Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolKara Leke: Hillsborough Faciası

15 Nisan 1989 günü Hillsborough Stadı'nda oynanan Liverpool - Nottingham Forest FA Cup yarı finali, Güney Yorkshire polisinin hatasıyla 96 kişinin hayatını kaybetmesine sebep oldu. O günden sonraki dava süreci ise tarihte kara bir leke olarak yerini aldı...

İlk olarak David Conn imzasıyla The Guardian’da yayımlanan bu yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.


Soruşturmalarla dolu geçen senelerin ardından, Liverpool ve Notthingham Forest takımları arasında oynanan Federasyon Kupası yarı final maçında görev alan Güney Yorkshire polis amiri David Duckenfield’ın, kendi hataları sebebiyle 96 kişinin ölümüne neden olduğunu kabul etmesinin üzerinden 28 yıl geçti.

Duckenfield, Warrington’daki mahkeme odasında geçmişte sahip olduğu otoritenin kırıntılarıyla yerini almıştı. Fakat geçtiğimiz Mart ayında, tanık kürsüsünde geçirdiği havasız, acılı ve zorlu yedi günün ardından tükenmiş durumdaydı; teslimiyete yavaş yavaş yaklaşmıştı. Duckenfield’ın orada bulunan 54 bin insanın güvenliğini gözetebilecek yeterli tecrübeye sahip olmadığını gösteren belgeden, en nihayetinde ölümlerin sorumluluğunu üzerine almasına uzanan itirafları korkutucu bir şekilde tamamlanmıştı.

Kaosa ve ölümlere sebep olan bu olaydan sonra düzenlenen soruşturmalar esnasında yalan söylediğini de kabul etmişti. Bu felaket için, zamanında Graham Kelly’e ve Futbol Federasyonu sekreterine, büyük çıkış kapısından izinsiz bir şekilde stada giren Liverpool taraftarlarının suçlanması gerektiğini söylemişti. Aslında o kapının açılmasının emrini, Leppings Lane tellerinde bir kaza olmasının önüne geçmek amacıyla bizzat Duckenfield vermişti.

Üst düzey bir polis memuru Peter Wright, o akşam polise o kapının açılması konusunda izin verildiğini söylemek zorunda kalmıştı. Fakat bu soruşturmalarda, Duckenfield’ın yalanı her türlü detayıyla birlikte, iki sene sürmüş olan Britanya tarihinin en uzun jüri tartışmasına dayanmıştı. Güney Yorkshire’lı polisin bu süre içinde alacağı duruşa da zemin hazırlamıştı: Hatalarını reddet, suçunu bu maça gelmek için para ödeyenlere at ve cehennemin kapısını ardına kadar aç.

Kanıtlar, Güney Yorkshire’lı polislerin yaptığı korkutucu suçlamalar, sahip oldukları emir-komuta zinciri üzerinde yoğunlaşmıştı. Devamında Britanya polis teşkilatını büyük bir temizlik bekliyordu. Bu temizliğin en büyük mimarı ise, 1980’lerin sonunda, madencilerin grevinin sert bir şekilde bastırıldığı ve polislerin kot-tişört ile gezindiği bir Britanya kasabasından sorumlu bir kıdemli polis. Her sabah talim yapmasından, polislere selam veriş şeklinden ve hatalarını kabul etmeyen bir “demir yumruk” olmasından dolayı, eski polis memurları onu “askeri disipline” sahip biri gibi görüyordu.  

2011 yılında ölen ve kalburüstü bir polis kariyerine sahip olan Wright’ın kurduğu bu hakimiyet, felaketi örtbas etmeye çalışıyordu. Emniyettekilere “kendi kişisel alanı” gibi davranan birisiydi. Emirleri, trajik bir şekilde, tartışmaya kapalıydı. Korkutucu bir otoriter imajı vardı.

Hillsborough’daki Leppings Lane stadının terasının “çitlerinde” ölenlerin aileleri, tam 27 yıl boyunca adalet ve haklarını alabilmek için savaştılar. Güney Yorkshire polislerinin onlara nasıl davrandıklarını hatırlıyorlar. Sevdiklerinin ölüm haberini aldıklarında bile. Giderek büyüyen kaos esnasında ölenlerin yakınları ve o felaketten sağ çıkanlar, polislerin gösterdiği kabalığı ve düşmanlığı hatırlıyorlar. Öte yandan, ailelerin avukatları polislere, kurbanlara ellerinden gelen ilginin en iyisini gösterdikleri için teşekkür ediyorlardı. Ve sonrasında futbol kulübünün tesislerinde yapılan ve kalplerin dayanmadığı teşhis kısmı vardı. Öyle ki, polisler ailelere onların ve ölmüş sevdiklerinin ne kadar içmiş olabileceğinden bahsediyordu.

Aileler ve sağ kalanlar, soruşturmalarda teker teker tanık kürsüsüne geçip konuştular. Amaçları ise çoğu genç yaşta veda etmiş bu insanların isimlerini duyurmaktı. Güneşli bir Nisan gününde Kenny Dalglish’in büyüleyici Liverpool takımını Hillsborough’da izlemeye giden insanlardan bahsediyoruz.

BBC’den o gün yaşanan korkunç sahnelere ait renkli görüntüler yayınlandığında, kanıtlar ortaya çıkmıştı. Polisin yanıltıcı ve kafa karıştırıcı ifadelerinin tam tersine, Liverpool taraftarları kahramanca sayılabilecek şekilde birbirlerine yardım etmeye çalışıyorlardı. İnsanlıktan çıkmış bir kalabalığı betimlerken “taraftarlar” kelimesi sıkça kullanılır. Fakat o taraftarlar arasında ilk yardım eğitimi almamış birçok insanın yanı sıra doktorlar, hemşireler ve polisler vardı. Kendini kurtaran herkes, içgüdüsel bir şekilde hayat kurtarmaya çalışıyordu.

Kalenin hemen arkasındaki üçüncü ve dördüncü “çitlerde” ölen veya ölümcül şekilde yaralanan 96 kişinin -ki çoğu Liverpool’un taraftarıydı- aileleri mahkemede onlar için yazdıkları açıklamaları okudu. Her sınıftan insan vardı: işçi sınıfı, orta sınıfı, zengin, fakir, Liverpoollu, Midlandslı, Londralı ve ülkenin başka yerlerinden birçok insan. En acı olan şeylerden birisi ise ölen insanlar içinde gençlerin çoğunlukta olması. 37 genç, bir FA Cup yarı finali izlemenin sadece altı pound olmasından dolayı oradaydı. Bu insanlar, birilerinin çocuklarıydı, kardeşleriydi, kocalarıydı veya karısıydı – 27 yaşındaki Christine Jones ölenler arasında evli olan tek kadındı – ve partnerleriydi. Aralarından yirmi beşi babaydı; ve 38 yaşındaki Inger Shah, iki çocuğu olan yalnız bir kadındı. Hepsini toplayınca, 58 çocuk, ebeveynsiz kalmıştı.

