Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Diğer SporlarRöportajHız Sanatı

Doksanların en ünlü sprinterlerinden Ato Boldon, Socrates'e konuştu. Kendi kariyeri, Usain Bolt, Shelley-Ann Fraser-Pryce ve daha fazlası üzerine...

Bu röportaj, Socrates Dergi’nin olimpiyat oyunları özel sayısında yayımlandı. Tüm dergileri bulabileceğiniz satış bağlantıları için tıklayın!

Sprint sanatı size göre nedir?

Sprint sanatı etrafınızda bir kaos varken soğukkanlılığınızı koruyabilmektir. Bütün sprinterlerin yapmaya çalıştığı şey budur çünkü çok kısa bir süreniz vardır ve bu süre hataya hiç müsait değildir. Ve bunun yanında sağınızda ve solunuzda duran, sakin kalmaya çalışıp finişe ilk sırada gelmeye uğraşan bir sürü rakibe sahipsinizdir.

Yarıştığınız dönemlerde bu kaos ve baskıyla nasıl baş ederdiniz?

Bana göre her şeyin başında hazırlanmak geliyor. Bu bir sınava girmek gibidir. Eğer dersinize çalıştıysanız ve hazırsanız bunu yapmaya can atarsınız. Eğer hazır olmadığınızı düşünüyorsanız endişe de beraberinde gelir. Oraya çıktığınızda tedirgin olursunuz. Kariyerim boyunca yaptığım hazırlıklar özgüvenimin kaynağı oldu. Nerede kazanabileceğimi, nerede bir şeyler yapma şansına sahip olduğumu hep bildim.

Peki olimpiyat oyunlarına hazırlanmakla öteki büyük yarışlar için çalışmak arasında büyük fark var mıdır?

Olimpiyat senelerinde her zamankinden biraz daha fazla hazır olmak istersiniz. Ama gerçeği söylemek gerekirse bu çok da değişmez. Mesela ben 1996 Atlanta’da, 1997 Dünya Şampiyonası’nda olduğum kadar hazır değildim. 97’deki yarışta 100 metrede çok parlak değildim ama 200’de altın madalyayı almıştım. Ama hayır, genel olarak olimpiyat yıllarında antrenmanların ya da hazırlıkların çok değiştiğini düşünmüyorum. Elbette olimpiyat çok daha önemli bir yarış ama bunun uğruna çalışma sisteminizi değiştirmezsiniz.

Son 25 yılın en başarılı sprinterlerinden birisiniz ve uzun soluklu bir kariyere sahip oldunuz. Fakat olimpiyat kariyeriniz bir gümüş, üç bronz madalyayla süslü. Geriye dönüp baktığınızda pişmanlık duyduğunuz şeyler içerisinde bir olimpiyat altınına sahip olamamak var mı?

Her gün uyandığımda “Aman tanrım, bir olimpiyat altınım yok” diye karalar bağlıyor muyum? Hayır. Halihazırda bir şeyiniz olmadığında buna sahip olmanın nasıl bir his olduğunu ya da ne ile kıyaslayabileceğini bilmiyorsunuz. Olimpiyat altını olan arkadaşlarım var ve eminim bir tane elde etmek harika olurdu ama hayatta her şeye sahip olamazsınız. Ve benim konumumda biri için yaptıklarımdansa yapmadıklarıma odaklanmak kendime hakaret etmek olur. Elbette bir koşucu için olimpiyat en büyük sahne ama geriye dönüp baktığımda yaptığım şeylerden ötürü mutluyum. Ülkem için birçok şey yaptım, bölgem için birçok şey yaptım ve bunlardan bazılarında ilkleri başardım. O yüzden bu, beni çok hırpalayan bir pişmanlık değil.

Üç farklı nesilden spocularla, Carl Lewis, Ben Johnson ve Maurice Greene gibi isimlerle farklı dönemlerde yarıştınız. Amerikan sprint geleneğinin üç büyük ismini nasıl kıyaslarsınız?

