*Geçtiğimiz günlerde Rollo Romig imzasıyla New York Times’da yayımlanan bu yazının orijinaline şuradan ulaşabilirsiniz.
Hintli Luj sporcusu Shiva Keshavan, katıldığı ilk beş Olimpiyat müsabakasında, kiraladığı, ödünç aldığı veya parçalarını kendi birleştirdiği kızaklarla yarıştı. Rakipleri mekanikerlere, psikologlara ve sponsorlara sahipken, Keshavan’ın bir antrenörü dahi yoktu. Şimdilerde ise, son model bir kızağı var. Tarihler 8 Aralık’ı gösterdiğinde, Pyeonchang’taki Kış Olimpiyatları’nda yarışabilmek için katılması gereken Calgary’deki Dünya Kupası yarışından hemen önce, kızağının ayakları tamir edilemez bir hasara uğradı.
Son dakikada, Hırvat Lujcu Daria Obratov’dan kızağı için bir ayak ödünç aldı. Ayakların boyutu Keshavan’ın sahip olduğu kızağa kesinlikle uygun değildi. Ayakları deneyebilmek için zamanı da yoktu. Ama Keshavan için bu, oldukça ufak bir sıkıntı olarak kabul edilebilirdi. Ne dört yıl önce katıldığı bir yarışın ortasında kızağından düşmesinin yanında daha çılgın, ne de 12 yıl önce bütçe sorunları yüzünden iki sezon pistlerden uzak kalmasından daha zor… Sonrasında da Calgary’de, Olimpiyatlara katılmasına yetecek puanı yaptı. Katıldığı altıncı ve belki de son Olimpiyat’ı olacak. Ama söz konusu o olduğunda, yine hiçbir şey kesin değil.
“Kırmızı Şeytan!” diyor Keshavan, kızağını tanıtırken. Neşe saçan bir yakışıklılığı – kare şeklinde bir çene, uzun saç, kalın kaşlar – anlaşması kolay ve atik bir kişiliği var 36 yaşındaki Keshavan’ın. 11 Aralık’ta, en önemli kızak tasarımcılarından biri olan Duncan Kennedy’nin New York’taki atölye çalışmasında beraberdik. Başka bir olmazsa olmaz Dünya Kupası yarışına Kırmızı Şeytan’ın demirlerini hazırlamaları için üç günleri vardı.
Kennedy, ABD’nin en başarılı luj sporcularından biriydi. Emekli olduktan sonra, takımın koordinatörlüğünü de yaptı. Ama dört yıl önce, Soçi’deki Kış Olimpiyatları sonrasında “kötü bir boşanma” süreci ile takımla yolları ayrıldı. Kendine iş aradığı bir dönemde, Keshavan ile tanıştı ve onun antrenörlüğünü yapmaya başladı ki Keshavan’ın 18 yıllık kariyeri boyunca beraber çalıştığı ilk kişisel antrenör oldu. Ona özel tasarladığı kızak da cabası.
Calgary’deki yarışta Keshavan’ın kızağıyla alakalı yaşadığı sıkıntılar hakkında Kennedy, “Kullandığımız materyallerden bazıları dayanaklılıktan çok sürati ön planda tutuyor. Ve konu dayanaklılığa gelince bu malzemeler sınıfta kalıyor.” Fakat sonrasında, kendi de belirttiği üzere, tasarladığı kızaklardan biri Soçi’de bronz madalya kazandıracaktı.
“Hindistan” ve “luj yarışları” birçok kişi için alakasız görünebilir. Keshavan Himachal Pradesh eyaletinin kuzeyindeki bir dağ eteği kasabasında, Himalayalar’da büyüdü. İlk kayak tecrübesini, üç yaşındayken tahta kızak ayakları ile yaptığını söylüyor. Tek kişilik kızağı bile denemiş – fakat yaz zamanlarında yapmış, yokuş aşağı giden dağ yollarında tahtadan yapılmış tekerler üstünde giden bir kızak ile. (“Birçok aksilik oldu.” diyor. “En kötüsü yoldaki çukurlar.”) Aile bireyleri de onun gibi özgür ruhlu insanlar: annesi İtalyan, babası ise Hindistan’ın güneyinde kalan Kerala eyaletinden. 1970’lerde Himalayalar’daki bir dağ gezisi sırasında tanışmışlar. 1996 yılında, yani Keshavan 15 yaşına bastığında, kayak konusundaki yetenekleri biliniyordu; fakat spesifik bir hedefi olduğu söylenemezdi. Sonrasında, Avusturyalı luj şampiyonu Günther Lemmerer, Uluslararası luj Federasyonu’nun yetenek avcısı olarak Keshavan’ın okuluna gelmiş.