Kurbanların yaşadığı korku, polislerin olayları son derece kötü yönetmesi ve Güney Yorkshire ambulanslarının aksaması, Hillsborough’daki maçı kaydetmek için birçok kameradan çekilmiş videoların ve fotoğrafların aylar alan bir sürede bir araya getirilmesiyle, her zamankinden daha detaylı bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bu ölümcül yıkımdan sağ çıkanlar, gözyaşlarıyla bu acı dolu faciaya tanık olmuşlardı. Kırılan kaburgalar, kollar, bacaklar, rengi kaybolan yüzler, idrarını yapanlar, kusanlar, yakınlarının ve arkadaşlarının hemen yanlarında ölümü… Ve “çitlerin” hemen önünde birikerek tepeleşmiş insan bedenleri.

Bir doktor için bu facia “bir yılanın avını boğması”na benziyordu. Zira ölümlerin sebebi, sıkıştırılmaya bağlı nefes alamama olarak belirlenmişti. Hayatta kalanlar, yardıma muhtaç kaldıkları o izdihamı, acı verecek derecede nefessiz kalmayı, korkunç paniği, yardım için atılan çığlıkları ve demir çitlerin diğer tarafında bulunan Güney Yorkshire’lı polislerin geç tepkisini hala hatırlıyorlar.

Warrington iş binasında camdan blokların yerle bütünleştiği bir yerde sonradan yapılmış mahkeme salonu, insanlığın uçlarını gördüğünüz tutarsız hikayelerin anlatımıyla bomboş hissettiriyordu.

Aileler uzun ve yorucu bir savaş vermişti, lakin polisin taraftarları suçlayan ifadeleri burada da devam etmişti. Buna rağmen, baş hâkim Igor Judge, ilk duruşmada, anlatılan hikayenin yanlış olduğunu belirtmişti ve adalete bir adım daha yaklaşılmıştı.

Ülkedeki emniyet güçleri tarafından yönlendirilen bir avukat ve aynı zamanda Duckenfield’ın vekili olan John Beggs, elinden gelen en iyi şekilde taraftarların yanlış hareket ettiğini davada anlatmaya çalışmıştı. Bunu, daha önce içinde bulunduğu futbolda holiganizm vakaları üzerinden elde ettiği sonuçlarla destekliyordu. Genel tutumu ise davaya katılan aileler için oldukça tiksindiriciydi.

Fakat Beggs, yalnız değildi. Günümüzün Güney Yorkshire polisi ve Polis Federasyonu da, Leppings Lane dışındaki Liverpool taraftarlarının bu felakete ön ayak olduğunu savunmuştu. Sebep olarak ise “önemli bir çoğunluğun” sarhoş olması ve polislerin “geri gidin” emirlerine “itaat etmemesi” sunulmuştu. Hayatta kalanlar ise Leppings Lane’deki bu kaosta, sarhoşluk veya emre itaatsizlik gibi bir şeyin olmadığına ve polislerin bu kadar sıkışık bir alanda gerçek anlamda düzenleme yapma konusunda pasif kaldığına dair kanıtlar sunmuştu.

Ailelerin avukatlarının yoğun baskısına rağmen, emniyet tarafından etkili bir biçimde düzenlenecek ve değiştirilecek 1989 ifadelerinde taraftarlara suçlamada bulunan çoğu polis duruşunu hiç bozmadı. Ve dönemler boyunca, bu dava süreci, suç sorgulama işleyişinde roller tamamen yer değiştirmiş gibiydi. Kendi hikayelerine tutarlı bir şekilde bağlı kalan polisler, masanın karşı tarafındaydı. Sürekli olarak yalan söyleyen, örtbas etmeye çalışan ve adaletin işleyişinin engelleyen onlardı.

Hillsborough’daki korkunç ihmaller soruşturmalarla beraber teker teker gün yüzüne çıkarken; 1980’lerde Güney Yorkshire’daki polis kültürü ve Orgreave adındaki diğer skandalın ortaya çıkışı da bunlara eşlik etmişti. Temmuz ayında, Polis Şikayetleri Bağımsız Komitesi polisleri resmi olarak incelememe kararı almıştı. Suçlamalar, Temmuz 1984’te Orgreave’daki kömür fabrikasında, maden işçilerinin grevi sırasında polislerin gereksiz güç kullanımı; 95 maden işçisiyle alakalı yapılan soruşturmalarda yalancı şahitlik ve adaletin işleyişinin engellenmesiyle alakalıydı. Bu suçlamalar sonraki yıl düşürülecekti.

Öte yandan, komitenin inceleme raporunda, “suçlamaları destekleyici” şeyler yer alacaktı. Üç kıdemli Güney Yorkshire polisi, polis güçlerinin o günkü hareketlerini meşrulaştırmak adına “şiddeti abartmak için uydurulmuş ifade” vermişti. Sonrasında, kıdemli memurlar ve polis gücünün başındaki müdür, gereğinden fazla güç kullanımını ve 1985 davasındaki yalancı şahitliğin farkına varmıştı. Bu, halka açıklanmamıştı, 39 işçinin suçlamalarını geri çekmesi karşılığında ise 425 bin pound ödenmişti. Komite bu durumun, “Güney Yorkshire polisinin sahip olduğu etik anlayış ve bu anlayışa uyumu hakkındaki şüpheleri artırdığını” belirtmişti.

Wright, madencilere karşı uygulanan bu şiddet hakkında hiçbir zaman şüphe duymadı. Soruşturmalar düşürüldüğünde de herhangi bir yasa dışı hareketin olmadığını belirtti. Polislerden hiçbiri disiplin kuruluna gönderilmedi veya sorumlu tutulmadı. Hiçbir değişiklik yapılmadı.

Dört yıl sonra, tarihler 15 Nisan 1989’u gösterdiğindeyse yine aynı emniyet gücü görevdeydi. Tribünlerdeki 24 bin Liverpool taraftarının güvenliği, Sheffield’da oynanacak yarı finalde, aynı polislere emanet edilmişti.

Soruşturmalarda görüldü ki; Wright’ın otoriter ve bildiğini okuyan yönetim anlayışı bu facianın en temel noktalarından birini oluşturuyor. Yarı finalden sadece 19 gün önce, Sheffield Wednesday’in Hillsborough Stadyum’unda görev yapan, tecrübeli ve oldukça bilinen polis amiri Brian Mole’u aniden başka bir yere atamıştı. Mole’un pozisyonuna ise Duckenfield atanmıştı. Daha önce Hillsborough’daki hiçbir maçta polis organizasyonunda görev yapmamış, hatta on yıldır göreve bile çıkmamış bir polis memuruydu.

Bu değişikliği tetikleyen şey ise önceki polis memurlarına bakılınca bulunuyordu: Önceki sene Ekim ayında, Mole’un departmanındaki memurlar, bir polis adayına ders vermek amacıyla eşek şakası yapıyorlar. Onun anında imdat çağrısı yaptığını gören polisler, kafalarına kar maskesi geçirip, silahlı bir soygunla onu korkutuyorlar. Bu maksadını aşan şakadan dolayı, 20 Ocak 1989’da, Wright, dört polisi karakoldan kovmuş, dördünü ise disipline göndermişti. Fakat Wright’ın felaket sayılabilecek Mole’u başka bir yere atama kararı, kıdemli polisler tarafından asla sorgulanmadı.