Aslında benim çağımla Carl Lewis’inki tam olarak birbirine temas etmedi. Carl kapıdan çıkarken ben giriş yolundaydım. Onunla galiba bir kez karşılaştık, sene 1995’ti. Yani onun kariyerinin kuyruk tarafına yetiştim. Michael Johnson ve Maurice Greene ise beni olimpiyatta mağlup edebilen iki Amerikalı atlet. O yüzden ikisinin de rakibi olduğumu düşünüyorum ve bu ikili, tariihin en büyükleri arasında yer alıyor. Maurice ile antrenman partneriydik aynı zamanda. Şimdilerde insanlar bana “Oo Maurice olmasa şimdi olimpiyat altının vardı” diyorlardı. Fakat bu işler öyle yürümüyor. Her zaman iyi birileri olacaktır. Fakat genel olarak tarihin iki büyük atletinin çevresinde olmak güzeldi.

Ato Boldon Maurice Greene

Yarıştığınız dönemle bugünü, Bolt Çağı’nı nasıl kıyaslarsınız?

Yapılan derecelere baktığınızda elbette Bolt Çağı bizimkinin çok üzerinde. Bolt 9.59, Yohan Blake ile Tyson Gay ise 9.69 koştu. Benim jenerasyonumda bu kadar hızlı olan bir Maurice Greene vardı. Fakat eğer bunu atletizmi takip eden bir seyirciye sorarsanız bizim dönemimiz ile bugünü kıyaslarken şöyle bir farktan bahsedebilir. Biz hemen hemen her hafta bir etkinlikte boy gösterir, karşı karşıya yarışırdık. Her hafta Donovan Bailey, Bruny Surin, Maurice Greene, Obadele Thompson ve benim gibi atletleri seyretme imkânınız olurdu.

Şimdiki yıldızları ise sadece büyük buluşmalarda görebiliyoruz. Çoğu zaman da en fazla Bolt ile bir rakibini karşı karşıya seyredebiliyorsunuz, asla dört ya da beş büyük isim aynı orada olmuyor. Bu gerçekten can sıkıcı bir durum çünkü insanlar mücadele görmek istiyor. Evet Bolt’u çok seviyorlar ama bu, rekabet izlememek istedikleri anlamına gelmiyor. Bu yüzden kadınlar 100 metre yarışı çok seviliyor çünkü favoriler hemen her hafta karşı karşıya geliyor. Londra’daki son yarışa bakın. Oradaki kapışma, 2016 Rio’da izleyececeğimizin neredeyse aynısı olacak.

Peki sizce de Bolt tarihin en büyük sprinteri mi?

Kesinlikle. Bunu tartışmaya hiç gerek yok. Bana göre, Michael Johnson’a göre, herkese göre öyle. Onun özgeçmeşine, özellikle de olimpiyat oyunlarında yaptıklarına baktığınızda bunu anlıyorsunuz. Ve dürüst olalım, bir sprinterin nasıl hatırlanacağını ya da değerlendirileceğini belirleyen şey olimpiyat oyunlarında ne yaptığıdır. Ve Bolt ile bu alanda yarışabilecek, kıyaslanabilecek hiçbir kariyer yok. Tarihte daha önce kimse 100-200 metre dublesini iki olimpiyat üst üste yapamadı. Ve umarım Bolt’un bunu üçüncü kez üst üste başaramayacağına evinizi basmamışsınızdır çünkü sonunda evsiz kalabilirsiniz. Sakın bu bahsi oynamayın, sakın.

Ama üç kez üst üste 100-200 dublesi yapmak zor değil mi?

Bunu iki kere üst üste yapmak zaten yeterince zordu. Geçmişte Carl Lewis arka arkaya iki olimpiyatta 100 metreyi almıştı ama dubleyi bozan Seoul 1988’deki 200 metre finalinde Joe DeLoach’a kaybetmesi oldu. Bolt ikiyi rahatlıkla yaptı, şimdi üçüncüsü peşinde. Açıkçası 2016 Rio 200 metre finalinde kimsenin onu geçebileceğini sanmıyorum. 100 metrede de aynı şekilde yenilmeyeceğini düşünüyorum. Bence üçüncü kez bunu başaracak. Ve bunu başardığında sadece gelmiş geçmiş en büyük sprinter olmakla kalmayacak. Artık onu tarihin en büyük spor efsaneleriyle aynı cümlede anmaya başlayacağız. Futbolda kimin gelmiş geçmiş en iyisi olduğunu düşünüyorsunuz. Aynı klasmanda olacak. Boksta Muhammed Ali, buz hokeyinde Wayne Gretzky neyse atletizm için de Bolt bu olacak. Çünkü kendi sporunun en rekabetçi ve zor dallarında daha önce hiç yapılmayan bir şeyi yeniden başarmış olacak.

