Ferhan Şensoy, Başkaldıran Kurşun Kalem kitabında insanlarla ilişkisini şöyle anlatır:
“Söze ‘Biz güzeliz!’ diye başlamanın yanlışı, iş boyu yaşanacaktır. Oysa biz güzeliz. Ben babamı severim, babam beni severse. Bu kolaydır. Ben babamı severim, babam beni sevmese de. Bu şiirdir. Babam beni seviyor, ben babamı n’eyleyim? Bu büyük bir yangındır. Babamla biz, iki kişiyiz.”
Thierry Henry ve David Trezeguet, 18 yaşında bir araya gelmiş iki çocuktu. Oysa onlar güzeldi. Henry Trezeguet’yi seviyordu, Trezeguet de Henry’yi. Bu kolaydı. Ancak söze “Biz güzeliz!” diye başlamadılar. Hatta birlikte güzel olduklarını, yıllar boyu itiraf dahi edemediler.
Seneler sonra bir gün, bir televizyon kanalına, ayrı ayrı konuştular ve o gün, birbirlerine karşı ilk kez açık oldular. Ama oraya gelmemize biraz daha var…
David Trezeguet, Buenos Aires’te büyüdü. 1995 yılında Monaco’ya transfer olduğunda 18 yaşındaydı ve tek kelime Fransızca bilmiyordu. Takımın çoğunluğu 30 yaş civarındaki oyunculardan oluşuyordu, biri hariç. O isim, kendisinden iki ay büyük Thierry Henry idi. Trezeguet, o günleri daha sonra şöyle anlatacaktı: “Benimle ilgilenen tek kişi oydu; bana şehri gezdirdi, restoranlara götürdü, birçok konuda yardımda bulundu. Ondan çok şey öğrendim; sadece futbol değil, sosyal ve kültürel anlamda da…”
Trezeguet haklıydı ama o da arkadaşına çok şey öğretmişti. Hatta Fransız yazar Philippe Auclair’e göre, Henry’nin dünya futbolunun zirvesine çıkmasına neden olan adımları atmasının nedeniydi:
“Trezeguet ceza sahasında bir tilki gibiydi; golü koklardı, direkt gole giderdi, ileride tek bir kişi oynayacaksa avantajlı olan taraftı. Henry de bunun farkındaydı ve bu farkındalık, onu daha komple bir hücumcuya dönüşmeye zorladı.”
İkili, adlarını ilk kez 1997 Toulon Turnuvası’nda duyurdu. Fransa’nın şampiyon olduğu turnuvadan Trezeguet dört golle, Henry de ‘En Değerli Oyuncu’ ödülüyle ayrıldı.
Sıra 1998 Dünya Kupası’ndaydı. Grup aşamasında Henry iki maçta ilk 11’de forma giyip üç gol attı, Trezeguet ise bir kez ilk 11’de şans bulup bir gol kaydetti. İkinci turda, Paraguay karşısında ikisi de ilk 11’de sahaya çıktı. Çeyrek ve yarı finallerde, sonradan oyuna girdiler. Finalde ise forma giyemediler. Ancak bu bir sorun değildi, kupayı kazanmışlardı. Henry, yıllar sonra o günleri “Brezilya’yı yendiğimiz gece hiçbir şeyin farkında değildik ama birkaç gün sonra oturup konuştuğumuzda ‘Hey, bir dakika! Dünya şampiyonu olduk!’ dedik ve ağlamaya başladık” sözleriyle anlatacaktı.
Henry aynı röportajında, arkadaşından da bahsetti. Ona göre, Trezeguet ile oynamak çok kolaydı. O sahada olduğu sürece karışık bir durum yaşanmazdı. Varlığı, onu daima doğru davranmaya itiyordu ve Trezeguet dünyadaki en iyi bitiriciydi. Haklıydı. Haklı olduğu Euro 2000 Finali’nde bir kez daha anlaşılacaktı.
Fransa yine finaldeydi. Karşılarında İtalya vardı. Normal sürenin son dakikasında Sylvain Wiltord eşitliği sağladı ve uzatmalara geçildi. 103. dakikada top, oyuna sonradan giren Trezeguet ile buluştu. O da tek bir dokunuşla kupayı Fransa’ya getirdi.
Ve evet, tam da burada, seneler sonra birbirlerine ilk kez açık oldukları noktaya dönmemiz gerekiyor.
İkiliyle röportaj yapan televizyon kanalı, önce Trezeguet ile buluşmuş ve ondan bugüne kadar Henry’ye dair hiç dile getirmediği bir şey söylemesini istemişti. Kameraya bakan Trezeguet, “Benim için yaptığın her şey için teşekkürler” dedi ve devam etti: “Bunu sana hiç söylemedim. Bilmediğim bir ülkenin bilmediğim bir şehrinin bilmediğim bir takımına gelmiştim. İnsanlarla iletişim kuramıyordum bile. Ama sen vardın. Bana ne kadar yardımcı olduğunun farkında bile değilsin ama ben farkındayım. Her şey için teşekkürler.”
Bir sonraki durak Henry idi. Röportajın sonunda, kamerayı eline verip Trezeguet’nin kaydını izlettiler. Verecek bir cevap bulamamış ve gözleri dolmuştu. Sonra izin istedi, kamerayı aldı, kendine doğru tuttu ve yürümeye devam ederken arkadaşına seslendi:
“Gözlerime baktığında şiş olduklarını anlayabiliyorsundur; çünkü söylediklerinden çok duygulandım. Şaşırdım hatta ve evet, biraz ağladım. Şaşırma sebeplerimden biri, bunu bana daha önce hiç söyleyememiş olman. Ama ne diyebilirim ki… Seni çok seviyorum.”