1989’da kıdemli amir olan Peter Hayes ve personelden sorumlu amir yardımcısı Stuart Anderson yaşlı bir şekilde bu soruşturmalara geldiler. Mole’un pozisyonunun değiştirilme sebebinin şakayla bir alakası olmadığını ve “kariyer gelişimi” için yapıldığını belirttiler. Anderson, Mole’un Sheffield dışında bir tecrübeye ihtiyaç duyduğunu ve polislerin Barnsley’de asayiş sağlama konusunda çektiği sıkıntıları göz önüne alarak böyle bir eylemde bulunduklarını söyledi. Polislerin, özellikle de 14 madenin kapatılmasından dolayı madenciler tarafından başlatılan grev kaynaklı “sosyal ayrılık” ikliminde, “aşırı baskıcı” olabileceğini düşünmelerinin de bir faktör olduğunu belirtti.

Öte yandan, operasyonlar sorumlu amir yardımcısı Walter Jackson ise Mole’un atamasının, şakayla alakalı durumu iyi bir şekilde idare edemediği için yapıldığını düşündüğünü söyledi.

Hammetron Yolu istasyonu içindeki F Departmanı’nda görevli düşük kıdemli polis memurları, The Guardian’a popüler “ihtiyarları” Mole’un şaka sebebiyle başka bir yere atandığını düşündüklerini söylediler. Eğer kariyer gelişimiyle alakalı olsaydı, o yılın en önemli görevi olacak yarı final maçına bu kadar yakın bir tarihte ve aniden gerçekleşmesinin nedenine dair bir açıklama olurdu. Ya da Duckenfield’ın da dahil olduğu insanlar Mole’a duydukları hayal kırıklığını belirtmezdi. Emniyet neden profesyonel bir devir teslim yapmadı, o da bilinmiyor: Mole masasını topladı ve gitti. Yıllar süren bir münakaşa ise Mole’un Duckenfield’a yardım etmek için istekte bulunup bulunmamasıyla alakalıydı; ki Duckenfield kendi ifadesinde bunu reddedecekti.

Jackson ve Anderson, tecrübeli polisler ve önceki yıl Mole’un yönetiminde iki kulübün yine Hillsborough’da oynanan maçtaki iş planının uygulanacağını göz önünde aldıklarında, Duckenfield’ın bu maçın altından kalkacağını düşünmüşlerdi.

F Departmanı memurlarının Duckenfield’ın beceriksiz olduğu ve kendini sevilmeyen bir figüre dönüştürmesi, devrimsel olmuştu. O dönemde departmanda bulunan memurlardan William West, Duckenfield’ın polislere, “işe yaramaz olduğumuzu, iyi olmadığımızı, her şeyi yanlış yaptığımızı… Bizi o toplantı odasına sokup, yirmi dakika boyunca konuşup, bölgenin nasıl bir yüz karası olduğunu, ne kadar kötü yönetildiğini ve artık her şeyin onun yoluyla yapılacağını” söylediğini belirtti. West, onun “hiçbir şeyden memnun olmayan” biri olduğunu da söyledi. Onu bir kabadayı gibi hayal ettiğini ve devamlı “günah keçisi” aradığını da.

Soruşturmalarda Duckenfield, Mole yönetiminden kendisine bazı disiplin problemlerinin kaldığını, Mole’un atanmasının sebeplerinden birinin bu olduğunu düşündüğünü ve kendisini ekibin “disiplinli” kısmından biri olarak gördüğünü söyledi. 27 Mart 1989’da görevi devraldıktan sonra Duckenfield, polislere hukukun nasıl işlediğini anlatmak için zaman bulmuştu. Ancak sonrasında yarı final için temel hazırlıkları yapmadığını, hâkim Christina Lambert ve savcı Sir John Goldring’e itiraf edecekti. Emniyetin olay tatbikat prosedürünü de barındıran kağıt işlerine bakmamış ve sahaya adım dahi atmadan maç için uygulanacak planı iki gün öncesinden imzalamıştı.

Yine itiraf edecekti ki; yarı final maçında güvenliğin komutası, Hillsborough’nun güvenlik tarihçesiyle alakalı çok az şey bilmesine rağmen, onun ellerindeydi. Bu tarihçede, 1981 ve 1988 yıllarındaki yarı final maçlarındaki kazalar ve Mole’un taraftarların girişini dikkatlice yönettiği Leppings Lane’in son kısımlarının “doğal darboğaz” olması bulunuyor.

Duckenfield, sahanın genel yapısı ve değişik yerlerdeki kapasiteler hakkında çalışmadığını da kabul edecekti. 10100 Liverpool taraftarının maçı Leppings Lane terasında izlemeye yönlendirilmesi gerekirken, bu taraftarların geçtiği yedi turnikenin zıt yönde bir tünele açıldığını ve tünelin onları tribünün merkezi kısımlarına götüreceğini bilmiyordu. Polisin izdihamların kontrolünden sorumlu olduğunu bile bilmiyordu. Amir John Freeman tarafından bulunmuş taktikten de habersizdi: eğer merkezi tribünlerde izdiham oluşacaksa, taraftarlar yan tribünlere doğru yönlendirilecekti. Duckenfield maçtan önce, taraftarların uygunsuz davranışlarına odaklandığını; aşırı izdiham ve ezilme gibi durumları kontrol etmeyi düşünmediğini de belirtecekti.

Bu dehşet verici duruma ve güvenliksiz yere gitmiş ve orada ölmüş insanların aileleri ise, kalpleri binbir parça yapan kişisel açıklamalarını okudu. Çoğu sıradan “hoşça kal”lar ile sevdiklerini hatırladı. 24 yaşındaki Alan’ın karısı Irene McGlone, kızları beş yaşındaki Amy ve iki yaşındaki Claire ile beraber kocasını uğurladığını anımsıyor. Sonrasında Alan, 29 yaşındaki ve onun gibi orada ölen Joseph Clark’ın da içinde bulunduğu üç arkadaşıyla Hillsborough’ya gidecekti. Amy, o gece annesine babasının eve geldiğince onları uyandırmasını istemiş.

McGlone şu satırları kaleme almıştı: “Hala kızlarımı bu kabustan uyandırmayı ve babalarını onlara göstermeyi bekliyorum.”

Görevine hazırlanmamış Duckenfield 26 yıl sonra maç içinde tamamen kaybolduğunu ayrıca itiraf edecekti. Ne yaptığına dair bir fikri yoktu. Büyük bir maçtan önce Sheffield’ın tüm sokaklarını teker teker dolaşıp trafik akışını kontrol eden ve saat 15:00’da başlayacak maçın hemen öncesinde sahadaki yerini alan Mole’un tam aksine; hala tam olarak ne yaptığını hatırlayamadığını söyledi. İki saatten fazla polisler için görev dağılımı yaptıktan sonra, saat 14:00’te kontrol odasına geçtiğini ve orada kaldığını belirtti.

