Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

FutbolHayaller ve Gerçekler

Sürprizlerin sıradan kaldığı Avrupa Şampiyonası'nın geleneğini de aşan bir yaz yaşanmıştı 2004'te. Fakat bu sürpriz pek sevilmedi. Aslında sempatik olmak zorunda da değildi...

Yunan futbolseverler, 2004 yazında yıllık izinlerini planlarken takımlarının ülkeye şampiyon olarak döneceğini ve Atina’da tarihin en görkemli şampiyonluk kutlamalarından birinin yaşanacağını tahmin etmemişti. 1896 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliğini yapan ve belki de modern spor tarihinin başlangıç yeri olarak gösterilebilecek Panathinaike Stadı, 5 Temmuz günü şampiyonluğa hâlâ inanamayan 100 bin taraftarı misafir etti. Bir de 23 futbolcu ile yaşlı bir Alman teknik direktörü…

Bütün bu coşkuya ve modern zamanın en büyük sürprizlerinden biri olmasına rağmen, Yunanistan’ın şampiyonluğu bugün bile Yunan futbolseverler haricinde epik bir zafer olarak anlatılmaz. Mesela, 1992’de plajdan geldiği iddia edilen Danimarka takımı bile onlardan daha çok sevilir.

Yunanistan’ın ise çoğu futbolseverin gözünde muhakkak bir ‘ama’sı bulunuyor. “Ama çok savunma yaptılar”, “Ama çok sert oynadılar”, “Ama golü düşünmediler”… Hepsi doğru olabilir ama turnuvanın en az şans verilen takımı olmalarına rağmen şampiyonluk kazandılar.

Panathinaike Stadı’ndaki son sahneyi bir kenara bırakabiliriz ve 2004 yazında Portekiz’de neler yaşandığını bir daha hatırlayabiliriz. Atina’daki o görkemli gecenin yaşanması için bazı bedellerin ödenmesi gerekiyordu. O görkemli geceyi yaşatan ise hiç de görkemli olmayan bir futbol anlayışı oldu. Zaten o takımın başka bir şansı da yoktu.

2004’te Yunanistan’da ‘Yılın Yunan’ı’ seçilen isim bir Alman’dı! Ve her sene verilen bu ödül, ilk kez bir yabancıya gitmişti. 70’lerine merdiven dayayan ama teknik direktörlük yapmaktan vazgeçmeyen Otto Rehhagel, Yunanistan spor tarihinin en önemli figürlerinden biri haline geldi. Göreve başlayalı üç sene olmuştu ama ülkeye bir Avrupa kupası getirmeyi başardı. Kesinlikle o başarının en büyük mimarıydı. Bugün bile o Yunanistan akla geldiğinde adı zikredilen ilk isim oluyor. Kimileri ise cümlenin devamına ‘futbol katili’ sıfatını ekliyor.

LISBON, PORTUGAL - JULY 04: Fussball: Euro 2004 in Portugal, Finale / Spiel 31, Lissabon; Portugal - Griechenland ( POR - GRE ) 0:1; Griechenland Europameister 2004; Jubel Trainer Otto REHHAGEL / GRE 04.07.04. (Photo by Henri Szwarc/Bongarts/Getty Images)

Oysa Rehhagel’in kariyerine daha geniş açıdan baktığımızda, ona ‘savunmacı teknik direktör’ demenin haksızlık olacağını görebiliriz. Aslında o, tam bir pragmatist. Almanya’da teknik direktörlük kariyerine başladığında farklı mağlubiyetler yaşamıştı. Bu ona ilginç bir lakabın takılmasına neden oldu. 70’li yılların ortasında kendisine Otto ‘Torhagel’ lakabı adı verildi; yani ‘gol fırtınası’… Devamlı gol yiyen takımların teknik direktörü olarak kaderinden kaçamazdı. Fakat bu dokundurmalar, onu çok değiştirmedi. 14 sene boyunca Werder Bremen’de çalıştı. Orada da hücum futbolunu takımına adapte etmeye çalıştı. Başarılı da oldu denebilir; çünkü bu sayede kendisini -çok kısa sürse de- Bayern Münih’in başında buldu. Rehhagel, Yunanistan’dan önce son olarak Kaiserslautern’i çalıştırmıştı. 1999-2000 sezonunu beşinci sırada bitirdiler. Ligin son dört sırasını saymazsak, 14 takım arasında en çok gol yiyen onlardı ve ligi eksi averajla bitirmişlerdi.

Rehhagel’in Yunanistan kariyerinin başlangıcı ona hem eski günlerini hatırlatmış, hem Kaiserslautern’de bir şeyleri eksik yaptığını fark ettirmiş, hem de Yunanistan’ın kapasitesini göstermiş olabilir. 2002 Dünya Kupası Elemeleri oynanırken göreve gelmişti ve ilk maçında takımı deplasmanda Finlandiya’dan beş gol yemişti.