Bolt’un son yıllardaki rakipleri hakkındaki düşünceleriniz neler? Justin Gatlin, Tyson Gay gibi…

Tyson Gay bu yıl ABD seçmelerinde bile geride kaldı, inişte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İki senedir geri adım attığı açık. Geçen yıl Dünya Şampiyonası’nda hiç öne çıkamadı ve bu yıl ABD seçmelerinde altıncı oldu. Tyson Gay, Bolt’u en son anlamlı bir yarışta yendiğinde takvimler 2007’yi gösteriyordu. Dünya Şampiyonası’nda 200 metre yarışını almıştı. Justin Gatlin’in ise daha fazla şansı var. Ama Gatlin’in olimpiyat finalinin ilk 50 metresinde yapacağı atağın Bolt’un son 50’deki atağına dayanabilecek kadar fark yaratabileceğine inanmıyorum. Geçen yıl Dünya Şampiyonası’nda eline büyük bir şans geçirdiğini düşünmüştüm ama bunu değerlendiremedi.

Jak Ali & Bolt

Bolt’u gerçekten yenmenin bir yolu var mı? Sırrını bize verir misiniz?

Bu bir sır değil. Bolt’un hatırlayabileceğimiz üç mağlubiyeti var. Gatlin ve Gay dışında bir de 2012 Olimpiyat Elemeleri’nde vatandaşı Yohan Blake’e kaybetmişti. Üçünün de bunu yaparken kullandıkları ortak bir yol vardı. Yarışın başında büyük farkla öne geçtiler, Bolt’u başlar başlamaz baskı altına soktular ve iyi bir gece geçirmesine engel oldular. Böylece Bolt’un esas etkili olduğu alan olan ikinci 50 metrede yakalanmamayı başardılar. Sorun şu ki büyük şampiyonalar gelip çattığında Bolt böyle koşmuyor. O yüzden eğer bu sizin tek yarış stratejiniz ise -ki gerçekten başka bir şansınız yok- bu Bolt’un neden olimpiyat finallerinde yenilmediğini çok iyi anlatıyor. Bolt’un yarış modeli böylesine büyük sahnelerde yenilmesi çok zor bir model.

Bolt’un kariyerinde Glen Mills’in nasıl bir rolü var sizce?

Glen Mills muhteşem bir iş çıkarıyor. Bolt’un belki de bir koçtan fazla çevresinde saygı duyabileceği onun gibi bir isme ihtiyaç var. Zira Mills gibi ona dönüp “Dünyanın bütün yeteneklerine sahip olabilirsin ama benim yapmanı istediğim çalışmayı uygulamazsan tarihin büyüklerinden biri değil, iyilerinden biri olabilirsin” diyecek birine ihtiyacı var. Glen Mills’in Bolt’u buna ikna edebildiği tarihten bugüne, 2008’den bu yana yaşanan değişim inanılmaz. Bu sadece yetenekten kaynaklanmıyor, yeteneği büyük bir çalışma ahlakına ve emeğe dönüştürmekten kaynaklanıyor. Sizi tarihin en büyüklerinden birine dönüştürecek tek şey yetenek değildir, bu yeteneği neyin hizmetine verdiğiniz önemlidir.

Anneniz Jamaika doğumlu. Jamaika’nın bu kadar büyük bir sprint geleneğine bağlı olmasını neye bağlıyorsunuz?

Jamaika bir büyük bir atletizm kültürüne sahip. Oradaki çocukların erken yaştan itibaren futbol ve kriket de oynadıklarını biliyorum ama çoğu, koşmak istiyor. Tarihlerine bakın. Herb McKenley ve Don Quarrie’den başlayan, günümüzde Bolt’un dışında Asafa Powell ve Shelly-Ann Fraser-Pryce’lara uzanan bir gelenek bu. Jamaika’yı anlamak için bilmeniz gereken ilk şey bu kültür. İkincisi, Jamaika atletizm anlamında dünyanın en iyi lise sistemine sahip. Yüzyıllık bir gelenek bu ve orada yapılan lise yarışlarını dünyanın başka hiçbir yerinde görme ihtimaliniz yok. Bu sayede iyi çalışan, her zaman üretimde bulunan bir fabrikaları var. Yaptıkları üçüncü şey ise bana göre son yıllarda kaderlerini değiştiren faktör oldu. Artık yeteneklerini evlerinde tutmayı biliyorlar. Artık yeteneklerini ABD üniversitelerine yollamak ve pist eğitimlerini orada devam ettirmelerini sağlamak zorunda kalmıyorlar.