Komiser Roger Marshall, alanda görevliydi ve rolüne tamamen yeniydi. Kendi ifadesinde, polisin Leppings Lane darboğazında, insanların girişinin kontrolü için bir plan olmadığını söyleyecekti. Atlı polislerin ve kordonların kullanımı, “rastgele bilet kontrolü ve… sarhoşluk için bazı kontroller” dışında bir şey yapılmamıştı. Meydana gelen izdihamın görüntüleri tekrar tekrar izletildiğinde Marshall, 14:15 sularında sorunların baş göstermeye başladığını ve gelen daha fazla insanla beraber 14:35 gibi polisin “kontrolü tamamen kaybettiğini” kabul edecekti.

Marshall, bu krizi gidermek amaçlı kendi kendine bir karar almadığını veya polislere herhangi bir emir vermediğini söyleyecekti. Turnikelerde polislerin ellerinden geleni yaptığını; fakat kendisinin de polislerle beraber “çalışamaz” ve “verimsiz” olduğunu belirtecekti. Görüş alanındaki insanlara, arkasında binlercesi varken dahi, geriye gitmesini söylerken görülüyordu. Bu durumla başa çıkamadığı söylenince, Marshall şöyle konuşmuştu: “Aslında tam olarak değil. Çünkü kalabalığın ortasındaydım… Kollarımı sallıyordum.”

15:00’teki başlama vuruşunu, insanların içeri girme telaşını azaltmak için erteleme kararı alıp almamasıyla alakalı soru için ise Marshall, “En büyük pişmanlıklarımdan birisi de bu… Bunu yapmamak.” cevabını vermişti.

14:48’de, turnikelerdeki kalabalık bir kazaya neden olabilecek kadar büyüyünce, Marshall komuta odasına, büyük çıkış kapısının açılıp açılamayacağını sordu. Marshall’ın kapı açılmadığı takdirde birilerinin ölebileceğini söylediği ana kadar Duckenfield cevap vermemişti. 14:52’de, Duckenfield kapının açılması talimatını verdi.

1989’da Lord Justice Taylor’ın resmi duruşmasında, 1990-1991 yıllarında Sheffield’da düzenlenen ilk soruşturmada, ailelerin özel olarak yaptığı soruşturmalarda ve 2000 yılında yargıç Bernard Murray huzurunda sessiz kalmayı seçen Duckenfield’ın itirafları, tanık kürsüsünde ikinci güne girdiği anda daha da ilginç yerlere gitmeye başlamıştı.

Bu soruşturmalarda Duckenfield, kapıyı açtığında insanların nereye gideceğine dair “bir fikri olmadığını” ve izdiham riskini düşünmediğini söyledi. İnsanların içgüdüsel olarak tüneli kullanarak merkezi tribünlere ulaşacağını düşünmemişti. Aklına o tüneli kapatmaya dair bir aksiyon gelmemişti. C kapısından giren yaklaşık yirmi bin kişi ise direkt olarak merkezi tribünlere giderek buradaki izdihamı artırıp korkunç bir faciaya ön ayak olacaktı. Ölen 96 kişiden otuzu, 14:52 itibariyle hala turnikelerin dışındaydı. Polis tarafından talimat verildiğinde C kapısından giren insanlar, on dakika sonrasında ise kendilerini merkezdeki tribünlerde ezildiler.

Polis Federasyonu’nu temsil eden savcı Paul Greaney, Duckenfield’ın soruşturmasının altıncı gününde hareketini yapacaktı. Öncesinde de düşük kıdemli polislerin tarafında olan ve kıdemli polislerin tecrübesizliğini vurgulayan ve soruşturma esnasında avukatların üç sıra gerisinde oturan Greaney, Duckenfield’ın itiraflarının tecrübe ve yaşanmışlıktan uzak olduğunu ve konuyla hakimiyetin “tamamen yetersiz” kaldığını söyleyecekti.

Gergin bir ortamda yapılan karşılıklı suçlamaların ardından, Greaney Duckenfield’ın geçiti açma konusunda karar vermesi gereken kritik anlarda donakaldığını söyledi. Duckenfield, bu söylemi dört kez reddetti. Sonrasında Greaney, bir kez daha sordu: “Bay Duckenfield, aklınızda ne vardı, en iyi siz biliyorsunuz. Size son bir kez daha soracağım. Donakaldığınızı kabul ediyor musunuz?”

Sandalyesinde kıpırdayan Duckenfield, “Evet, efendim.” dedi.

Greaney devam etti: “Tünel kapatma konusundaki başarısızlığınız, Hillsborough faciasındaki 96 kişinin ölümünü direkt yoldan etkilemiş midir?”

Duckenfield, “Evet, efendim.” dedi bir kez daha.

Üçüncü ve dördüncü tribünlerdeki dehşet anları, büyük travma yaşamış hayatta kalanlar ve polisler tarafından aylar süren görüntülü ve korkunç kanıtları olutşurdu.

Tribünlere gidip insanları oradan çekerek çıkarmaya çalışanlardan polis amiri Andrew Eddison, açıklamasında “herkesin idrarını yaptığını”, dışkıladığını, insanların birbirleri üzerine ve kendi ayaklarına kustuğunu belirtmişti. En önde insanlardan oluşan iki tepe olduğunu ve aşağıdan bir elin onun pantolonunu çektiğini gördüğünü söylemişti. Bedenler kaldırılınca, çocuk olduğunu görmüştü.

Üçüncü tribünde sıkışanlardan biri olan David Lackey, Thomas Howard’ı hatırlıyor. 39 yaşında evli, üç çocuk babası ve bir kimya fabrikasında çalışan Thomas’ın hemen yanında ezildiğini, ve o anda sürekli “Oğlum, oğlum.” dediğini söylüyor. Howard’ın 14 yaşındaki oğlu Tommy Jr. da babasıyla beraber hayatını kaybetmişti.

Duckenfield, insanlar bu facia sebebiyle acı çekerken, Kelly’e yalan söylediğini gayet rahat bir şekilde kabul etti. Biletsiz taraftarların kapıyı zorlayarak açtığını söylediği bu uydurma hikaye, saat 15:13’te John Motson tarafından yayınlanarak BBC’ye çıkmıştı. BBC Radyo 2’de anlatıcı Alan Green ise 15:40’ta resmi olmayan bir “kırılan kapı” duyurusu haberi geçmişti. 16:30’da Green bu sefer polisin “bir kapının zorlandığını” söylediğini haber olarak geçmişti; ki polisin uygunsuz davranış hikayesi için farkındalık yaratma çabasının ürünüydü.

Sheffield Wednesday’in davetlisi olarak maça gelen Amir Yardımcısı Jackson da komuta odasındaydı ve Duckenfield’ın talimatı verdiğini duydu. Jackson’ın gerçeği öğrenmesi ise bir saatini alacaktı: Marshall Duckenfield’a söylediği anda, 16:15’te geçidin açılmasının emrini vermişti.