Tek kişilik luj, Olimpiyatlar’daki üç luj branşından birisi (yarışçının tamamen açık halde bulunduğu, yüzün yukarı baktığı ve ayakların dışarıda olduğu bir branş) . Genelde Almanya, Avusturya ve İtalya’nın domine ettiği bir alan. Ama bu spor, olimpiyatlardaki yerini koruyacaksa, daha fazla ülkeden gelecek daha fazla sporcuya ihtiyaç vardır. Bu yüzden, Lemmerer bu sporcuları, dünyanın daha sıcak yerlerinde aramaya başlar. Keshavan’ı kendi düzenlediği luj kampına katılması için çağırır. Kampın başlangıcında geçmiş Olimpiyatlar’daki luj yarışlarının ufak özetleri, sonrasında ise yaşanan büyük kazalar yayınlanır. Son olarak da Jamaikalı çifte luj takımının hikayesini anlatan 1993 yapımı “Cool Runnings” izlenir. “Bu film beni oldukça etkilemişti.” diyor Keshavan. Sonraki yıl Lemmerer onu Avusturya’ya götürür. Burada ilk müsabasına katılır. Keshavan tam zamanında ayağını kırar – ve Lemmerer’e onun bir sonraki yıl düzenlenecek Olimpiyatlarda yarışabileceğini düşündürecek kadar iyi bir zaman yapar. Ve sonrası belli: Japonya’nın Nagano kentinde düzenlenen 1998 Olimpiyatları’nda yarışan 16 yaşındaki Keshavan, luj tarihinin en genç Olimpik sporcusu olur.
Dört yıl sonra, Keshavan’a İtalya luj takımından bir teklif gelir: Dünya klası seviyesindeki tesislerde iyi antrenörlerle beraber çalışabilme fırsatı, yarış sezonu kapandığında İtalya polis departmanında bir iş ve vatandaşlık. Tek şart, İtalya bayrağı altında yarışmasıdır. Keshavan, bu teklifi kabul etmeyi aklından bile geçirmemiş: “Benim en önemli hayalim kendi ülkeme Olimpiyatları getirmek. Bu işi yapıyor olmamın tek sebebi bu.” Kış Olimpiyatları’nda henüz bir madalyası yok, hiçbir Hintli sporcunun da yok. Ama Asya kıtası için bu sporda hanedanlığını kurmuş durumda: Asya Kupası’nda kazandığı on madalya ve Asya kıtasındaki hız rekorunun (saatte 83.5 mil) sahibi. 2005’teki Asya Kupası’nda kazandığı altın madalyadan sonra Hindistan’daki evine gittiği gün için Keshavan şöyle diyor: “Sanki bütün şehir tatildeydi. Beni bütün cadde boyunca omuzlarda taşımışlar, üzerime bir sürü çiçek atmışlardı.”
Teorik olarak, Kış Olimpiyatları evrensel bir organizasyon. Fakat kış mevsimi dünyadaki ülkelerin yarısından fazlası için bir spor sezonu anlamı taşımıyor. Ve dünyadaki ülkelerin neredeyse yarısı Kış Oyunları’na hiçbir sporcu göndermemiş. Hindistan ise bu müsabakalardan sadece dokuzuna sporcu göndermiş, ki bunlardan ikisinde takımdaki tek isim Shiva Keshavan’dı.
