Bu röportaj ilk olarak Socrates’in Temmuz 2016 nüshasında yayımlandı. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
İstanbul’un bahar klasiklerinden bir gün! Sabah evden çıkarken gün boyunca terleyeceğinizi tahmin ediyorsunuz ama bir saat sonra yağmur sizi esir alacak. Az sonra okuyacağınız röportaj böyle bir günde gerçekleşti. Ve o günün havasına uygun olarak, planladığımız gibi ilerlemedi!
İtiraf etmek gerekir ki hata bizdeydi. Kafamıza takılan bir istatistiğin peşinden gitmiştik. Süper Lig’de 2015-16 sezonunun ilk dört sırada bitiren üç takımın teknik direktörleri (Şenol Güneş, Aykut Kocaman ve Abdullah Avcı) kariyerlerinin bir döneminde Türkiye futbolunun duayen ismi Metin Türel’in yardımcılığını yapmıştı. Hocayı ziyaret etmek için bundan daha iyi zaman olamazdı. Hata da tam olarak bu noktada başladı. Metin Türel gibi bir birikimin karşısına o istatistikle çıkınca, o da bizim gözümüze Türkiye futbolunun son 50 yılını soktu. Muhabbet ilerledikçe hatadan döndük. Dönmemek de mümkün değildi! Etiler’in arka sokaklarında yer alan bir ganyan bayiinde gününü geçiren Metin Türel’in yanına gittiğinizde laf lafı açıyor. Sizin çok fazla konuşmanıza gerek kalmadan o, Türkiye futbol tarihine ve antrenörlük mesleğine ışık tutuyor.
Yine de biz o gün söze Güneş-Kocaman-Avcı üçlüsüyle başladık. Metin Türel, Şenol Güneş ile 1987-1988 sezonunda Trabzonspor’da beraber çalışmıştı. Trabzonspor’un henüz uzun süren bir şampiyonluk hasretinin olmadığı, Şenol Güneş’in de kulüp efsanesi olarak futbolu yeni bıraktığı bir dönemdi. Türel’e kışkırtıcı sayılabilecek bir soru soruyoruz; acaba böyle bir kulüp için güçlü bir figür haline gelmiş birisinin yardımcısı olması onu zorlamış mıydı?
Tam tersi bir cevap alıyoruz. “Bunların hepsi senin kişiliğine bağlı” diyor hoca ve ekliyor: “Kim gelirse gelsin, kendine güvenen antrenör her ortamda dilediği hareketi yapar. Ben her gittiğim yerde ‘Siz verin yardımcıyı’ diyordum. Başkalarının yaptığı gibi insanları yanımda çanta gibi taşıma adetim yoktur.”
Türel, ‘zor şehir Trabzon’ algısına da karşı. “Orada futbol kültürü iyi. Taraftar idmana bile gelirdi. Eğer sen idmanı iyi yaptırırsan onu görürler. Kötü sonuç çıktığı zaman da ‘Olsun hoca biz senin idmanlarını biliyoruz. Senin hakkını yemeyiz’ derlerdi. Yani o kadar zor değil orası. Belki de zor yerler bana zor gelmiyordu” diyerek Trabzon kentine övgülerini sıralıyor.
Metin Türel’in Aykut Kocaman ve Abdullah Avcı ile beraber çalışması ise 2000 yılına denk geliyor. 1999-2000 sezonunda Ziya Doğan’ın takımdan ayrılması sonrasında ipleri eline alan Avcı ve Kocaman, sarı-siyahlı kulübü ligde tutmayı başarırlar. Ertesi sezon ise birinci adam Metin Türel’dir ve ikili de onun yardımcılıklarını yapar. Bir sezon boyunca ne düşme korkusu yaşanır ne üst sıralar zorlanır. İstanbulspor ligi 12. sırada noktalar. Metin Türel, uzaktan bakınca bir takım için renksiz gibi gözükebilen sezonda bile, Türkiye futboluna iki teknik adam daha armağan eder. O günlerden bahsederken yardımcılarının kendisine olan katkısını söylemeden geçmiyor. Aykut Kocaman’ın bir Gaziantep deplasmanında kendisine Murat Erdoğan’ı oynatmasını önerdiğini hatırlıyor. Türel, o gün öğrencisinin tavsiyesine uyar. Maçın sonrasında, bu nedenden dolayı Kocaman’ı tebrik eder ve “Buradan aldığımız puan benim değil, senindir” der.
Türel, bu sezon Aykut Kocaman ile Konyaspor’un üçüncülüğünü öne çıkarıyor. Talebesinin derme çatma bir Konyaspor’u teslim aldığını belirtiyor. Bu tip takımlarda sonuç alabilmek için teknik adamın yaratıcı fikirleri olması gerektiğini söylerken kendisinden örnek veriyor ve lafın ucu Burak Yılmaz’a uzanıyor.