Bundan yarım saat önce ise, kendi ifadesinde söylediği üzere Jackson hala taraftarların geçidi “yıktıklarına” inanmıştı ve başka bir polis ve kriminal suçlarda çalışan Terence Addis’ten ölüler için inceleme yapmasını istemişti. Addis soruşturmadayken, 16:00 sularında Hillsborough’ya geldiğini ve Jackson ile konuştuğunu fakat tekrar tekrar Jackson’ın ona ne dediğini hatırlayamadığını söyledi. Ayrıca Addis, Jackson’a bu felakete neyin sebep olduğunu bile sormayı aklından geçirmediğini de belirtti.

Addis ayrıca başında bulunduğu polislere ölenlerin yakınlarına alkol kullanımı hakkında soru sormalarını istediği yönündeki iddiaları da reddetti. Fakat ifadesi, ailelerin nasıl soruşturulduğuna dair soru işaretlerine sebep olmuştu. Hillsborough spor salonu, acil durumlar için cesetlerin getirildiği yerdi. Sahaya girebilen sadece dört ambulans ile birlikte, 82 ceset taraftarlar ve polisler tarafından spor salonuna reklam panoları ve hatta merdivenler bile kullanılarak taşınmıştı. Addis, spor salonunu seçen kişinin kendisi olduğunu söylemişti. Bu yeri sadece teşhis için değil, aynı zamanda kendi biriminin soruşturma merkezi olarak seçtiğini belirtti.

Addis, spor salonuna doğru giderken Dedektif Müfettişi Graham McKay ile konuştuğunu söyledi. McKay’in ona “Bu olayın neden gerçekleştiğini anladım.” dediğini belirtti. Onun kendisine ne söylediğini tam olarak açıklamasa da, McKay’in soruşturmalarda kanıt sağladığını ve bu kanıtların Liverpool taraftarlarının uygunsuz davranışlarına ve sarhoş olduklarına dair olduğunu ifade etti.

Olağan dışı bir olay da 17:58’de gerçekleşmişti. Dedektif polis Gordon Sykes, çok fazla insanın öldüğü, yaralandığı ve travma geçirdiği bir yere polis ekibinden bir fotoğrafçı göndermiş. Savcı Mark George, Sykes’ı 22 aile adına, taraftarların alkollü olduğuna dair kanıt bulmak için “çöpü karıştırmak” ile suçladı. Sykes ilk başta bu suçlamayı reddetse de “ne olduğuna dair öyle ya da böyle kanıt bulmak için” yaptığını kabul edecekti.

Sonuç olarak, fotoğrafların gösterdiği şey, 24 bin Liverpool taraftarının önünden geçtikleri, Leppings Lane’in hemen dışındaki çöp kutularına bakınca Vimto, Sprite ve Coca Cola gibi alkolsüz içeceklerin çoğunlukta olduğu ve aralarına birkaç bira şişesi karıştığı bir manzara görülüyor.

Addis tüm teşhis işlemlerinin tek bir yerde yapılmasına karar vermişti. Bu yüzden hastaneye götürülen ve ölümleri tescillenmiş 12 kişinin bedeni, diğer 82 ölü bedenin bulunduğu Hillsborough’ya getirildi. Diğer iki kurbandan biri olan 14 yaşındaki Lee Nicol’ün ölümü iki gün sonra açıklanırken, Tony Bland 1993 yılında ölmeden önce tam dört sene boyunca yaşam ünitesine bağlı kalmıştı.

SYMAS, ceset torbalarını Sheffield’daki adli tıp merkezlerine göndermişti; ki burada aileler için en iyi şartlarda bakım yapılıyordu. Addis kendi ifadesinde, cesetin çok küçük olduğunu düşündüğünü söylemişti.

Spor salonunda, havanın açık olduğu bir gecede, ailelerin dışarıda ve o soğukta sıraya girmeleri istenmişti. Ölenlerin yaş ya da cinsiyete göre gruplandırılmamış Polaroid fotoğrafları, ailelere verilmişti. Sevdiklerinin otobüs biletleri veya onların teşhisine yardımcı başka bir dökümanı varsa başka bir işlemden daha geçiriliyordu. Ölmüş yakınları ailelere getirilecekse, torbayla beraber getiriliyordu. Birçok ebeveyn, kendi ölü çocuklarına sarılamadıklarına veya öpemediklerine dair ifade verdiler ve bunun sebebinin cesetlerin “adli tıpın malları” olduğunu söylediler.

Adli doktor Dr. Stefan Popper, tüm kan örneklerinin alınmasından, alkol testleri -10 yaşındaki Jon-Paul Gilhooley’e bile yapılmıştı- ve diğer ayarlamaların yapılmasından sorumluydu. Sonradan öğrenildi ki orada yaralı olarak bulunan insanlardan da kan alınıp, o kan örnekleri de alkol testine tabii tutulmuştu. Popper ise bu uygulamanın geçerliliğinin sebebini asla tam olarak açıklayamadı.

Theresa Arrowsmith ve John Traynor, John’un erkek kardeşleri Kevin ve Christopher Traynor’ı teşhis etmek için Liverpool’dan Chris’in karısı Liz ile beraber gece 2:45’te spor salonuna gelmişlerdi. Gelir gelmez polisler tarafından sorgulanmışlardı. Arrowsmith, polisin ölen kardeşlerin ikişer bira içtiğini söylediğinde ona inanmadığını hatırlıyor. Baristaları Stephen Simblet Addis’e Traynor’ların stres olduğunu söylemişti. Polislerin ölü bedenler arasında spor salonunda kızarmış tavuk ve patates yediklerini görmüşlerdi. Kokusu, kendi yas ve travmalarıyla bütünleşmişti.

Addis ise polislerin uzun zamandır mesaide olduğunu, bir yemeği hak ettiklerini ve yemeği yiyecek başka bir yer olmadığını söylemişti ve eklemişti: “Burnuma hiçbir zaman yemek kokusu gelmedi.”

O sırada, felaketin sorumluluğunun maça gelen taraftarlara yüklendiği hikayeler Güney Yorkshire polisleri tarafından her yere yayılıyordu. Kendi gittikleri spor ve sosyal kulüplerde konuşulmasından tutun, en uçuk hikayeler, The Sun ve The Truth gibi gazetelerde hafta boyunca yayınlanmıştı. Soruşturmalarda ise bu hikayelerden birinin sadece yalan olduğu ortaya çıkmamıştı. Hikaye, taraftarların ölülerin cüzdanlarını çalmasıyla alakalıydı. Fakat en başından beri polis, aslında bu hikayenin doğru olmadığına dair kanıtları elinde tutuyormuş. Çünkü insanların üzerinde bulunan para, cüzdan ve benzeri eşyaların rutin bir şekilde kaydı yapılmıştı.

