Caitlyn Jenner şu sıralar yeryüzünün en çok tanınan trans bireyi. Onu anlatan belgesel serisi I Am Cait‘in ilk bölümü Amerika Birleşik Devletleri’nde 2.7 milyon izleyiciye ulaştı. Tekrarlarla birlikte bu sayı da gördüğü ilgi de artacak. Binnaz Saktanber, bir ömre üç hayat sığdıran Jenner’ı, Socrates‘in temmuz sayısına yazmıştı:
Doğuyoruz, bir acele büyüyor, sonra ne olduğunu bile anlamadan ölüyoruz. Adına ömür diyorlar. Zor olan bir ömürden bir hayat yaratmak. Caitlyn Jenner, bir ömre üç hayat sığdırdı. Önce 1976 Olimpiyat Oyunları’nda kırdığı dekatlon rekoruyla dünyanın en iyi atleti oldu, sonra bir reality şov yıldızı. Şimdi de yeryüzünün en tanınmış trans bireyi olarak üçüncü hayatına başlıyor. Kariyer, başarı, madalyalar, aile, şan, şöhret bir yana; kendisi olabildiği, kimseye yalan söylemek zorunda kalmadığı, ait olduğunu hissettiği bir bedenle güne başladığı bu yeni hayat, onun için en kıymetlisi: “Sabahları uyanıp kendin olabilmek, giyinmek, dışarı çıkmaya hazırlanmak, tıpkı normal bir insan gibi. Hayatı böyle yaşamak öyle güzel bir his. Ben bu zamana kadar bunların hiçbirini yapamadım. Bruce her zaman yalan söyledi. Kim olduğuyla ilgili tüm hayatı boyunca bir yalanı yaşadı. Ben, daha fazla yalan söyleyemeyeceğim.”
Böyle diyordu Jenner, trans bir kadın olduğunu dünyaya ilan ettiği, ‘interneti kıran’ Vanity Fair röportajında. 65 yıllık koşusunun son etabında, yalan söylemekten vazgeçip, nihayet kendi gibi dünyaya “Merhaba” dediğinde. Derginin kapağında üç kısa, basit ama insanı vuran kelime vardı: “Bana Caitlyn deyin.”
Caitlyn Jenner 1949 Ekim ayında, Bruce adıyla, New York’ta doğdu. Biraz da küçük yaşta konan disleksi teşhisinin etkisiyle spora sığındı. Üniversiteye Amerikan futbolu bursuyla girdi. Dizinden sakatlanınca futbolu bırakmak zorunda kaldı ve okulun atletizm koçunun yeteneğini keşfetmesiyle dekatlona yöneldi. 1972 yılındaki olimpiyat denemelerinde takıma girmeyi başardı ve aynı yıl, Münih Katliamı’nın gölgesinde yapılan Münih Olimpiyatı’nda onuncu oldu. Sonra altın madalyayı kapan Sovyet Nikolay Avilov’un yanına gitti ve gözünün içine bakıp, “Bir dahaki sefere seni yeneceğim” dedi. Dediğini yapmak için deliler gibi çalışması gerekecekti. Zira olimpiyata katılan atletlerin profesyonel olmalarına izin verilmediği yıllardı. Jenner 1976’daki oyunlara, geceleri geçimini sağlamak için sigorta poliçesi satarak, gündüzleri ‘dünyanın atletizm başkenti’ diye bilinen San Jose Şehir Üniversitesi’nde antrenman yaparak hazırlandı. 1976 Montreal Oyunları’nda denemelerde kırdığı dünya rekorunu yine kendisi kırarak, altın madalyayı ülkesine götürdü.
Jenner’ın madalyası basit bir olimpiyat altınından çok daha fazlasıydı. Vietnam Savaşı’ndan yeni çıkmış, Soğuk Savaş’ın tam ortasındaki Amerika’nın, milli duyguları şahlandıracak bir oyalanmaya muhtaç olduğu zamanlardı. Üstelik, 1968 Oyunları’nda iki siyah Amerikalı atlet podyuma çıktıklarında ‘Black Power’ selamı çakıp ülkelerindeki ırkçılığı protesto etmiş, olimpiyat şampiyonluğunu kimselere kaptırmamış Amerikan basket takımı 1972’de Sovyetler Birliği’ne yenilmiş, yine Amerika’nın ‘cepte’ kulvarları dekatlon ve 400 metre madalyaları Sovyet atletlerin eline geçmiş, bir de dalga geçer gibi iki 400 metre koşucusu madalya töreninde aralarında geyik yapıp milli marş çalınırken Amerikan bayrağına doğru dönmeye bile tenezzül etmemişken…
İşte tam da böyle bir vaziyet-i ahvalde Jenner koştu, koştu ve 1500 metre bitiş çizgisini geçti. Tam o sırada bir seyirci yanına geldi ve eline küçük bir Amerikan bayrağı tutuşturdu. Sonradan verdiği röportajlarda çok da istekli olmadığını itiraf etse de Jenner bayrağı salladı. O günden sonra bir gelenek haline gelen atletlerin kazanınca bayrak sallama ritüeli böylece başladı. Bir Amerikan kahramanı doğmuştu. Jenner, Nisan 2015’te Diane Sawyer’a verdiği ve “Her açıdan, ben bir kadınım” dediği röportajda o anlara ait bir fotoğrafa bakıp şöyle diyecekti: “Kafası karışık bir insan görüyorum, koşarken hayatımdan kaçıyordum aslında, çok büyük bir korkuyla. Ölümüne korkuyordum. Geleceğimin bana ne getireceğini henüz idrak edemiyordum.”