Böylece bu isimler zorlukla geçen dört sene boyunca başkaları adına koşup kendilerini yıpratmıyor. Artık gençleri evde tutuyorlar, kariyerlerini erken yaştan itibaren takip edip kontrol ediyorlar. Son dönemde Jamaika’dan çıkan yıldız atletlere bakın. Hiçbiri ABD üniversitelerine gitmedi, geçmişte tek yol olarak bu gerilen basamağı atladılar. McKenley, Quarrie, Juliet Cuthbert gibi isimler ABD üniversite sisteminden geçmişlerdi. Asafa Powell’dan itibaren farklı bir gelenek doğdu, Yohan Blake, Shelley-Ann Fraser-Pryce, Usain Bolt gibi yıldızlar evde kalarak kariyerlerini daha iyi kontrol etti. Eskiden olduğu gibi dört senelik bir ABD macerasından yorgun ve yıpranmış dönmediler. Jamaika’nın son dönemde fark ettiği şey bu oldu. Yıldızlarınızı farklı şekilde profesyonel yapmanın yolu da var.

Ülkeniz Trinidad ve Tobago’nın da benzer bir geleneği var. Siz de genç yaşta ABD’ye gidip eğitiminize orada devam etmiştiniz.

Ülke tarihimizde olimpiyat 100 metre madalyası olan üç atletimiz var. Hasely Crawford, Richard Thompson ve ben. Üçümüz de ABD’de üniversite okuduk, NCAA Şampiyonaları’nda başarılar elde ettik. Biz alışıldık yollardan yürüyenlerdeniz. Fakat şimdi bizde de işler değişmeye başladı. Mesela Jeheu Gordon… Evde kaldı, ABD’ye gitmeyi tercih etmedi ve 2013 Dünya Şampiyonası’nda 400 metre engellide altın madalyaya ulaştı. Aynı şekilde cirit atmada olimpiyat şampiyonu olan Keshorn Walcott da NCAA sistemini seçmeyenler arasında. Yani, ufak da olsa bizde de işler değişmeye başladı.

Yeniden bugüne dönelim. Doping, atletizmin şu an en çok konuşulan meseleleri arasında. 100 metre finali öncesi ve sonrasında da doping üzerine konuşacağız. Bolt’a bu anlamda nasıl bakıyorsunuz?

Atletizm maalesef saygınlık anlamında tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. İnsanların bu iddiaları dillendirmesinin sebebi en başta bu. Bu yüzden de bu sporun tepesinde olan Mo Farah, Bolt gibi atletler sözkonusu olduğunda bazıları “Temiz olamazlar” şeklinde yorumlar yapabiliyor. Ben buna katılmıyorum çünkü bence her sporda kendine has bir zirveye çıkış yolu var. Mesela LeBron James’e bakın. İnsanlar NBA Finalleri’nde onun ortaya koyduğu performansa bakıp “Oh, kesinllikle doping yapıyor” demiyor, onun yerine “LeBron herkesten iyi, herkesten büyük, genetik anlamda avantajlı” gibi yorumlar yapıyor.

Aynı şey atletizm için mevzubahis olduğunda ise hemen bu yorumların şekli değişiyor, “Kesinlikle doping yapıyorlar” oluyor. Atletizmin doping problemi var mı? Kesinlikle, buna dair hiç kimsenin soru işareti yok. Ama yine de bu herkesin aynı sorun yüzünden suçlanması gerektiği anlamına gelmiyor. Ben bir televizyon yorumcusu olarak herkesin suçu kanıtlanana kadar masum olduğuna inanıyorum çünkü şunu iyi biliyorum. Ben koşmaya ilk başladığımda da insanlar benimle ilgili doping iddialarından bahsediyorlardı ve buna çok şaşırıyordum. O yüzden böyle bir şey duymanın ne kadar can sıkıcı olduğunu biliyorum.