Sykes’ın doğruladığı şeylerden biri de Muhafazakar Parti meclis üyelerinden Irvine Patrick’in Niagara’ya gelip, ondan kendisine doğruyu söylemesini istemesiydi. O da Patnick’i polislerin yanına götürmüş ve polisler de ona taraftarların onlara karşı “sinirden çıldırdığını” ve polisleri bütün kurtarma operasyonları boyunca dövüp yumruk attıklarını anlatmıştı.

Patnick ise bu anları kaydetmiş. Sykes ona şu şekilde konuşmuş: “Tek yaptıkları şey içki içmekti ve bu felaketin de sebebi bu. Bizim sesimizi meclise taşı ve onlara gerçekte ne olduğunu anlat.”

Bu etkileyici ikiyüzlülük Sykes kabul ettikçe daha da sıradan bir hal alıyordu: bütün her şey bir barda konuşulmuştu. Kendi sorumlulukları altında ölen birçok insan varken, aileleri ve sevdikleri bu ölümlerden dolayı acı çekiyorken, habersiz aileler sevdiklerinden Sheffield’ın her yerinde umutsuzca haber bekliyorken, polisler paydostan sonra içki içmeye gidiyorlar. Niagara’daki kulüpte olan polisler arasında Duckenfield, Murray ve diğer kıdemli polisler de bulunuyor. Sykes ise bunu doğrulayıp, polislerin “üzüntü ve şok içerisinde olduklarını, içki içip kendi aralarında tecrübelerinden bahsetmek istediklerini” söylemişti.

İnsanların gözünde çoğu karakolunda bar olan Güney Yorkshire polislerinin içme kültürü canlandı. Zor bir kültürün içinde oldukları için, polisler hisleri konusunda nadiren konuşuyorlar. Ve bu felaketten sonra çoğu sarhoş oldu. Polis Federasyonu ise polislerin “gözle görülebilecek seviyede sarhoş” olduklarına dair bir not düşmüştü. İşin garip yanı ise, aynı polisler, spor salonunun girişinden o şekilde geçerken, ölülerin yakınları girişte sıra olmuş bir şekilde bekliyorlardı. Aynı polisler tarafından, alkol alma konusunda sorgulanmak için.

Bu olayların sonrasında alkol problemi edinen birkaç polisten birisi de Duckenfield olmuştu. Taylor sorgusu için gereken dokümanları okumadan önce sabahları ayılmak için kendisini “yardım bardaklar dolusu viskiye” boğduğunu söyleyecekti.

Maçtan önce alkol alımında dair insanlara suçlama yapan, onların “alkol” koktuğunu ve hatta onların Beggs’e göre “içkinin içinden çıkmış gibi” olduklarını söyleyen polislerin bu durumu ise olayı farklı bir boyuta taşımıştı.

Soruşturmalarda, avukatlar Bağımsız Hillsborough Paneli’ndeki halka açılım sırasında sunulan ve 2010’dan beri emniyet tarafından tutulan birçok dokümana odaklanmıştı; ki kimin suçlanacağına dair oldukça önemli kanıtlar içeriyordu.

Felaketten sonraki gün, 16 Nisan 1989’da, saat sabah 9:00’da Wright, kendi gücünü kullanarak bir kanıt bulma toplantısı düzenledi. Ses kayıtlarında, maçtan sorumlu Duckenfield ve diğer tüm kıdemli polislere şöyle hitap ettiği duyuluyor: “Sorgulama kararları işinde değilim.”

Ve sonrasında polisler taraftarları suçlayan hikayeler anlatmaya başlıyor: 14:30’da statta olmadıklarını, bunun sebebinin “alkol almış” ve “ayık” olmamalarını olduğunu söylüyorlar. Tek bir polis bile ölümlerin gerçek sebebinden, tünelin kapatılmayışından veya insanların acı çektiği o dehşet anlarından bahsetmemişti. Hiç kimse Mole’un görevden alınmasından bahsetmemişti. Ve kimse, buna Duckenfield da dahil olmak üzere, sorumluluğu üzerine almamıştı. Wright ise polislere şöyle demişti: “Harika iş çıkardınız.”

Wright toplantıya, “sarhoş ve yağmacı taraftarların” hikayesinin nasıl çıkması gerektiğini tartışarak devam etmişti. Bunu halka açık bir şekilde yapamayacaklarını çünkü emniyetin “profesyonellik” kuralları dışına çıkmaması gerektiğini söylüyordu. Fakat, taraftarların “hayvanca” hareketlerinin ortaya çıkacağını ifade etmişti.

O günün devamında, Başbakan Margaret Thatcher ve onun basın sekreteri Bernard Ingham, Hillsborough’yu ziyaret edecekti. Wright durum hakkında onları bilgilendirecekti. Ingham, o zamandan itibaren hep “sarhoşların çıkardığı bir olay” olduğunu ve bunu “o gün öğrendiğini” söyleyecekti.

Sonrasında şövalyelik de verilecek olan Ingham, The Guardian’a konuştuğunda ise bu bilgiyi kendisine ve başbakana Güney Yorkshire emniyetinin ilettiğini doğrulayacaktı. Polisin Duckenfield’ın tecrübesizliğinden asla kendilerine bahsetmediğini de ekleyecekti.

Güney Yorkshire Polis Federasyonu sekreteri Paul Middup, basın karşısına çıktığında sürekli aynı alıntıyı ve ifadeyi kullanacaktı: “Sarhoşların çıkardığı bir olay.” Mahkemede gösterilen bir röportaj esnasında Middup’ın, bu felaketin polisin hatasından kaynaklanmadığını ve taraftarların polisin verdiği komutlara uymadığını eleştiren ifadeler görülecekti.

19 Nisan 1989 Çarşamba günü The Sun gazetesinden yayınlanan bir makalede, Middup’dan “Kalabalığın ne kadar iyi insanlardan oluştuğunu duymaktan sıkıldım.” gibi ifadeler yer alacaktı. Aynı makalede, “cesur polislerin” üzerine idrar yapıldığı ve taraftarlar tarafından onlara saldırıldığına dair hikayelerden kuşku duymadığını da belirtecekti. Kendisinin polisler adına basına bilgi sağlayan tek kişi olduğunu da ifade edecekti.

Aynı gün, Wright, Sheffield’daki Pickwick Lokantası’ndaki bir Polis Federasyonu buluşmasına katıldı. Hikayelerden tamamen bağımsız bir şekilde, Wright’ın Middup’ı üzerine çalıştığı dava üzerine dakikalarca tebrik ettiği kayıtlar bulunuyor. Duckenfield hakkında, onun bu işteki “tecrübesizliğinin” bir avantaj olabileceğini, sebebinin ise tecrübesiz bir polis memurunun “çok daha hırslı” gözükmesi olarak belirtiyor vee ekliyor: “Eğer suçlanacak birileri varsa, onlar içkili, sarhoş ve biletsiz şekilde maça girmeye çalışan kişilerdir.”