Eğer bir kurumun desteği yoksa, “sözde” küçük ülkelerin Kış Olimpiyat sporcuları bir senenin neredeyse tamamında farklı bir iş yapmak zorunda kalıyor. Bu sene, Jamaikalı bir çift luj yarışçısı müsabakaya katılabilmeleri için gereken bütçeyi denkleştirmek için kermesler düzenleyip, yaptığı kurabiyeleri ve kekleri satıyordu. Keshavan ise yarış sezonu dışında, ailesinin işlettiği Himalayalar yakınında bulunan bir İtalyan restaurantında garson ve pizza şefi olarak çalışıyordu. Çok az sponsoru vardı. 2008’den beri Coca Cola, sezon boyunca kendi logosunun üstünde olduğu bir şişeyi taşıdığı için ona para ödüyor. Onun dışında, birçok arkadaşı gibi, internet üzerinden bağış ilanı veriyor. Bununla ilgili Keshavan, “Çok tuhaf, ama yapılması gereken bir şey.” diyor.
Hindistan Olimpiyat Komitesi’nden ne ölçüde bir destek alıyor olduğunu sorduğumda ise, gülmekten neredeyse içtiği şeyi ağzından fışkırtıyordu: “Yirmi yıl boyunca, Hindistan Olimpiyat Komitesi’nden tek bir kuruş almadım.” İki ay önce, hesabında para ve kredi kartında limit kalmamış durumdayken, hala bu sporu yapmaya devam etmesinin sebebi, Hindistan hükümetindeki spor bakanının son dakikada borcunun 8.000 dolarlık kısmını kapatmaya karar vermesi. Beş yıl boyunca destek için hükümeti sürekli olarak dilekçe yağmuruna tutmuş. “Bir keresinde, Kış Olimpiyatları’nın Yaz Olimpiyatları ile eşit olduğunu kanıtlamam için bir belge istemişlerdi” diyor Keshavan.
Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan, kişi başına düşen madalyalara baktığımızda su götürmez bir şekilde Olimpiyatların en kötü ülkesi konumunda. Hintli Olimpiyat yetkilileri ise bazen kendi sporcularını utandırma konusunda kararlı gözükebiliyor. 2014 Oyunları düzenlenmeden iki yıl önce, Hindistan Olimpiyat Komitesi, bazı yolsuzluk iddiaları kapsamında oyunlardan ihraç edilmişti. Keshavan ise açılış seremonisinde “Bağımsız Olimpiyat Katılımcı”ları arasında yerini almıştı.
“Bazen gazetelerde saçma sapan hikayeler görebiliyorsunuz, ‘genlerimiz sporcu genleri değil’ gibi.” diyor Keshavan ve ekliyor: “Aslında herhangi birinin yapabileceği bir şey. Sokaktan herhangi birini çevirsek, bence sekiz-on yıl içerisinde o kişiyi dünya klası seviyesinde bir sporcuya dönüştürebiliriz. Fakat Hindistan’da bu mentaliteye sahip değiliz. Yetkililerin bizden istediği ilk şey, en başlarda kendi imkanlarımızla bir şeyler yapmamız. Bana, “Olimpiyat madalyası kazan, sonrasında biz de destek olmaya başlayacağız.” demişlerdi. Şu anda herhangi bir yardıma ihtiyacım yok ki! Bu gerçekten süregelen bir şey: Hindistan’da herhangi bir spor dalında ilgi çekmiş insanlar maceralarına yalnız olarak başladılar.”
Amitava Kumar, Hintli bir Olimpiyat taraftarı olmanın verdiği zevk ve hayal kırıklığını güzel tasvir etmiş Hintli bir yazar. Bu yüzden Keshavan’ı ona da sordum. Kumar’ın Olimpiyatlara dair duyduğu heyecan, kısmen de olsa bir Chicago Cubs taraftarının 2016’dan önce duyduğu hislere benziyor: favori olmamanın mazoşistlik seviyesine çok yakın bir heyecan düzeyi uyandırması (Bollywood’daki spor konulu filmlerde bu duygunun maksimum derecede kullanıldığını da ekliyor) . Aynı zamanda madalya kazanamayan sporcuların bile kazandığı eşsiz başarıları fark etme isteği. Kumar, ülkesinde kendi sporuna dair tesis neredeyse bulunmamasına rağmen, Olimpiyatlardaki ilk kadın Hintli jimanistikçi olmasıyla bilinen Dipa Karmakar’dan hayranlıkla bahsediyor. Karmakar, zamanında Amerikalı olimpiyat sporcularının tehlikesinden dolayı kullanmayı reddettiği bir atlama tahtasını kullanmasıyla da biliniyordu. Sonrasında Kumar, kadınlar badminton branşında gümüş madalya kazanan P.V. Sindhu’nun performansını hatırlıyor: “Kızımın ‘baba, ben badminton oynamak istiyorum’ demesiyle alakası olmayan, olağanüstü bir performanstı. Tanrım… P.V. Sindhu’nun diğer Hintliler üzerindeki çabuk yayılan ve devrim yaratan etkisine bakın – özellikle de Hintli kadınlar üzerinde.”