Athletics - Olympics: Day 7

Jamaika atletizmi ya da sprintten konuşurken son yıllarda tek bahsettiğimiz Bolt oluyor. Hepimiz aynı yanlışa düşüyor ve Shelly-Ann Fraser-Pryce’ı unutuyoruz. Buna katılır mısınız?

Bence Shelly-Ann Fraser-Pryce, Jamaika tarihindeki en önemli atlet. Evet, gerçekten böyle düşünüyorum. Neden? Çünkü Jamaika ezelden beri sporda hep erkek rol modellere sahip olmuş bir ülke. Ve Shelly-Ann o kadar uzun süredir bu işte başarılı ki artık açıkçası Merlene Ottey’yi de geride bıraktı. Bu yüzden de ülkesindeki küçük kızlar için müthiş bir ilham kaynağı olduğuna inanıyorum. Elbette o küçük kızlar Bolt’u da seviyor ama Shelley-Ann’in bambaşka bir etkisi var. Şu da var. Bolt küçüklüğünden beri büyük bir süper star. 15 yaşında gençler seviyesinde dünya şampiyonu oldu, o yaşlardan itibaren dünya rekorları kırdı. Her zaman uzundu, her zaman heybetliydi.

Ama bir de Shelly-Ann’e bakın. Hiç de heybetli değil, kısa boylu, bir olimpiyat şampiyonu gibi görünmüyor. Ama bütün bunlara rağmen iki kez olimpiyat şampiyonu oldu. Jamaikalı bir küçük kız şu an ona bakıp “Ben de onun gibi kısayım, heybetli değilim ama bir gün böyle olabilirim” diye düşünebilir. Bu yüzden, kiliseye ve fakirlere yaptığı yardımları, sosyal çalışmaları da hesaba katınca Shelly-Ann Fraser-Pryce’ın Jamaika’dan çıkan en büyük kadın rol modeli olduğuna inanıyorum. Belli açılardan da Bolt’tan daha önemli olduğunu düşünüyorum. Bolt, haklı olarak, bütün ilgiyi ve alakayı üzerine topluyor ama kusursuz bir dünyada Shelly-Ann de hem yerel hem evrensel anlamda onun kadar ünlü olurdu.

2016 Rio’da kadınlar 100 ve 200 metre yarışlarının erkeklere göre daha heyecan verici olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Bolt’un 100 metrede bir ya da en fazla iki rakibi olacak. 200 metrede ise rakipsiz. Kadınlarda ise rekabet daha açık. Shelly-Ann son dönemde sakatlıklar yaşadı, Rio hazırlıklarında istediklerini yapamadı, yavaş yavaş onun çağı da kapanacak gibi.. Onun yanında English Gardner gibi önemli bir favori var. Aynı şekilde Dafne Schippers da altın alabilecek isimlerden biri. Yani en azından 5-6 ismin mücadele edeceği bir yarış olacak 100 metrede. Bu isimlerden bir çoğu 200 metrede de olacak. Bu yüzden kadınlardaki mücadelenin erkeklere göre çok daha heyecan verici olacağına eminim. Kadınlarda birçok farklı ülkeden birçok farklı koşucunun finiş çizgisini ilk sırada geçme ihtimali var.

Dafne Schippers özellikle Avrupalı seyircileri çok heyecanlandırıyor. Ona dair düşünceleriniz neler?

Bunu asla televizyonda söylemiyorum ama beyazların sprint yarışlarında finale kalması, büyük işler yapması beni mutlu ediyor. Çünkü bizim sporumuzu farklı ve özel yapan şey bu, çeşitliliğimiz. Her kıtadan insanlar bu sporu yapabiliyor. Biz bu özelliğimizin daha çok üzerine gitmeliyiz. Yani, şu anda Hollanda’dan gelen bir beyaz kadına sahip bu spor. Neredeyse 1.80 m boyunda ve altın kazanabilir. Aynı şekilde ondan çok daha kısa bir Jamaikalı var, o da kazanabilir. Onların arasında ise Mississippi doğumlu bir başka atlet var, o da kazanabilir. Atletizmin güzelliği burada yatıyor. Tek bir ülke, tek bir kıta, tek bir renk, tek bir stil, tek bir yarış yok. Hızlı olan herkes burada şansa sahip.

Siyahilerin atletizmdeki başarısında fast twitch fiber sahibi olmalarının öneminden bahsedilir. Dafne Schippers’ta genelde beyazlarda olmayan bu liflere rastlanması çıkışında sizce fark yaratan bir etken mi?