“Teknik adamlar yaratıcı olmalı. Ama benim gibi menfi yaratmasınlar. Mesela ben Antalyaspor’da çalışırken, santrforum Taner Gülleri sakatlanmıştı. Karşıyaka ile kritik bir maça çıkacaktık. Burak o zamanlar orta sahada oynuyordu. Ben de düşündüm taşındım onu forvete ittim. İsteyerek yapmadım. İki tane de gol attı. Ama şimdi 30 tane takımım olsa gene almam. Onu ilk defa santrfor oynatan benim ama bununla övünemiyorum. Ben mecburiyetten yaptım, kafam çalışıp da yaratıcılıktan değil! Milli takımda da Fatih (Terim), inşallah tercihini Cenk’ten yana kullanır.”
Metin Türel’in forvette denediği Burak Yılmaz’ın daha sonraları Şenol Güneş’in elinde parlaması ilginç bir tesadüf olarak gözükebilir. Türel, eski talebesini överken bu sefer de laf Slaven Bilic’e gidiyor. Hırvat teknik adamın Oğuzhan Özyakup’a fazla şans vermemesi ama Güneş’in genç oyuncuyu ‘takımın starı yapması’ Türel’den geçer not alıyor.
Burak, Oğuzhan, Cenk demişken, konu bu sefer milli takıma geliyor. Türel, kariyerinde A Milli Takım teknik direktörlüğü gören isimlerden biri. Bugüne kadar antrenörlük hayatında herhangi bir tercihinden dolayı pişmanlık duymadığını söylerken aklına 1978 elemeleri geliyor. Türkiye, 1978 Dünya Kupası elemelerinde, diğer maceralarına göre nispeten başarılı bir performans sergiler ama İzmir’de Avusturya’ya yenilince fırsatı kaçırır. Türel de “Kupaya gitmeyi bedavadan kaçırdık, kıl payı!” derken, 38 sene önce kendisini yıkan golü bir kez daha anlatıyor:
“0-0 onlara da bize de yaramıyordu. Bir kanatta Erdoğan Arıca, diğer kanatta da Turgay Semercioğlu oynuyordu. Ben ikisine de ileri çıkmalarını söyledim. Turgay bir pozisyonda topa vurdu, rakibin sırtına çarptı. Top Herbert Prohaska’ya geldi. Bomboş attı golü. Onlar gitti biz kaldık. Bir de o zamanlar tek takım gidiyordu. Şimdiki gibi üç takım gitmiyordu.”
Metin Türel’in beklerine ileri çıkmasını söylemesi bugünlerde hoş bir anı olarak akıllarda. Zamanında çok eleştirilse de bir fikir akımı olarak öğrencilerine sirayet etmiş bir hamle. O gün sahada olan Fatih Terim ve Mustafa Denizli, daha sonra benzer hamleleri defalarca yaparak, ülke futbolundaki algı kırma çabasına büyük katkıda bulundular.
Laf tekrar geçmiş günlere gelince, o zamanlar teknik ekiplerin kısıtlı sayıda olduğunu öğreniyoruz. Yapılanmanın nasıl olması gerektiğini ise hocadan dinliyoruz:
“Futboldan gelen kondisyoner çok az. Futbol bir motorik faaliyettir. Futbolda teoriler pratiği değil, pratikler teoriyi yaratır. O nedenle antrenman bilimi elastiktir. Ama futboldan gelmeyen kondisyonerler, olduğu gibi kitabı kullanır. Bu yüzden antrenman bilimini teknik direktörlerin bilmesi gerekir ki eğer kondisyoner yanlış çalıştırırsa, teknik direktör gelip ‘Dur!’ desin. Futbol, ABD’ye yeni girmiş bir spor. Orada daha ziyade; boks, Amerikan futbolu, basketbol gibi hep kuvvete dayanan sporlar revaçtadır. O nedenle kuvvet mevzusunu ‘prima’ derecede biliyorlar. Sonradan öğrendim; Fatih (Terim) zamanında yanındaki ABD’li kondisyonere uyarılarda, tavsiyelerde bulunmuş. Biz ona seminerlerde göstermeseydik Fatih bunları diyemezdi.”
Metin Türel, yetiştirici bir insan. Antrenörlüğe başlama nedeni de yedek subayken yaptığı öğretmenlik mesleğinin hoşuna gitmesinden kaynaklanmış. Ve o günden sonra Türkiye futboluna damga vuran birçok futbolcu onun elinden geçmiş. O isimler, futbolu bıraktıktan sonra ya onun seminerlerinden diplomalarını almışlar ya da direkt sahada yardımcısı olmuşlar.
Türel, sahadayken de yardımcılarına geniş sorumluluklar verdiğini söylüyor. Antrenman programını bir gün önceden hazırlayıp “Buyrun, ben dışarıdayım. Verdiğim programı nasıl uyguluyorsunuz görelim?” demesiyle biliniyor. Onun için eğitim ve futbol, oyunun her alanında devam etmiş.