Bu mağlubiyetten bir ay sonra, 2004’ün ilk sinyallerini vermeye başladılar. Daha o zamandan bir sürprize neden olacaklardı ama David Beckham’ın meşhur frikiği buna izin vermedi. Wembley’de son dakikalara İngiltere karşında 2-1 önde girmelerine rağmen İngiliz futbolunun unutulmaz anlarından biri yaşandı ve ülkeye 2-2’lik skorla döndüler. Yine de fena bir sonuç değildi. Dünyadaki futbolseverler, iki buçuk sene sonra başlarına geleceklerinden habersizdi ve Beckham’ın İngiltere’yi kurtarmasına odaklanmıştı. Fakat Wembley’de, yıldız isimlerden kurulu favori takımlarla nasıl başa çıkmaları gerektiğini öğrenen bir oyuncu grubu mücadele ediyordu. O gün İngiltere’ye ecel terleri döktürdüler ve 2002 Dünya Kupası’nı pas geçtiler. Ardından da 2004 Avrupa Şampiyonası için hazırlığa başladılar.

10 milyonluk nüfusuyla Yunanistan’ın daha çok yolu vardı ama futbolcusu azdı. Sihirli bir kuşakları yoktu. Değişim yapmak zordu. Rehhagel’in malzemesi belliydi. O gün Wembley’de sahaya çıkanların birçoğu Portekiz’de de takımda olacaktı. Bazı ülkeler ve bazı teknik adamlar çok şanslı değil. Ellerindeki imkânlar gerçekten kısıtlı oluyor ve o kısıtlı malzemeden bir şeyler üretmek zorunda kalıyorlar.

Portekiz’e giden 23 kişilik kadrodaki 11 oyuncu 30 yaş ve üzerindeydi. Üstelik, ihtiyarların ağırlıkta olduğu bu 23 kişilik oyuncu grubu, kazanma alışkanlığına sahip bir nesil değildi. Turnuva öncesindeki eleme grubu maçları da umut veren sonuçlarla başlamamıştı zaten. Rehhagel, ilk resmi galibiyeti için dört maç bekledi. 2003 yılında ise ufak değişikliklerle birlikte Yunanistan harekete geçti. Eleme grubunda, kalan altı maçtan altı galibiyet çıkardılar. Şifre ise yedikleri gol sayısında saklıydı: Sıfır! Altı galibiyetin dördünde maçlar 1-0 sona ermişti. ‘King Otto’ sorunu bulmuş ve nispeten çözmüştü. Ama Ermenistan ve Kuzey İrlanda maçlarında yarayan formül, Portekiz’de Avrupa’nın en iyi takımlarına karşı da yarayacak mıydı?

Yaradı… Birçok futbolsever 2004 yazını hâlâ hatırlıyor. Kronolojik bir hikâye anlatmaya gerek yok. Konu biraz daha farklı; 2004’ü hatırlayanlar, Yunanistan’ı gayet olumsuz sözlerle anıyor. Oysa Yunanistan ve Rehhagel’in yaptığı şey çok basitti. Futbol değişiyordu. Hızlanıyordu. Oyuncular güçleniyordu. Yunanistan’ın neredeyse 30 yaş ortalamalı oyuncu grubu, bu değişime adapte olamazdı. Evet, teknik kapasitesi yüksek oyunculara sahiplerdi. Yaratıcı olabilirlerdi. Fakat oyunu her iki bölümde de eşit seviyede oynamak gerekecekse Yunanistan bu kavgadan yaralı çıkardı. Oyunu tek bir yerde kabul etmek ve rakibin en ufak hatasından faydalanmak daha akıllıcaydı ve belki de uygulanabilecek tek yöntemdi.

Eğer turnuvalar futbol akımlarının değişimlerini gösteren önemli platformlar ise 2004 tam olarak arada kalmıştı; bir geçiş turnuvasıydı, yaratıcı oyuncuların takımlarını sırtladığı dönem geride kalıyordu. Zidane’ın Fransa’sı, Figo’nun Portekiz’i, Beckham’ın İngiltere’si gibi takımların devri bitmek üzereydi. Bu oyuncular, kariyerleri boyunca asla yetersiz kalmadılar. Ancak oyun, onların hükmettiği şekilden uzaklaşıyordu. Euro 2004; yıldızları tarafından sırtlanan takımların, bugüne hâkim kompakt takımlara yenildiği bir turnuvaydı. O turnuva Portekiz’de düzenlemişti ve turnuvadan kısa bir süre önce bir Portekizli o anlayışla Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı.

Porto’yu Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapan Jose Mourinho, Yunanistan ve hatta Leicester City… Bağlantı kurmak mümkün. Ortak noktalarının ilk kıvılcımı için ise 2004’ü işaret edebiliriz. Yunanistan, bu geçiş yılında elindeki oyuncu kadrosuyla savunmaya çekildi. Alanı daralttı. Sabırla bekledi. Turnuvaların sürüklediği takımlardan biri oldu. Galibiyetler geldikçe güçlendiler, özgüvenleri yükseldi. Mücadele düzeyleri her maç biraz daha arttı. Şans faktörü, isteyenin ve çalışanın yanında olur. O yaz da futbol şansı, Yunanistan’a yardım etmek durumunda kaldı.