Benim okuduğum araştırmalar şunu söylüyor. Fast twitch fiber, genelde melanine sahip insanlarda daha sık görülüyor, bunlar da daha çok siyahiler. Bu beyazların da aynı şeye sahip olamayacağını söylemiyor. Bu noktada tekrar aynı yere dönmek istiyorum. Hollanda’dan gelen bir beyaza bu sporda sahip olmak harika bir şey. Atletizmin herhangi bir kalıba, boya, kültüre, tekniğe sığmadığı anlamına geliyor bu. Avrupalı küçük bir kız bugün olimpiyat yarışlarına baktığında “Asla bunlardan biri olamam” diye düşünmeyecek zira orada Dafne Schippers’ı izleyecek.

Peki teknik anlamda 100 metre ile 200 arasında nasıl farklar var?

200 metre, farklı bir teknik gerektiriyor. Pisti iyi okumanız, dönüşü doğru yapmanız ve 100’e göre çok daha dayanıklı olmanız gerekiyor. Ama açıkçası bu alanda dünya şampiyonu olmuş eski bir atlet olarak zaman zaman 200 metre yarışlarının hak ettiği değeri görmediğini, 100’ün büyüsünün yanında ezildiğini düşünüyorum. Bu sene de aynısının olma ihtimali çok kuvvetli. Ama kişisel olarak 2016 Rio Olimpiyat Oyunları’nın en heyecan verici yarışının kadınlar 200 metre olma ihtimali var. Keşke Allyson Felix de katılabilseydi, böylece ABD seyircisini de peşinden getirir ve ilgiyi arttırabilirdi.

Kadınlar sprintinden bahsetmişken Florence Griffith Joyner’ın 1988’te 100 metrede kırdığı 10:49’luk dünra rekorunu bir gün geçebilen olacak mı? Mesela yakın zamanda Shelley-Ann bunu başarabilir mi?

Flo-Jo o rekoru kırarken orada bulunan insanlarla her konuşmamda 1988’deki yarışa dair daha fazla ikna oluyorum. Ama en başta şunu söylemem lâzım. Onunla aynı okula gittim, UCLA’de beraber okuduk, onu kişisel olarak yakından tanıyorum. 88’de rekor kırılırken orada değildim, bu anlamda başkalarının yalancısıyım. Ama o yarışın koşulduğu öğleden sonrasında stadyumda ölçülen rüzgar hızına baktığınızda hep aynı şeyi görürsünüz. Rüzgar gerçekten de çok kuvvetliymiş. Ancak 100 metre yarışında rüzgarı ölçen cihaza baktığınızda bunun 0.0 olduğunu gösteriyor. Bu, büyük ihtimalle yanlış bir ölçüm. Rekor kırıldığı sırada rüzgarı ölçen cihazın bozuk olma ihtimali çok yüksek, bakın kesin demiyorum. Bu yüzden de gerçek rekor olarak Flo-Jo’nun 88’de Seul’de yaptığı ya da Carmelita Jeter’ın 10.64’u kabul edilebilir.

Ben Johnson Carl Lewis Seoul

1988, aynı şekilde Carl Lewis-Ben Johnson kapışmasıyla hatırlanır. Kimilerine doping gerçeğine uyandığımız yarış…

Kesinlikle o yarış milyonlarca insanı uyandıran şey oldu. O günden önce daha romantik, naif bir bakış vardı ama 1988 100 metre finali bu romantizmi parçaladı ve insanları gerçeklerle yüzleştirdi. Olimpiyat, bazen de zirveye ulaşmak için kısa yolları tercih edenlerin, dürüst bir şekilde yarışmayanların oyunudur. Ama Ben Johnson’ın uzun vadede intikamını aldığını, haklı çıktığını gördük. Orada yakalandığında “Herkesten daha farklı bir şey yapmıyorum” demişti. Ve aradan geçen yıllarda çıkan skandallara bakın. En son Rusya’nın neler yaptığını gördük, Tyson Gay, Gatlin gibi başka yıldız 100 metreciler de dopingle yakalandı. Muhtemelen bir yerlerde Ben Johnson bunlar izliyor, haklı çıktığını görüyor ve “Tek yapan ben değildim. Sadece ilk yakalanan oldum” diyordur.