Güney Yorkshire polislerine alışılageldik yöntemlerin tam aksine, Hillsborough’da yaşadığı tecrübeleri resmi kitapçıklarına değil, kağıtlara yazması talimatı verildi. Soruşturmalarda, birçok polis bunun emsalsiz bir şey olduğunu söyleyecekti: Bu resmi kitapçığa yazılmayacak bir disipline etme şekliydi; açık olmadığı için üzerinde oynama yapabileceğiniz bir şey değildi. Bu yüzden mahkemede ikna edici ve geçerliliği fazla olan bir kanıt olacaktı. Düz kağıtlara yazılı bu ifadeler de dava halka açılmadan önce Lord Justice Taylor tarafından okunabilecekti.

Birçok polis bu yöntemi savundu. McKay, anıların parça parça yerine oturması için yapıldığını düşünüyordu. Jackson’a, emniyetin boş kağıtların bu tip notlar için kullanmasının “uygun olup olmadığı” sorulduğunda, şöyle cevap vermişti: “Normal olan, herkesin bu notları kendi resmi not defterine yazması.”

Bazı polisler, anılarını not defterlerine yazdılar. Marshall’ın içinde bulunduğu polislerin çoğu kendi ifadelerini mahkemeye sunduklarını söylediler; fakat araştırma yapıldığında ise bu ifadeler ne soruşturmada ne de emniyette bulunamadı. Çoğu kağıt parçalarına yazılmış notlardı. Notların çoğunluğunda ise taraftarların içtiklerini ve davranışlarının uygunsuzluğunun anlatıldığı görülüyordu. Şu gözlemi yapan ise çok fazla polis vardı: o faciadan sonra bile çitler ve tribünler hala “alkol kokuyordu.”

Yıkılmış aileleri temsil eden Simblet, polislerden biri olan Alan Ramsden’a felaket alanıyla alakalı yaptığı şaşırtıcı bir gözlemi sorduğunda, Ramsden şöyle cevap veriyor: “Evet, ona referans yapmaya çalışmıştım. Fakat, şuna şükretmeliyiz ki, bu koku ölümün kokusu da olabilirdi.”

O zamanlar hastanedeki acil servis biriminin başında bulunan ve ambulansların felaket anında yeterli gelmediğini kabul eden Don Page, Wright’ın ısrarlı bir şekilde taraftarların alkollü olmasıyla alakalı yaptığı suçlamalara dair olağan dışı bir hikaye anlattı. Page, polislerin ölmüş ve yaralanmış insanların alkol koktuğuna dair raporlarını okuduğunu söylemişti. Wright’a ambulans görevlilerinin “ölü veya yaralıların çok ama çok azının alkol koktuğunu söylediğini” iletecekti.

Page bunu mahkemede söylediğinde ise Wright şöyle cevap verecekti: “Bu bizim yerimiz ve duruşumuz. Ve bizim buna bağlı kalmamız gerekiyor.” Wright sonrasında Page ile neredeyse konuşmadı.

Kağıtlara yazılmış ifadeler, Taylor soruşturmasından önce davaya sunulmuştu. Bağımsız Hillsborough Paneli, 2012 yılında bu ifadelerden 164’ünün değiştirildiğini açıklayacaktı. Bunlardan 116 tanesinde, polisin operasyonel anlamda ve kıdemli polislerin liderlik anlamında sınıfta kaldığını belirten ifadeler silinmişti. 22 ailenin temsilcisi avukat Pete Weatherby, kağıt ifadelerin işleyişini düzenleyen Güney Yorkshire polisi Peter Metcalf’ı ve bu işin başındaki kıdemli polis Donald Denton’u sorguladı. Weatherby, bu 164 ifade arasında “Freeman taktiği”ni (merkezi tribünlere giden tüneli kapatmak) ima eden cümlelerin silindiği birkaç ifade üzerine yoğunlaştı.

Weatherby Metcalf’a Taylor soruşturmasından önemli kanıtları gizlemeye çalıştığını söyledi. Metcalf ise bu suçlamayı reddetti. İfadelerin formatının, Taylor’a uygun olup olmadığını kontrol ettiğini söyledi. Goldring’e ise şu sözleri söyledi: “Dürüstlüğe ve gerçeğe hizmet ettiğimi düşünüyorum, efendim.”

Denton ise, önceki zamanlarda uygulanan tünel kapatmayla alakalı ifadelerin silinmesinin “gizli bir şekilde” yürütülen Taylor soruşturmasını “baltalayacağını” kabul etmişti. Fakat kendi avukatı Christopher Daw’a hukuki tavsiyelere uyduğunu söylemişti. Her ne kadar polislerin ifadelerin değiştirmek “doğru olmasa da”, yaptığı her şeyin “doğru, adaletli ve iyi niyetle” olduğunu inandığını söyledi.

Bu yazılı ifadeler, Taylor soruşturmasına, Wright’ın Güney Yorkshire polisini temsilen dahil edilmesi için düzene sokuldu. Doküman Wain raporu olarak biliniyor. Sebebiyse, kıdemli polis amiri Terry Wain tarafından düzenlenmiş olması. Güney Yorkshire dedektiflerinden, ailelerin en büyük hiddet kaynağı ve Merseyside polis amirlerinden biri olan Norman Bettison, bu dosyadaki beşinci bölümü kaleme almıştı.

Hiçbir şekilde hata kabul edilmediğini ifade etmişti. Duckenfield’ın, “oldukça tecrübeli” bir polis olduğundan bahsetmişti. Mole’un görev yeri değişimine veya Duckenfield’ın tüneli kapatamamasına dair tek kelime yoktu. Bettison, taraftarları da “hayvanlar” ve “barbarlar” olarak nitelemişti.

Resmi polis ifadesinde şu sözler yer alıyordu: “Kıdemli polisler kendilerini bir anda Leppings Lane girişine doğru gelen ve maçın başlamasına yetişmeye çalışan binlerce gözü dönmüş taraftar arasında buldu. Bu taraftarlardan çoğu, eylemler sırasında oldukça alkollüydü. Ne pahasına olursa olsun Hillsborough Stadı’na girmek istiyorlardı. Bunu, mala zarar gelme tehlikesi veya daha da önemlisi diğerlerinin hayatı ve güvenliğini hiçe sayarak yapmaya çalışıyorlardı.”

Kendi avukatı Daw tarafından sorgulanan Wain, raporun yer yer “daha iyi bir ifade şekline” sahip olabileceğini kabul etmişti. Fakat bu raporu “dürüstçe ve iyi niyetli bir şekilde” düzenlemeye çalıştığını belirtti. Bir örtbas organizasyonunun parçası olup olmadığı sorulduğunda ise şöyle cevap verdi: “Benden böyle bir şey istense bile yapamazdım. Vicdanım gereği böyle bir şeye kalkışamazdım.”

En sonunda Metcalf, hikayeye bir çizgi çekti. Hikayeyi Taylor’a götürmedi. Polisin ciddi anlamda eleştiri altında kaldığının farkına vardığını söyledi. Ve bunu “tek taraflı” bir ifadenin “sağlamayacağını söyledi.” Yine de Taylor’a gittiklerinde, polisler soruşturmada aynı tavrı sürdürdüler. Bu felakette bir sorumluluk kabul etmediklerini ve felaketin asıl sebebinin, geç gelen, sarhoş ve kontrol edilemez taraftarlar olduğunu tekrar dile getirdiler.