Öte yandan Keshavan’ın tek başına kaldığı bu kızak macerası hakkında, biraz da etkileyici bir şekilde, “Adeta bir Don Kişot gibi. Bu faktör, onu başka fenomenlerle, Guinness Rekorlar Kitabı’na giren Hintliler ile aynı yere koyuyor.” sözlerini söylüyor. Bir motorsiklet üzerinde en fazla art arda yapılan yoga pozsiyonu sayısı, Mohandas Gandhi gibi giyinen en fazla insan sayısı, en uzun kulak kılı. Kumar, Keshavan’ın kariyerinin bu “garip rekorlar geleneği” içinde nereye gideceğini merak ediyor: “Ülke sıcaktan kavruluyor ama hayır- gitmeme ve karda bir şeyler yapmama izin verin.” Ve herkes, zamanında Jamaikalı çift kızak takımına yapılan muameleyi Keshavan’a da yaptı. Ancak kişisel olarak tanıştığınızda herhangi bir çıkıntılık veya gariplik göremezsiniz. Ülkesinin basmakalıplarına uygun olmayan bir spora aşık olması konusunda ise yapabileceği bir şey yok.
Keshavan, kendisini kanıtlayana kadar rakipleri tarafından küçümsendiğini hissetti. Bu, özellikle de “Olimpik turistler” kavramını düşündüğümüzde, aslında oldukça anlaşılabilir: örneğin, Sochi Oyunları’nda, parası olan ve rekabetçilikten uzak sporcu bir çift, sadece Olimpiyat vizesi alabilmek için küçük bir tropikal ada ülkesi olan Dominika’dan vatandaşlık almıştı. Bu tip durumlarda, diğer sporcuların size olan davranışları oldukça sert olabiliyor. Keshavan, yarışlara katıldığı ilk zamanlar için, “İnsanlar koyu tenli bir insan görmeye alışık değil. Farklı bir şey görüyorlarsa – sizi otomatik olarak ayırıyorlar.” Beyaz sporcular ona genelde “zenci” veya “Taliban” olarak seslenmiş. Keshavan bu konuyla alakalı, “Hiçbirini umursamadım. Aslında beni, kendimi kanıtlamam konusunda daha fazla çalışmaya sevk ettiğini söyleyebilirim.” diyor.
Öte yandan beyaz sporcular, bu tip yorumları umursamamak konusunda herhangi bir dayanıklılık testine tabii olmuyorlar. Amerika Birleşik Devletleri Virjin Adaları için, Alp disiplini kategorisinde Kış Olimpiyatları’na katılmış ilk kadın siyahi kayakçı olan Seba Johnson ile konuştum. Beş yaşındayken ailesiyle İsviçre’ye yaptığı bir gezi sırasında ilk kayak tecrübesini yaşamış. Johnson, “Anneme dönüp bir kayakçı olmak istediğimi söylemiştim ve dokuz yıl sonra Olimpiyatlarda, yarışın başlangıç noktasında yerimi almıştım.” Tarihler, 1988 yılını gösteriyordu ve Johnson 14 yaşındayken Olimpiyat tarihindeki en genç kayakçı olmuştu. Johnson o günler için, “Böyle bir çocuktum. Hayat doluydum ve kalbimde yer etmiş bu sporda iyi işler yapmak için çok hevesliydim.” diyor. Calgary’e vardıktan hemen sonra, Kanadalı bir polis onu kaldığı Olimpiyat köyünde ziyaret ederek Johnson’ı, ona gelen ölüm tehditleri konusunda bilgilendirdi. Polisin verdiği mektuplardan birinde ise şu sözler yer alıyordu: “Diğer zenciler ile beraber Virjin Adaları’na geri dön. Kendini küçük düşürmekten başka bir şey yapmıyorsun.”
