*Bu yazının orijinali, ilk olarak the Guardian’da yayımlandı.
Pep Guardiola’nın menajerlik başarısının arkasındaki sırları Domènec Torrent kadar iyi bilecek insan sayısı oldukça azdır. İspanyol menajerin Barcelona B, Katalan kulübünün A takımı, Bayern Münih ve son olarak Manchester City’de yardımcılığını yapan Torrent, birlikte geçen 11 yılın ardından mentorunun yanından ayrıldı ve New York City’de teknik direktörlük koltuğunu devraldı. Bu hafta Torrent, Guardiola’nın taktiksel cephanesinin içindeki yeni bir sırra işaret etti.
“Pep de tıpkı benim gibi bir müzik aşığı. Ofiste birlikte çalışırken her zaman arkada bir müzik olurdu. Rock şarkıları değil, daha sakin ve rahatlatıcı şarkılar. Mesela Sade gibi…”
Bu futbol tarihinin en az şaşırtan müziksel ifşalarından biri olabilir. Öncelikle, City’deki görevinin başına geldiğinden beri, Guardiola takımını iki defa sezon öncesi kampı için Amerika’ya götürdü. Son olarak Pazar günü Miami’de Bayern Münih’le oynadılar. Üst üste iki yaz, Guardiola takımını deyimin tam anlamıyla bir kıyıdan öbür kıyıya sürükledi. Los Angeles’tan (Geçtiğimiz yaz Real Madrid’le karşılaşmışlardı) Chicago’ya (geçen cumartesi günü Dortmund’a 1-0 mağlup oldular), oradan da Key Largo’nun kuzey ve güneyine… Bu durum Guardiola’nın, Sade’ın 1984’te yayınlanan hit parçası Smooth Operator’ı sadece dinlemekle kalmayıp şarkının sözlerini gerçeğe dönüştürmeye kendisini adadığını gösteriyor.
Guardiola, takımının sezon öncesi kampını müzik zevkine göre şekillendiren ilk menajer değil. Örneğin Aston Villa’nın 1999’daki New York ziyareti, her nasılsa takımın menajeri John Gregory’nin en sevdiği şarkıcı Bruce Springsteen’in konserine denk gelmişti.
Gregory’nin takımında ‘Patron’un müziğinden az da olsa izler bulmak mümkündü. Onun işkolikliği ve müziksel dehası, sezonu takdire şayan bir biçimde altıncı sırada tamamlayan Villa’da da hissediliyordu. Yeteneği baki olsa da yaşı ilerleyen Paul Merson koşmak için doğmamıştı. City’nin Sade’a olan borcu ise daha da derinlere iniyor ve saha içinde dahi apaçık bir şekilde görülebiliyor. Orta sahanın baklava dizilişi ve Guardiola’nın oyuncularını asgari efor ve azami keyifle tavlama şeklinde Sade’dan ilham alınmış gibi…
Meşhur senfonik peri masalı Peter ve Kurt’un bestekârı Sergey Prokofiev, her bir karakteri temsilen farklı bir enstrüman kullanmıştı. 1936’da Moskova Çocuk Tiyatrosu’nun yönetmeni olarak görevlendirilen Natalia Satz, bestekâr Prokofiev’ın kendisine dediklerini hatırlıyor: “Her bir hayvan veya kuş tek bir enstrümanla temsil edilecek. Karakterlerin şahsiyetleri farklı enstrümanların eşsiz tınılarıyla ifade edilecek ve her bir tını birer ana motif olacak.” Bu yöntem günümüzdeki futbol takımlarına uyarlanacak olursa Guardiola’nın City’si Sade’ın Smooth Operator’ının girişindeki saksafon solosuyla mükemmel bir biçimde tanıtılablir: Klas, çekici, teknik olarak kusursuz, çılgınca popüler ve akıl almaz biçimde başarılı.