O yarış koşulduğunda genç bir sporcuydunuz. Finalde kimi desteklemiştiniz?

O finalde Ben Johnson’ı tutuyordum çünkü annem bana onun Jamaika kökenli olduğunu söylemişti. Bu yüzden yarış boyunca onun için bağırdım, finiş çizgisini ilk geçtiğinde de kutlayanlar arasındaydım. “Karayipler’den çıkan bir adam Carl Lewis’i yendi” diye düşünüyor ve mutluluktan uçuyordum.

Carl Lewis gelmiş geçmiş en popüler atletlerden biri ama bir yandan da onun konuşma stilini, koşusunu, karakterini sevmeyenler var. Sizin aranız nasıldı?

Şimdilerde iyiyiz, barıştık diyebilirim çünkü yaşlandık. Fakat hayır, ilk çıkış yaptığım dönemde onu hiç desteklemedim. Carl Lewis bu hayatta adı Carl Lewis olmayan herhangi birine övgüler yağdıran biri değildir. Bu yüzden de ben ilk çıkışımı yaptığımda aramız iyi değildi. Galiba 1997 Stockholm’dü. Koşumu değerlendirirken bir dergiye imalı açıklamalarda bulunmuştu. Ben de buna sinirlenmiştim çünkü o beni geçmişte 9.90 koşarken izlemişti. Carl Lewis çok benmerkezci bir insandır, başkasının yeteneklerine ve yaptıklarına asla değer vermez. Ama dediğim gibi, yıllar içerisinde aramız düzeldi. Sadece koşarken benim hakkımda söylediklerime şaşırmış ve üzülmüştüm. Ama bu konuda yalnız değilim. O aynı şeyleri Michael Johnson, Usain Bolt ve Maurice Greene için de söyledi. Bu yüzden sanırım kendimi şanslı bir grubun parçası olarak hissetmeliyim.

Şimdilerde yorumculuk yapıyorsunuz. Yarıştığınız günleri özlüyor musunuz?

Hayır çünkü hâlâ bu dünyanın parçasıyım. Ve Usain Bolt sayesinde tarihe tanıklık etme fırsatı buldum. Bolt bugüne dek sekiz farklı dünya rekoru kırdı ve hepsinde yorumcu kabininde ben vardım. Hepsinde sesim var. New York’tan Beijing’e, Berlin’den Dauegu’ya…

Bolt emekli olduktan sonra atletizme ne olacak?

Bugün ilginç bir röportaj okudum. Bolt bir gazeteciye “Atletizm bana ihtiyaç duyduğu sürece burada olacağım” şeklinde konuşmuş. Fakat bir yandan da gelecek sene emekli olmayı düşündüğünü biliyoruz. Ve eğer atletizmi bırakırsa bu çok büyük bir boşluk yaratacak. İlk bahsettiğim noktaya geleyim. Eğer Bolt sonrası dönemde sürekli birbiriyle yarışan beş-altı yıldız isme sahip olursak bu herkes için önemli bir teselli ikramiyesi olabilir.

Onun boşluğunu doldurabilecek bir yetenek var mı?

Yetenekler var ama onun yerini tutabilecek bir yetenek-karakter karışımı yok önümüzde. İnsanlar bazen Blake’ten bahsediyor, onun ne kadar genç ve hızlı olduğundan söz ediyorlar. Fakat Blake’in böyle bir karakteri yok. İnsanların Bolt’a dair gerçekten özleyeceği şey stili, yaklaşımı, karakteri olacak. Bu anlamda onun gibisi yakında gelmeyecek. Tarihte onun kadar popüler hiç kimse olmadı. Ne Carl Lewis, ne Michael Johnson, ne Flo-Jo… Mesela boksta biri çıkıp “Ben Muhammed Ali kadar iyi dövüşüyorum” diyebilir. Evet ama sen asla onun karakterine sahip olmayacaksın, onun yaptıklarını yapamayacaksın. Ali kendine has bir insandı. Bolt da kendine has bir insandı. Bunun yerini dolduramazsın.

Röportaj: Caner Eler-İnan Özdemir

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Sessizliği Kırmak

Sessizliği Kırmak

3 sene önce
Kazanmak

Kazanmak

4 sene önce
Dönemler Üstü

Dönemler Üstü

4 sene önce