Metin Türel, zamanında antrenman bilimi için Macaristan’a gönderilen üç kişilik ekipte yer almıştı. Ondan Avrupa ile Türkiye’yi kıyaslamasını isteyince aldığımız cevap da bizi yeniden Aykut Kocaman’a götürüyor.
“Bakış açıları farklı. Şimdi bizde moda oldu; ‘Bilmem kim 12 bin metre koştu’ diyorlar. Fatih, takımdaki herkesin 15 bin metre koşmasını istiyormuş. Tamam da o 12 bin metrenin içine taç atmaya gidişin de giriyor. Önemli olan verimli koşu. Avrupalı oraya bakıyor. Onlar 12 bin metrenin içinde 700-800 metre depar atıyor. Bizim futbolcumuz ise 300 metre depar atabiliyor. Şimdi rakip benden 500 metre fazla olumlu koşu yaparsa defansa da hücuma da daha çabuk gider. Bizimkiler ise daha geç yerine gelir.”
Bu koşu olayını Aykut Kocaman, özellikle Fenerbahçe günlerinde sık sık anlatmaya çalışmıştı. Bunu Türel’e hatırlatınca, verdiği cevap hem güldürüyor hem düşündürüyor: “Ee, kimin yardımcısı? Ben Macaristan’a 1971’de gittim, şimdi sene 2016. Futbolda değişen bir şey yok!”
Genç kuşak, Metin Türel’i sahada çok göremedi. Onlar bazı şehir efsaneleriyle hocayı hatırlıyor. Mesela Wikipedia’da Suudi Arabistan’da çalıştığı, Ekşi Sözlük’te ise Ruanda’ya gittiği yazılıyor. Türel, bunlardan haberdar. “Hatta bir site beni 1931 doğumlu yazmış. Oysa ben 1937’liyim 90 yaşında yapacaklar beni. Ruanda’nın yerini de haritada dahi bilmem. Alakası yok” diyerek karşı çıkıyor. Fakat karşı çıkmadığı bir şehir efsanesi mevcut. Onda da yanlış anlaşılmaktan şikayetçi.
Türel’in Yanal için söylediği “Hagi, 35 metreden bir tane çakar, laptop’taki o istatistikleri nereye koyacağını şaşırırsın” sözü futbol literatürüne geçti. Türel bu lafı söylediğini inkâr etmiyor. Ama Yanal’ın çalışma tarzına ve laptop’ına sanıldığı gibi karşı değil. “Bilgisayar modern dosyalamadır” diyor hoca ve devam ediyor: “Ona vereceksiniz ki o da size geri versin. Dosyalarınız yırtılabilir ama bilgisayar yırtılmaz. Ben o cümleyi futbolun değişkenliğinden bahsetmek için kullanmıştım. Onu da ‘fırlama’ Rıdvan (Dilmen) televizyonda söyleyince olaylar gelişti.”
Futbolcuların kariyerlerine son verip teknik direktörlük için ilk kez sıralara oturdukları kurslarda şamata eksik olmuyor. Rıdvan Dilmen de hocanın aklında en çok iz bırakan öğrencilerinden. Haliyle bu sefer Türel’den bir Rıdvan Dilmen anısı geliyor.
“Bir gün kurstayız. Homojen kadronun geçerliliğini anlatıyordum. Örnek verdim ve ‘Liverpool’un 11’ini, Londra’daki simitçi bile sayar’ dedim. Rıdvan parmak kaldırdı. ‘Hocam, Londra’da simitçi var mı?’ diye sordu. ‘Çık dışarı’ dedim.”
Kurslarda makara var ama eğitim de! Futbolculuktan gelen isimler, ders ve sınav kavramına uzak olmaları nedeniyle zaman zaman Türel’e dert yanmış, “Hocam bizim sınavımız sahada” demişler. Türel ise onlara hak verirken bir yandan da ders vermeyi ihmal etmemiş:
“At sahibine göre kişner. Ben hepsini ‘hazır ol’da tutardım. Bana, ‘Napolyon harpten korkmazmış, imtihandan korkarmış’ derlerdi. Hocalara dümen yapıyorlar işte. Ben de onlara ‘Ben hepinizi sınıf geçireceğim. Ama siz esas ne zaman sınıf geçeceksiniz? Antrenörü piyasa tayin eder. Piyasaya çıktığınız zaman yönetici size saygı gösterirse o zaman sınıfı geçersiniz. Bunu elde edebilmek için genel kültürünüzü artırmanız, literatürü takip etmeniz, hatta diksiyonunuzu bile geliştirmeniz gerekir’ derdim. Biraz serttim, benden korkarlardı ama herkesi de sınıf geçirirdim.”
Hocanın futbol dünyasında temas etmediği kimse kalmamış neredeyse. Daha konuşacak çok şey çıkardı ama artık kalkma vakti. Başlığı da o veriyor: “Bu kubbede bakî kalan hoş bir sadâ idi bizimkisi. Futbol gelip geçici. Bunun emekliliği de var. İnsanlara mesafe koymamak lazım.”