[mailerlite_form form_id=2]
Sıkıcı akranlarından daha uzak bir dünyada futbolu Rock ‘n’ Roll’la özdeşleşebilecek biri var. Beşiktaş’ı çalıştırırken Slaven Bilic’e kimin müziğinin takımını en çok andırdığı soruldu. Hırvat antrenör soruyu şu şekilde cevapladı: “Bir bakalım, The Doors değil, The Beatles da olmaz, belki de Pink Floyd… Fakat hayır, takımımız onlar kadar yetenekli olsa da biz Iron Maiden’ız. Ortaya çok büyük bir enerji çıkarıyoruz ve herkes işini çok iyi yapıyor.” Ne yazık ki, tıpkı İngiliz Rock’çılar gibi Beşiktaş’ın ortaya koyduğu performans da dengesizdi ve iki sezonun ardından Beşiktaş, Bilic’le yollarını ayırdı.
City taraftarları daha önce de menajerlerinin dinlediği müziğin takımlarının oyunu üzerine etki ettiğine şahitlik etmişlerdi. 2005-2007 yılları arası takımın başındaki isim Stuart Pearce’tı. Pearce, soyunma odasında R&B’yi yasakladı ve onun yerine oyuncularındaki adrenalini yükseltmek ve onları sahada zafere giden yolda savaşmaya hazırlamak için agresif ritimleriyle ünlü Sex Pistols’ı son ses dinletmeye başladı. Onun yönetiminde sanki bir metal grubu konserinde pogo yaparken rakibin derisini yüzmek istercesine oynayan defans oyuncusu Ben Thatcher, Portsmouth’lu rakibi Pedro Mendes’e attığı acımasız dirsekle oyuncunun bayılmasına sebep oldu ve sekiz maçlık bir ceza aldı. Daha sonra Pearce, bunca sansasyonun ortasında muhtemelen tarihin en uygunsuz demeçlerinden birini vererek oyuncusuna sahip çıktı: “Thatcher son derece pişman, herkesi temin ederim ki yaşananlar, onu derinden sarstı.”
Futbolculuk kariyerinin sonlarına doğru Stuart Pearce, Newcastle’da oynuyordu ve sonraları takımın menajeri Ruud Gullit sol bek Pearce’ın müzik setinin yakınlarında dahi olmasını yasaklamak zorunda kalacaktı. Gullit oyuncunun müzik zevkini berbat buluyordu ve şunları söyledi: “Ortada bu kadar gürültü varken maça odaklanamazsınız. Maçtan önce birbirinizle, herbirinizin neler yapacağını konuşmak istemelisiniz. Önünüzdeki işe bakmanız gerekirken böyle bir seyyar teybe sahip olamazsınız. Müzik dikkatinizi dağıtır. Yani benim için olay tartışmaya kapalıydı. O makineyi dışarı attım.”
Pearce’ın yüksek tempolu punk müziklerini Newcastle’ın tatlı bir yasağına çevirmiş olabilir fakat Gullit, Guardiola’nın müzik kutusunu dışarı atmayı hayal bile edemez. Hollandalı, kendisine ilham veren ‘seksi futbol’un fon müziğini seviyor. Hatta bir keresinde bütün tatilini arabayla Portekiz’i gezerken tek bir şarkıcıyı dinleyerek geçirmiş. “Sonu gelmeyen Sade kasetlerini asla unutmayacağım; artık o en sevdiğim sanatçılardan biri.”
Guardiola’nın kariyeriyle onun arka fonunu yapan Sade’ın arasındaki benzerlik testi henüz tamamlanmış değil. Bu testin nihayete ermesi için İspanyol futbol adamının da günümüzden 30 yıl sonra dahi takdir ediliyor ve ilham veriyor olması gerekir. Fakat su götürmez bir gerçek var ki Smooth Operator’ın yeşil sahalarda vücut bulmuş hâli olan Guardiola, bunun için her şeyi yapıyor.
Çeviri: Barış Öztürk