Dünya Kupası, sahne alan yıldızlar ve yaklaşık bir aya yayılan dost meclisi toplantılarının sıklaşması demektir. Bir de en afili filmleri aratmayacak senaryolar tabii ki. Son 20 yılda Şampiyonlar Ligi ve üst seviye Avrupa Liglerini izleme imkânlarının artmasıyla eski prestijinden uzaklaşsa da, bu ‘senaryo’ mevzusu, formundan bir şey kaybetmemiştir 47 ayın sultanında. Burun kıvrılmaya başlanan ilk kupa olan İtalya 90’daki Goicoechea’nın penaltı kahramanlıkları ve Maradona’nın gözyaşları, 86 Meksika’yı izleyen kuşağın, “O da kupa mı yahu!” dediği ABD 94’teki Escobar olayı ile Baggio’nun penaltısı, 2006’da Zidane’ın kafası ve 2014’te Brezilya’nın 7-1’lik hezimeti… Bu açıdan Dünya Kupası hiçbir zaman zevksiz olmaz aslında. Henüz ilk kez düzenlendiği 1930’da vermiştir bu ‘masal diyarı’ özelliğinin ilk sinyallerini. Jules Rimet’nin organizasyon için kendini yırtması zaten başlı başına bir kitap konusudur mesela. Beğenmediyseniz daha da enteresanı var: Uruguay’ın haşin forveti Hector Castro ve hikâyesi mesela…
Uruguay’da düzenlenen ve Avrupa’dan pek de rağbet görmeyen 1930’daki ilk Dünya Kupası’nda ev sahibi ile Arjantin, 30 Temmuz öğleninde Montevideo’da karşı karşıya gelmektedir. Arjantin, ilk yarıyı 2-1 önde bitirse de Uruguay, beraberliği yakalamış, sonra da öne geçmesini bilmiştir. Sonucu belirlemek ise ‘El Divino Manco’ Hector Castro’ya kalır. Uruguay, 4-2 ile dünyanın ilk büyüğü olmuştur… Hikâyenin kahramanı olmasını vadettiğimiz Hector Castro’nun bu mertebeye yükselmesinin sebebi ise attığı golde değildir; İspanyolca bilenlerin anladığı üzere tek kollu olmasındandır. Evet, 1930 Dünya Kupası’nı noktalayan sayıyı yapan Castro, tek kolu arz-ı endam etmiştir başkentin sembol stadı Estadio Centenario’da…
Henüz 13 yaşındayken sağ kolunu testereye kaptıran Hector Castro, dirseğinin alt bölgesini kaybetmesine rağmen bu şoku atlatmayı başarır. Ülkenin güçlü takımlarından Nacional ile sahalara adım atar ve mücadeleci futboluyla ‘taraftarın sevgilisi’ sıfatına nail olur. Kolundaki problemin onu etkilemediğini belirtir izleyenleri; hatta sakat kolunu, hava toplarında rakiplerini kendisinden uzak tutmak için kullandığını da eklerler. Takımı ile dört Uruguay şampiyonluğu, iki de Libertadores Kupası kazanan Castro, ‘El Divino Manco’ (Tek Kollu Tanrı) olarak nam salmaya başlamıştır. Taraftarı için bu mertebeye yükselirken, rakiplerinin nezdinde pek de hoş karşılanmayan bir oyuncu olur. Neticede oynadığı futbol, onlar için tehlike teşkil etmektedir ve hangi dönemde olursa olsun futbol taraftarları, Castro’nun fiziksel durumunu gözeterek karşılaşmaları takip etmeyecektir. Sahada yaptıklarının yanı sıra topsuz hayatında da süratini kesmez Castro; sigara tiryakiliği, içki ve kadın merakı Güney Amerikalı futbolseverlerce bilinen saha dışı özellikleridir. Buna rağmen Uruguay formasını da sırtına geçirmiş ve hiç de azımsanmayacak işlere imzasını atmıştır.
İlk milli maçına 1923’te çıkan Castro, ilk büyük uluslararası başarısına ise 1926’da ulaşır. Bugünkü Copa America niteliğindeki Güney Amerika Şampiyonası’nda altı golle takımını şampiyonluğa taşımasını bilir. Özellikle 6-1’lik Paraguay maçındaki dört golü, kariyerinin önemli anlarındandır. İki yıl sonra Paris Olimpiyat Oyunları’nda şampiyon Uruguay’ın kadrosunda da yer bulan tek kollu golcü, 1930’daki ilk Dünya Kupası’nda da yapacağını yapar ve Peru ile oynanan ilk maçta ülkesinin kupa tarihindeki ilk golünü atmayı başarır. Bahsettiğimiz üzere finalde de kupayı noktalayan golün sahibi olan Castro, 1935’teki Güney Amerika şampiyonluğu ile 25 maçta 18 gol attığı milli takım kariyerini noktalayacaktır. Futbolu bıraktıktan sonra efsaneleştiği Nacional Kulübü’nde antrenör olarak görev yapan golcü, bu görevde de beş ülke şampiyonluğuna ulaşmasını bilmiştir.
Dünya futbol tarihi, Alman Robert Schlienz, İsveçli Hakan Soderstjerna ve Paraguaylı Julio Valentín González gibi tek kollu kahramanlık gösterilerine sahne olsa da Dünya Kupası’na uzanması ve ilklerden olması nedeniyle Hector Castro’nun hikayesinin yeri hep ayrı olacağa benziyor.