami de bu sezonki çıkışlarını buna bağlamıştı. “Bir anda topu rakibe bırakmaya başladık. Birbirimize yakın oynadık ve işimiz hayli kolaylaştı. Ama bu rakip sahada olmaya engel değil” diyordu milli savunmacı. Bu akışkanlık ve rahatlığın birleşiminin en net vücut bulduğu karşılaşmalar Avrupa Ligi son 16 Turu’nda Athletic’le oynananlar olabilir. Bitmek bilmeyen hücum isteğiyle Marsilya sahada her şeyi yaparken, ilk maçı evde 3-1 kazanmış, ‘aslan yuvası’ San Mames’te de sonuç 2-1’lik galibiyet olmuştu. Eşleşmedeki 5 golün 3’üne imzasını koyan Lucas Ocampos ise Garcia’nın ikinci şanslar kadrosundaki nadir istisnalardan biriydi. Payet ve Thauvin’in etkili oyunlarının yanında yıldızlardan biri olduğunu iyiden iyiye kanıtlıyor hatta belki de ‘bu kadronun Hazard’ı’ olabileceğinin sinyallerini veriyordu.
Athletic sonrası rüzgarı arkasına alan Marsilya ağırlığını hissettirdiği diğer aşamalara takılmadan finale kadar geldi. Salzburg karşısında Rolando uzatma golüyle takımını ipten aldı ve Marsilya 2004’ten sonra ilk kez Avrupa kupalarında final gördü. Sezon başında takımı en ağır şekilde protesto eden taraftarlar, 1993 finalindeki formaların bir replikasıyla kupa maçında tribünlerdeki yerlerini almıştı. Ancak formalar bir anı olarak kaldı, kupa canavarı Atletico Madrid beklendiği üzere şampiyondu…
Marsilya böylelikle seneye Şampiyonlar Ligi’nde olma yolunda ilk fırsatı kaçırdı. Ligde de son hafta öncesinde Devler Ligi bileti için Lyon daha avantajlı konumda. Marsilya aynı haftada çifte ıska yapabilir. Ama finalden sonra dile getirdikleri üzere, bu sadece bir başlangıç… Marsilya, Avrupa futbol haritasına geri döndü ve sırf Payet’in gözyaşları bile, bunun tek senelik bir patlama olmamasını istemek için geçerli sebep.