O yıllarda Jenner’a dışarıdan bakanların bu korkuyu görmesi imkansızdı. Amerika’ya dönüşünde adeta bir savaş kahramanı gibi karşılandı. Time Dergisi tarafından ‘dünyanın en iyi atleti’ ilan edilmiş, Süpermen’i oynaması için bile teklif almış, Wheaties kahvaltı gevreğinin reklam yüzü olmuştu. Şimdi normal geliyor ama o zamanlar sporcuların reklamlarda endam etmesi çok nadir olan bir şeydi. Filmlerde, dizilerde oynadı. Bir yandan da kişisel gelişim ve motivasyon konuşmaları yaparak kendine yeni bir kariyer edindi. Jenner, modern televizyon devrinin ilk olimpik ikonuydu. O kadar ki, New York Times “Jenner ülkeyi parmağının ucunda bir baton gibi döndürüyor. O ve karısı Chrystie, Amerikan kahramanlığı kaidesinde öyle yüksekteler ki onları indirmek için bir vinç gerekli” yazıyordu.
Kaidedeki kadın, Chrystie Scott ve Jenner, 1981’e kadar evli kaldılar. İki çocukları oldu. Boşandıktan bir hafta sonra, Jenner tekrar evlendi. Bu sefer aktris Linda Thompson’la. 1986’da biten bu evlilikten de iki çocuğu oldu: Brandon ve Brody. Jenner, her iki karısına da kendini kadın hissettiğini, cinsiyet değişim sürecini başlatmak istediğini söyledi. Thompson’dan ayrıldıktan sonra beş yıl süren hormon terapisine başladı, adem elmasını tıraşlattı, yüzündeki ve vücüdundaki tüyleri aldırdı. Çocuklara nasıl söyleneceği ise en büyük sorundu. Jenner, Danimarka’da ameliyat olduktan sonra ABD’ye dönüp çocuklarının hayatına ‘Heather Teyze’ olarak girmeyi planladı ama yolun yarısından döndü. O geri döndüğü kavşakta Kris Kardashian’la tanıştı, evlendi. Kylie ve Kendall isminde iki kız çocukları oldu. Jenner, bir yandan da Kardashian’ın önceki evliliğinden olan ve babalarını kaybeden dört çocuğuna; Kim, Kourtney, Khloe ve Rob’a babalık etti.
İşte biz, yani 70’lerdeki olimpiyatlara yetişememiş nesil, onu böyle tanıdık: Kris’in kocası, Kim’in babası. 2007 yılında başlayan Keeping Up With the Kardashians reality şov kavramının, hiçbir şey yapmadan ünlü (ve trilyarder) olmanın ata sporu oldu. Kim Kardashian dünyanın en meşhur kadını, Kris bir hiçten imparatorluk yaratan dahi aile reisiydi. Caitlyn’e her biri sırayla yıldızlaşan bu kadınlar ordusunun arasında biçilen rol, figüranlıktan öteye gidemedi. Seneler boyunca onu iyi kalpli, şan şöhret dünyasından çok da hoşlaşmayan ve karısı tarafından itilip kakılan bir baba rolünde izledik. 24 saatin 23’ünü golf oynayarak geçiren, oyuncak helikopterlerini uçuran, giydiği çoraptan aldığı golf topuna kadar her konuda eleştirilen ve paranın iplerini elinde tutan Kris’e hesap vermek zorunda kalan bir portreydi çizilen. Her fırsatta Caitlyn’in ne kadar ‘erkek’, ‘maskülen’ ve sporcu, kadınlık dünyasından ne kadar da bihaber olduğunun altı markörlenip duruldu. Şimdi dönüp baktığımızda her daim arka planda duran, eski evliliklerinden olan çocuklarıyla arası bir türlü düzelmeyen, eşofmandan başka bir şey giymeyen, Kris’le ayrıldıktan sonra bile bir bölümde bütün ailenin “Ay modadan hiç anlamıyorsun, bizi utandırıyorsun” baskılarına dayanamayıp saçını kestirmek zorunda kaldığında “Boyunu kısaltmayın” diye ölümüne direnen Caitlyn’i biraz daha iyi anlıyoruz sanki.