Ağustos 1989’da, birkaçının holiganlığı sebebiyle futbol taraftarlarının hala kötü gösterilmeye çalışıldığı zamanlarda, Taylor davaya komple karşı çıktı. Ve emniyet güçlerini bu felaket konusunda suçladı. Halka açık bir şekilde, Wright Taylor raporunu onaylamıştı. Özel olarak ise suçu taraftarlara atmaya yönelik çabalarını ilk soruşturmaya göre iki katına çıkardı. Ve bunda kısmen de başarılı oluyorlardı. Lakin Mart 1991’de, bu felakete bağlı alınan bir ölüm haberi daha, ailelerin travmalarını tekrar tetikledi ve adalet yolundaki bu uzun savaşları için güç kaynağı oldu.

En nihayetinde soruşturma bittiğinde çıkan karar ölenler, yaralanalar ve onların aileleri için hayallerin ötesinde bir aklanma sunarken; Güney Yorkshire Polisi için de aynı ölçüde bir lanetlenme anlamına geliyordu. Jüri 1991’deki kararında, tüm bu süreçte polisin hatası olduğunu ve en önemlisi, Liverpool taraftarlarının felakette hiçbir rol oynamadığını da ifade etmişti. Warrington mahkeme salonunun dışında toplanan aileler, bir basın ordusunun önünde hep bir ağızdan “You’ll Never Walk Alone” marşını söylemeye başlamıştı.

Tam 27 senelik korku, acı ve çaba sonrasında, aileler, hayatını kaybeden sevdikleri için, hayatta oldukları halde acı çekenler ve Güney Yorkshire polisinin acımasız karalama kampanyasının hedefinde kalanlar için istedikleri adaleti sağlamışlardı. Daha öncesinde polislere güven duyan bu aileler, kendilerini yaşadıkları kayıplarla beraber bir kabusun, polisin başlattığı korkunç karalama kampanyasının ve ülkedeki hukuki düzenin onları defalarca hayal kırıklığına uğrattığı bir düzenin içinde bulmuşlardı. “Hayvanlar” olarak ayrıştırılmaya ve hor gösterilmeye çalışılsalar da, devam etmek için aradıkları gücü insan sevgisinde, bağlılığında ve aile bağlarında bulmuşlardı.

Bu gereksiz yıkımın ardından İngiliz polisinin çıkardığı dersler de 26 yıl boyunca, başarısızlığını itiraf edemeyen bir polisin ötesine geçmişti. Polisler, toplumun güvenliğini sağlamak gibi çok zor ve hayati bir sorumluluğa sahipler. Öte yandan başarısız oldukları bir durumda, bir grup vatandaşı insan olarak bile göremeyip, “hayvanlar” olarak nitelemeleri de tarihe yazılmış oldu.

Çoğu, Warrington’daki bu parka, yaşlı, duyma problemi olan, hafıza kaybı yaşamaya başlayan, hastalıklar ve travmalarda mücadele eden insanlar olarak geldiler. Fakat yine de korkunç ve insanlık dışı bir dille konuşabiliyorlardı: erkekler, gençler, kayıplar, alkoller. Bazıları empati yapma taklidini denediler; fakat sayıları o kadar da çok değildi: açık bir şekilde Duckenfield; diğerleri de Jackson ve Marshall’dı. Daha düşük rütbeli polisler farklı yerlere gönderildi. Birçoğu polisin operasyonlarını ve ifadeleri değiştirmesini eleştirdi. Diğerleri ise acılı aileler birkaç metre uzaktayken, geçmişteki suçlayıcı ifadeleri tekrarlamayı seçtiler. Daha fazlasını yapamadılar.

İyi kişilikleriyle öne çıkan polisler de var. Onlardan birisi dedektif Russell Greaves. Sahada 19 yaşındaki Sarah Hicks’i, 15 yaşındaki kız kardeşi Vicki’nin yanına getirdikten sonra tedavi etmeye çalışmıştı. Kızların ebeveynleri, Trevor ve Jenni Hicks ise yürek burkan anların kanıtlarına sahipler. Görgü şahitleri, Trevor’ın iki kızını aynı anda tedavi etmeye çalıştığını görmüşler. Umutsuzca, bağırarak ve ağlayarak: “Hayır, ikisi de değil. Onlar sahip olduğum tek şey.”

Mahkemedeki ifadesinde, Trevor Hicks kendini Vicki’ye suni teneffüs yapmaya çalışırken bulduğunu söylemişti. Kızın ağzındaki kusmuğu temizleyip, onu ambulansa götürmeye çalıştığını; fakat her yerin cehenneme döndüğünü gördüğünü söylemişti. Yerde yatan başka bir genç kurban Gary Jones’u görüp onun üstüne basmamaya çalışmıştı. Sarah için başka bir ambulans geleceğini düşünmüştü; fakat Greaves başka ambulans gelmediğini hatırlıyor. Trevor ile beraber Sarah’ı spor salonuna götürdüklerini; fakat orada da ambulans olmadığını görmüşler. Bu yüzden de onu yere yatırıp, tekrar kalp masajı yapmaya başlamışlar. Sağlık ekibi geldiğinde ise onun öldüğünü anlamışlar. Greaves, Sarah’ın gözlerini kapattığını anımsıyor.

İfadesinin sonunda, Greaves birkaç şey daha söylemek istedi. Büyük kalıplı ve bıyıklı bir adam, duygularını daha fazla gizleyememiş, sonrasında da hazırladığı şeyi mahkeme salonundakilere okumuştu. “Söyleyeceğim hiçbir kelimenin Trevor veya Jenni Hicks’i rahatlatmayacağını veya yaşadıkları kayıp, acı ve büyük yıkımı değiştirmeyeceğini biliyorum. Fakat bu fırsatı, onlara Sarah için o durumda yapabileceğim her şeyi yaptığımı söylemek için kullanmak istiyorum. Daha fazlasını yapamazdım. Sarah ile geçirdiğim zamanda, o gerçekten önemsediğim birisiydi. Sarah, yalnız değildi.”

Greaves ve arkadaşı Fred Maddox o zamanlar polisti; fakat ikisi de vardiya dışındaydı. İş arkadaşlarıyla beraber Liverpool’u desteklemek için oradalardı. Maçtan önce bir şeyler içmeye gitmişlerdi. “Taraftarlardı.” Sonrasında felaket gerçekleştiğinde, bir vatandaşın, polisten ve bir insanın diğerinden beklentisi neyse onu yaptılar. Hayatta kalanların diğer jenerasyona sağladığı şeyler ve ailelerin katlandığı hayali güç acıların ardında; bu insanların sahip oldukları dürüstlük ve insanlık tüm göz alıcılığıyla parlıyor.

Çeviri: Gökhan Önder Aksu

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce