2002-03 sezonunun beşinci haftası… Süper Lig’de son şampiyon Galatasaray, Kocaelispor’u konuk ediyor. Yazın sonbahara bağlandığı günlerde oynanan maça ilgi düşük. Ali Sami Yen Stadı’nın tribünlerinde yazlıklarına gitmeyen az sayıda Galatasaray taraftarı yer alıyor. Bir de kapalı tribünden aşağıya sarkan kocaman bir Galatasaray forması… 10 numaralı formanın üzerinde kocaman “Metin Oktay” yazıyor.
Türkiye liglerinde, formanın üzerine isim yazıldığı ilk yıllardı. Günlerden 13 Eylül’dü. Metin Oktay’ın ölümünün 11. yıldönümüydü.
Türkiye’nin Metin Oktay sevgisi tabii ki o günlerde başlamadı. O başlangıç için çok daha eskilere 1950’lere kadar uzanmak gerekiyor. Fakat Oktay’ın vefat ettiği 1991 yılı ile 2002 arasının biraz durgun geçtiğini kabul etmemiz gerekir. Sadece Kozlu Mezarlığı’nda yapılan yıllık anmalarla hatırlanan ‘Taçsız Kral’, bazen de tarihin tozlu sayfalarında kalan birkaç hikâyesiyle yâd ediliyordu. Ne zaman ki o parçalı forma tribünden aşağıya sarkıtıldı, işte o zaman Metin Oktay vefat eden bir golcüden, ait olduğu kulübü temsil eden önemli bir figüre dönüştü.
Metin Oktay bir Eylül günü hayata veda etmiş, Metin Oktay ruhu da bir Eylül ayında doğmuştu. Bir de başka bir Eylül vardı; 1960 yılında Metin Oktay’ın hapse girdiği o ‘uzun’ Eylül…
Belki de her şey bir yanlış anlaşılmayla başlamış ama sonrasında olaylar büyümüştü. Galatasaray’ın ve milli takımın golcüsü Metin, asker kaçağıydı. En azından resmi kayıtlar böyle söylüyordu. Yoksa ülkenin en popüler isimlerinden biri nasıl kaçak olabilirdi ki? 11 Eylül 1960 günü yayınlanan Takvim gazetesinde Halit Çapın’ın “Polisin aradığı Galatasaraylı Metin dün maça çıktı” cümlesi bir kaosa neden olmuştu. Madem kaçaktı; nasıl oluyordu da ülkedeki tüm gözler Metin’in üzerindeyken polis onu bulamıyordu? Büyük ihtimalle aranmadığı içindi fakat resmi evraklar, tüm gözlerden daha keskindi. Metin Oktay askere gitmiş ama görevini sekiz gün eksik yapmıştı. Haber yazılana kadar da kimse bunun farkında değildi.
Metin Oktay, sekiz günlük eksikliğin bedelini 45 gün hapis yatarak ödedi. 14 Eylül ve sonrası hayatının en zor günleriydi. Daha sonrasında da o günleri Milliyet gazetesine anlattı.
Oktay, özellikle ilk günlerde devamlı sigara içtiğini itiraf etmişti. Nezarete girdiğinde selam verdiği insanların onun tanımaması ve ona asker kaçağı muamelesi yapılması onu çok üzmüştü. Bileklerine kelepçe takılma ihtimali de moralini iyice düşürmüştü. 45 zorlu gün öyle bir ruh haliyle başlamıştı ki bir memurun “Geçmiş olsun” dileği, onu sevindiren nadir anlardandı.
Günler geçtikçe, kendisine duyulan sevgiyi hissetmişti. Zaten Taçsız Kral’ın hayatı boyunca aradığı da buydu. Avluda oynadığı maçlarda sadık dostu futbol topuyla beraberdi. Türkiye’nin dört bir yanından ve her takım taraftarından ona destek mektupları geliyordu. Galatasaray taraftarları, alınan galibiyetlerden sonra cezaevinin önüne gidip kutlamayı kralları ile beraber yaşıyordu. Sevdiği kadını ona anlatan, mahpustaki ilk arkadaşı eczacı Cemal gibi figürler de hayatına girmişti. Kendi ifadesiyle kalın duvarlar arkasındaki dünyanın sevgisini samimi ve riyasız bulmuştu.
Zor bir süreçti ama Kral’ın ilacı sevgi olmuştu. Zaten o da 45 günün ardından sahalara döndüğü ilk maçta attığı iki golle tüm Türkiye’yi selamlamasını bilmişti.
Metin Oktay, Milliyet gazetesindeki yazılarını “İnsan hür olduğu kadar yaşar” cümlesiyle bitiriyordu. Belki haklıydı ama onun isminin, yaşaması için ne hür olması ne de hayatta kalması gerekiyordu. Eylül ayında bir tribünden sarkıtılan forma, onu yeniden ‘ölümsüz’ yapacaktı.