Bu “Adam gibi adamdı, hiç anlamadık” cehaleti trans bireylerin, özellikle trans kadınların ailelerine ve topluma açılmasında ve açıldıktan sonra kabul görmesinde önlerine çıkan engellerden biri. Heteronormatif düşünce yapısıyla, sporculuğu erkeklik ve güç gibi kavramlarla eşleştiren bir dünyada trans atletlerin işi ise iki katı zor. Caitlyn de bu önyargılardan çokça nasibini aldı. Kararına destek çıksalar da satır aralarında eski karılarının birleştiği bir nokta vardı: “Anlamam çok zor oldu, çünkü adam gibi adamdı, hiçbir kadınsı belirti yoktu. Evlendiğim erkeğin, o aşırı maskülen, yakışıklı, ideal, sportmen, boylu poslu erkeğin artık olmayacağını kabullenmek çok zordu.” Çocuklarının soruları da aşağı kalmıyordu: “Peki nasıl oldu da kadınlarla birlikte oldun, nasıl evlendin? Bundan sonra kadınlarla mı olacaksın?”
Jenner kadınlara ilgi duyduğunu ama şu anda kendini aseksüel olarak tanımladığını açıkladı. Ama burada kısa bir dipnot düşüp söyleyelim; bir insanın cinsel yönelimi ve kendini ait hissettiği (toplumsal) cinsiyet birbirinden bağımsız şeyler. Bilal’e anlatır gibi anlatırsak mesela; cinsel yöneliminiz bir ilişkiye kiminle girmek istediğinizi gösteriyor, cinsel kimliğiniz ise o ilişkiye ‘kim’ olarak girmek istediğinizi. Evlenmek, çocuk sahibi olmak ise hepimiz gibi trans bireylerin de paşa gönlüne kalmış bir durum.
Caitlyn Jenner’ın açılması, işte tüm bu önyargıları ve bilgisizliğimizi kırmamıza yardım edecek büyük bir adım. Transgender Europe’un rakamlarına göre, son yedi senede tüm dünyada 1731 trans birey öldürüldü. Trans cinayetlerinde dünya sıralamasında dokuzuncu olan Türkiye’de 37 trans cinayeti işlendi. Trans bireylere karşı ayrımcılık, nefret suçları ve şiddetin bir türlü azalmadığı; transların intihar, işsizlik, evsizlik gibi sorunlarla her gün mücadele ettiği bir dünyada milyonların tanıdığı, “Ben bu insanı yıllarca izledim, hayranıyım” diyebileceği, kendini öyle ya da böyle yakın hissettiği birinin trans olduğunu öğrenmesi azımsanacak şey değil.
Trans bireylerin, sivil haklar mücadelesinin aşılmamış son kalesi olduğunun sıkça söylendiği zamanlarda yaşıyoruz. Dünya da sağ olsun Caitlyn’e iyi davrandı. Çıkan çatlak seslerin çoğuysa ‘erkekliğin kalesi’ spor dünyasındandı. Change.org sitesinde açılan bir dilekçe, Jenner’ın olimpiyat madalyasının geri alınmasını istiyordu. “Kendini her daim kadın olarak hissettiğine göre, kadın atletlerin erkek dalında yarışamaması kuralını da ihlal etmiş” gibi abuk ötesi bir mantık öne süren dilekçeyi 14 bin kalpsiz imzaladı. Neyse ki Uluslararası Olimpiyat Komitesi imzaları sallamadı ve “Mümkün değil” minvalinde bir açıklama yaptı. Jenner’ın Temmuz ayında ESPY’ın Arthur Ashe Cesaret Ödülü’nü alacağının açıklanması da epey gürültü kopardı. NBC’nin meşhur spor yorumcusu Bob Costas ödülün sahibi ESPN kanalını reytingcilik ve tabloid kültürüne alet olmakla suçladı. Kostas ve benzer acı bahisçilerine göre ödül, Irak savaşında bir kolunu ve bacağını kaybeden Noah Galloway’e veya beyin kanserinden ölen basketbolcu Lauren Hill’e gitmeliydi. ESPN tepkilere prim vermedi. Jenner, 15 Temmuz’da tüm dünyada yayınlanacak törende ödülünü alacak. Ve kendi deyimiyle ilk kez, ‘gerçek benliğiyle meslektaşlarının karşısına çıkacak.’ Koşunun son düzlüğünde, yalansız dolansız, sahnede Caitlyn olacak.
Dünyanın en iyi atleti Jenner’ın, Vanity Fair’e olimpiyat madalyasını aldığı anları anlattığı sözleriyle bitirelim: “Umarım insanlar o altın madalyayı alanın ‘ben’ olduğumu hatırlarlar. O başarıyı kazanan her şeyimle bendim, sadece Bruce değil. Oradaki hem içimdeki disleksik çocuktu, hem trans çocuk, hem Bruce’tu. Belki bu yüzden o kadar çalıştım, spor denen bu şeye herkesten daha fazla tutundum. Çünkü buna herkesten çok ihtiyacım vardı. Oraya çıktım, bunu başardım ve bununla inanılmaz gurur duyuyorum. Çünkü tam o anda, yaptığım işte, dünyanın en iyisi bendim.”
Socrates’in temmuz sayısına ulaşabilirsiniz: Babil | Kitapyurdu | D&R | Rob389