Sarah Bowman Brown, 29 yaşında bir 1500 metreci. 2012’deki ABD Olimpiyat seçmelerinde ilk üçe giremeyince, o da dünya üzerindeki binlerce atlet gibi dört yıl sonrası için hayaller kurmaya başladı. Sağlıklı kalıp sıkı antrenmanlarına devam etti. Ama Rio yaklaşırken, Brown’ı o binlerce atletten ayıran temel bir fark vardı; karnında taşıdığı bebeği…
2015’in başında, her şey Sarah Brown için yolunda gidiyor gibiydi. İyi bir form yakalamıştı ve 30 Mayıs’ta Prefontaine Classic adıyla da bilinen, Diamond League’in Eugene durağında koştuğu 4:03.20 ile kişisel en iyi derecesini koştu. Yaklaşık üç yıl önceki seçmelerde aşil sakatlığından dönmesine rağmen yalnızca birkaç saniye farkla kaçırdığı olimpiyat takımını bu kez gözüne kestirmişti. Ama takip eden haftalarda rüzgar tersten esmeye başladı. Dereceleri geriliyor, normalde enerjisini saklayıp atak yaptığı son 200 metrelerde artık pili bitiyordu. 28 Haziran’daki ABD şampiyonasında 4:17.01 ile dokuzuncu olabildi. Her ne kadar doğum kontrolü altında olmasa da, emin olmak için evinde basit bir test uyguladı. Sonuç negatifti. Hem eşi hem de koçu olan Darren Brown, o günleri, “Bazı idmanlarda felaket sonuçlar alıyorduk. O dönem bunu mental sebeplere bağlıyorduk” şeklinde hatırlıyor.
İlerleyen süreçte Avrupa’da birkaç yarışa daha katıldı Brown. Değişen çok fazla şey yoktu, koşarken güçsüz hissediyor, beklediği sürelerin yanına dahi yaklaşamıyordu. Son olarak Diamond League Monako’da piste çıktı. Çok güçlü bir kadroya ev sahipliği yapan yarışta Etiyopyalı Genzebe Dibaba 3:50.07 ile dünya rekoru kırarken, Brown bitiş çizgisini gören son atletti. Sorunları hasıraltı etmek bir işe yaramamıştı. Artık yüzleşme vaktiydi.
Ülkesine dönüp soluğu doktorunda aldı. Yapılan idrar ve kan tahlillerinin ardından 27 Temmuz’da telefonu çaldı. Brown ailesi hayatlarının en önemli haberlerinden birini o telefon görüşmesinde aldı: Sarah, hamileydi.
Virginia doğumlu atlet karmaşık duygular içindeydi. Bir yanda karnında ilk çocuğunu taşımanın heyecanı, öte yanda yıllardır beklediği olimpiyat hazırlığı duruyordu. Birçok kadın atlet kariyerlerinin bir noktasında bu karar aşamasına geliyordu. Brown’ın ise farklı fikirleri vardı. “Neden bir seçim yapmak zorunda olduğumu anlamıyordum” diye andı o günleri ESPN’de yayımlanan ve karnındaki bebeğiyle çıktığı olimpiyat vizesi arayışını anlatan “Run Mama Run” adlı belgeselde.
Yakın geçmişe kadar, hamilelik sürecinde kadınların mümkün oldukça yorucu hareketlerden uzak kalmaları öğütlenirdi. Koşmak, hele ki bunu yüksek tempoda yapmak kara listedeydi. Son dönemde ise spor yapmanın, düzenli ölçümler yapılıp ters giden bir şey olmadığı garanti edildiği sürece anne ve bebek sağlığı için olumlu sonuçlar verdiği ortaya kondu.
Sarah Brown da hem kişisel doktorunun hem de eşi ve koçu Darren Brown’ın sıkı gözetiminde idmanlarını sürdürdü. Bu süreçte kalp ritmi düzenli olarak kontrol altında tutuldu ve değerlerinde en ufak bir değişiklik görüldüğünde koşmaya devam etmesine izin verilmedi. Bebeğin sağlığı her şeyden önemliydi.
Kişisel blogunda hamile olduğunu, buna rağmen olimpiyat seçmelerine hazırlanmayı sürdüreceğini açıkladıktan sonra sosyal medyadan birçok farklı tepki aldı. “Bebeğini değil kendini düşünen bencilin teki” veya “Nasıl bir ebeveyn olacağını tahmin bile edemiyorum” gibi olumsuz yorumlar yer yer Brown’ın canını sıkmaya yetti. “Bu tür mesajların hamilelik hakkında en ufak bir bilgisi olmayan insanlardan geldiğini ve bir anlam ifade etmediğini bilsem de bazı anlarda yine de kafamı bunlara taktığım oluyordu” diyor Brown. Ailesinin, yakın arkadaşlarının ve özellikle de eşi Darren’ın verdiği destek, mental olarak onu güçlü tutmaya yetti.
Sarah Brown (@sarahmb15) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()
İlk aylarda her şey daha rahat olsa da, hamileliğin son aylarında bebeğin büyümesiyle Brown’ın yaptığı ağırlık idmanlarında beline binen yük de artmaya başladı. Böyle olunca da ileriye dönük sorunlar yaşanmaması için antrenman rutinleri de ağırlık çalışmalarından ziyade ip atlama, adım çabukluğu çalışmaları ve yüzme üzerine odaklandı.
4 Mart’a dek her şey yolunda gidiyordu. O sabah ise yüksek ateş şikayetiyle hastaneye kaldırılan Sarah Brown’ın basit bir grip geçirmediğini, doktorunun anlaması uzun sürmedi. Beklenen doğum tarihi 21 Mart olsa da, anlaşılan ufaklık biraz acele ediyordu. Sezaryene gerek kalmadan normal doğumla Abigail Ann Brown dünyaya geldi. Anne-kızın sağlığı da gayet yerindeydi.
İki haftalık dinlenmenin ardından, sıra piste dönmeye geldi. Gece defalarca bölünen uykunun yanı sıra bebeğini emzirmek bile ekstradan kalori kaybetmek anlamına geliyordu. Ama ne de olsa kimse bunun kolay olacağını söylememişti. Bunun bilincinde olan Brown da çalışmalarını sürdürdü ve ağırlık idmanlarının yanı sıra pistte yarış ritmine de kavuşmaya başladı. Fena dereceler koşmuyordu.
Birkaç hafta sonra ise karşısına bir duvar daha çıktı. Bel ve sırtındaki ağrılardan ötürü hastanenin yolunu tutan Brown’ın, hamilelik ve emzirmeye bağlı olarak kemik yoğunluğu azalmıştı. Olimpiyat seçmelerine iki aydan az bir süre vardı ve asıl telaşlanması gereken haber devam eden testlerin sonunda ortaya çıktı: Omurgasında bir tümör saptandı.
Tüm bu olanlara rağmen Brown pes etmedi. Tümörün iyi huylu çıkması, acil bir ameliyata girmesini gerektirecek bir durum olmadığına işaretti. Ve sonunda beklediği günde, Eugene şehrinde gerçekleşen ABD olimpiyat takımı seçmelerinde pistte yer almayı başardı. “Sonuç ne olur bilmiyorum ama en azından denemeyi kızıma borçluyum” demişti bir keresinde, bu borcunu da ülkesinin en iyileriyle 8 Temmuz günü koşarak ödedi. Derecesi Rio vizesi almaya yetmese de arkasında bıraktığı hikaye benzer yol ayrımlarında kalan atletlere ışık saçmayı sürdürecek. Tıpkı seçmelerin hemen ardından kucağına aldığı Abigail Ann’in yüzündeki parıltılar gibi…
Sarah Brown (@sarahmb15) tarafından paylaşılan bir fotoğraf ()