Johnson, “Baş etmem gereken çok fazla şey vardı. Fakat olabildiğince pozitif kalmalıydım, çünkü kayakçı olmanın yüzde 98’i mental açıdan kuvvetli olmak.” diyor. Annesi, onu bu nefret söylemlerinden ne kadar korumaya çalışsa da Johnson 1992 yılında emekli olma kararı aldı. Kısmen de olsa, katıldığı ikinci ve son olimpiyat oyunları esnasında aldığı ve ağır küfürler içeren mektup bu kararında etkili olmuş. “Çok inciten, en derinime kadar işleyen” altı adet mektup hatırlıyor Johnson ve ekliyor: “Sonrasında, dünyanın dört bir yerindeki çocuklardan büyüyünce benim gibi olmak istediklerini söyledikleri mektuplar almıştım. Ama bunları bir türlü içselleştiremedim.”
Keshavan, yarıştığı kişilerin yaptığı “seslenmelerinin” bir ayrım yapmaktan çok rekabeti artırmaya yönelik olduğunu düşünüyor; fakat artık bunları duymadığını söylüyor. “Artık herkes ile arkadaş olduğumu düşünüyorum.” diye de ekliyor. Ayrıca kış sezonu içinde gittikleri küçük Alp kasabalarının her yarışçı için oldukça gergin yerler olduğunu belirtiyor. 1993 yılında, Almanya’nın Oberhof kasabasında, Keshavan’ın koçu Duncan Kennedy, Amerikalı ve siyahi olan takım arkadaşını korumaya çalışırken 15 Nazi fanatiği tarafından fena biçimde dövülmüştü. Bu tip olaylar ise nadiren masaya yatırıldı. Olimpiyatlar zorluklardan çıkmış güzel hikayeleri işlemeyi daha çok seviyor fakat Jesse Owens’ın 1936 Oyunları sırasında bu sorunun üstesinden gelmiş olması gibi, ırksal sıkıntılar halledilmiş bir durum gibi gösteriliyor.
Bir akşamın erken saatlerinde, Keshavan ile beraber Van Hoevenberg dağının yakınlarındaki 23 akrelik luj pistine gittik. Pist, dışarıdan bakıldığında bol kıvrımlı bir petrol boru hattını andırıyordu. Keshavan, ufak bir yürüyüş yaparak yapay olarak dondurulmuş pistteki yirmi adet viraja aşina hale gelmişti. Bu yirmi viraj “Şeytan’ın Yolu” olarak adlandırılmış. U dönüşü ile biten ve Labirent olarak isimlendirilen zikzaklardan oluşan bir virajlar dizisi. Halihazırda buzda yürümek bana yeterince acı ve aşağılık hissiyatı verdiği için Keshavan’a katılmayı reddettim; fakat o, koşulların mükemmel olduğunu söylemişti.
Keshavan, buzdan bir tünelin içinden sırt üstü bir şekilde geçerken düşündüğünden daha fazla şey görebileceğini söyledi. Fakat luj, görmekten ziyade hislere dayanıyor. G-kuvvetlerine alışmayı öğreniyorsunuz ve görüş sadece bir onay niteliği taşıyor. Luj, buz üstündeki en hızlı spor. Öyle ki, Olimpiyatlarda, saniyenin bindeliklerine göre zamanların gösterildiği tek branş. Fakat yaşadığınız tecrübenin güzelliği hızın göreceli bir kavram olmasıyla oldukça alakalı: pist üzerinde ilerlerken, yaptığınız şey size çok yavaş geliyor. Keshavan pist dışındayken, atacağı turları kafasında defalarca tekrar ediyor ki bunu yapmak, pist üzerindeyken gelen o yavaşlık hissini pekiştiren bir faktör. Kızağın buz üstünde ilerlerken sanki uçuyormuş gibi gözükmesinin sebebi ise aslında öyle olması: Keshavan pistin yüzde yetmişinde havada olduğunu hesaplamış.