LISBON, PORTUGAL - JULY 4: Angelos Charisteas of Greece scores their winning goal during the UEFA Euro 2004 Final match between Portugal and Greece at the Luz Stadium on July 4, 2004 in Lisbon, Portugal. (Photo by Shaun Botterill/Getty Images) *** Local Caption *** Angelos Charisteas

Açılış maçında Giorgios Karagounis’in attığı gol, tam bir “Vurayım, bakalım ne olacak” şutuyla geldi. İkinci gol penaltıdandı. Bir savunma oyuncusunun o penaltıyı yaptırması ise pozisyonun içindeki en büyük meziyetti! İkinci maçta İspanya ile karşılaşmaları da (hatta gruplarında İspanya’yı bulmaları) başlı başına bir şanstı. İspanya henüz kazanmayı bilen bir takım değildi ve turnuvaların görkemli kaybedeni olarak erkenden aramızdan ayrılıyordu. Yunanistan maçında da 15 korner kullandılar, devamlı rakip sahaya yüklendiler ama sadece bir gol atabildiler. Üstüne, bitime 25 dakika kala gol yediler. İspanya ve Portekiz’e gol atamayan Rusya, üçüncü maçında Yunanistan’a iki gol attı, zor sanılan işi kolay gösterdi. Fakat aynı saatlerde oynanan Portekiz-İspanya maçının sonucu (1-0) Yunanistan’a yaradı.

Çeyrek finaldeki Fransa maçında atılan goldeki zincirleme savunma hatası, son şampiyona yakışmayacak cinstendi. Yarı finaldeki gümüş golse atıldığı dakika itibarıyla (105) altın gole dönüştü ve Çek Cumhuriyeti takımına cevap hakkı bile doğurmadı. Kaleci Antonios Nikopolidis’in yıldızlaştığı maçlardan biriydi. Bu bakımdan, Rehhagel’in en hoşnutsuz kaldığı futbol -belki de- yarı finalde oynadıklarıydı. Finalde ise ev sahibi Portekiz’i yendiler ve bu eşsiz öyküyü çok şık bir şekilde taçlandırdılar.

Şöyle düşünün; altın bir kuşağa sahipsiniz, o kuşak son kez bir turnuvada yer alacak, turnuva kendi evinizde, ilk maçınızda turnuvanın en zayıf takımına yeniliyorsunuz, yine de devamında finale çıkıyorsunuz, aynı takım bir kez daha karşınıza geliyor, heyecanla beklediğiniz kupa sahanın kenarında, tribünlerde binlerce taraftar… Fakat kazanan yine onlar! Oldukça sinir bozucu olsa gerek. Hatta Cristiano Ronaldo’nun maç sonundaki gözyaşlarını normal gösterecek kadar sinir bozucu…

Oysa ilginç bir durum var ortada. Aradan 12 sene geçtiği halde Yunanistan’ı anmak istemeyenler, bugünlerde Leicester City’den övgülerle bahsediyor. Aslında Leicester City de saha içinde Yunanistan’dan çok farklı bir şey yapmadı. Belki de insanlar izledikleri oyuna biraz daha alıştı. Leicester City ve Mourinho gibi figürler bu sistemi daha izlenebilir kılmış olabilir. Leicester’ın ilerleyişi televizyon seyircisini heyecanlandırdı. 38 hafta boyunca istikrarlı bir şekilde zirvede kalması ilgi çekti.  

Yunanistan’ın sahip olduğu teknik adam ve oyuncu grubunun ise ilgi çekici hayat öyküleri yoktu. Alt liglerde oynayan bir Kuzey Afrikalı veya eski fabrika işçisi bir golcüye sahip değildiler. Onlar kendi hikâyelerini yaratmak zorundaydı. Bahtsızlıkları ise dört senede bir eğlenceli bir yaz geçirmek isteyen futbolseverlerin hayalleriyle oynamaları oldu. Leicester City, liginin en iyilerini yenerken ligin en iyileri kendi aralarında maç yapmaya devam ediyordu. Yunanistan’ın İspanya ve Fransa gibi takımları evine göndermesi, hevesle o turnuvayı bekleyen futbolseverleri kızdırmış olabilir. Belki de hayallerinin, hücum etmek istemeyen bir takım tarafından yıkılmasına bozulmuşlardır. Kim bilir?

Ama unuttukları bir gerçek var: Futbolseverlerin hayallerinin bittiği yerde, futbolcuların ve teknik adamların gerçekleri başlar.

*Bu yazı Socrates‘in Haziran 2016 sayısında yayımlanmıştı. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

Tahterevalli

Tahterevalli

3 sene önce
Başka Bir Yol

Başka Bir Yol

4 sene önce
Hayal Albümü

Hayal Albümü

4 sene önce