Luj aynı zamanda en tehlikeli kış sporlarından birisi. Keshavan’ın giydiği kıyafetler ateşe dayanıklı malzemelerden yapılmış olmasına rağmen, duvara ufak bir temas olursa, vücudunda yanıklar meydana gelebiliyor. Stres kırıkları, zarar görmüş eklemler, sıkışmış omurlar ve omurgada yerinden kaymış diskler, Keshavan’ın yaşadığı sakatlıklar arasında. “Bu tip sakatlıklar yaptığım sporun bir parçası.” diyor Keshavan. Ölüm tabii ki olmamalı, ama bazen olabiliyor. 2010 Vancouver Kış Oyunları’ndaki yarıştan saatler önce, Keshavan kendi antrenman turunu tamamladığı esnada, Gürcü lujcu Nodar Kumaritashvili, pistten saatte 89 millik bir süratle dışarı çıkıp, demirden bir direğe çarparak hayatını kaybetmişti. Bunlar söz konusuyken, bir luj sporcusu için en önemli şey, rahat olması. Keshavan, “Eğer rahatsanız, tümsekleri veya buz üstündeki diğer sıkıntıları ekarte edebiliyorsunuz ve yönünüzü rahatlıkla koruyabiliyorsunuz.” şeklinde fikir belirtiyor.
Keshavan, rahatlama konusunda oldukça gelişmiş durumda. Kennedy dört sene önce onun antrenörlüğünü yapmaya başladıktan sonra, ona verdiği ilk tavsiye ayaklarının fazla rahat olmasından dolayı kızak üzerinde çok sallanması, bunun da hava akışını bozması. Fark ettiği başka bir şey ise vücudunu bükmesinden dolayı kızağının dengesinin tamamen bozulması. Keshavan kızağıyla yapmayı düşündüğü ayarlamaları Kennedy’e söylediğinde ise şu cevabı almış: “Güzel. Biz bunu 15 yıl önce yapmıştık. Doğru şekilde düşünüyorsun.” Kennedy’nin tavsiyeleri için Keshavan, “Bu tip ufak tefek şeyler aslında bu sporun temelini oluşturuyor. 16 yaşında bilmem gereken şeylerdi. Çok geç olsa da, çok fazla şey öğrenmiş oldum.” diyor.
Daha öncesinde hiç olmadığı kadar hızlı gitmeye başlamış ve bu spor için iyi durumda olmasına rağmen Keshavan, geleceğin Hintli kış sporcularını yetiştirmeye odaklanmak için emekliliği düşünüyor. “Aynı anda yarışıp, antrenman yaptırmam imkânsız. İkisini beraber yapamazsınız.” Bu aralar yeni lujcular için bir yetenek avcılığı programının başında bulunuyor. Şimdiden, iki yüze yakın Hintli çocuk luj antrenmanlarına katılmış durumda. Keshavan, “Bazen çalıştırdığım çocuklarla alakalı üzüntü duyuyorum, çünkü onların kafasına, ülkeye dair yapabilecekleri bir şey için ve sahip olabilecekleri bir hayat için fikir tohumlarını eken kişi ben oluyorum. Fakat iş gerçek bir piste gitmeye, o pistte antrenman yapmaya ve yarışmaya gelince… Bunları yapmak için herhangi bir bütçemiz yok. Artık bu sporu yayarken biraz daha dikkatli davranıyorum.” diyor.
Buluşmamızdan üç gün sonra Keshavan, Placid Gölü Dünya Kupası’nda yarıştı. Ve bir kez daha sırası gelmeden hemen önce kızağı hasar aldı. Yine bu aksiliklere rağmen, yarıştan bir şekilde puan çıkarmayı başardı. Keshavan’ın sonraki durağı ise Oberhof olacak. Bana e-mail aracılığıyla “Elimde kılcal çatlaklar var.” şeklinde bir geri dönüş yaptı; fakat bu durum onu endişelendirmemiş gibi gözüküyor. Sonrasında ise beklenmeyen iyi haberler geldi; açılış seremonisinden iki hafta önce, Hint Spor Bakanlığı Keshavan’ın Pyeongchang’a yapacağı yolculuk için bir buçuk milyon rupilik, yaklaşık 23.500 dolar, bir yardım yapacağını açıkladı. Bu para, yaptığı antrenmanlar ve seyahatler sebebiyle büyüyen borçları Kennedy’nin maaşının toplamının sadece ufak bir kısmına tekabül ediyor. Yine de Keshavan, bu işi sonuna kadar götürmeye kararlı.
Çeviri: Gökhan Önder Aksu