Bu yazının orijinali Simon Kuper imzasıyla Financial Times’da yayımlanmıştır.
Normal yaşantımda, Paris’te yaşayan bir futbolcu babasıyım. Çoğu hafta sonu, erken kalkarım ve çocuklarımla beraber banliyölerdeki dondurucu spor komplekslerine gideriz.
Salon – önceden komünist akımın hüküm sürdüğü Villejuif’teki Stade Karl Marx olabilir – etrafındaki kasvetli apartmanlarla sarılı. Bizim takım ve rakip takım, neredeyse hep siyah, beyaz ve kahverengi çocuklardan oluşur. Kuralları iyi takip eden ve işi oldukça ciddiye alan koçlar, “educateurs”, taç çizgisinin gerisinden komut verirken, aileler çitin gerisinde toplanır ve onlardan sessiz olmaları istenir. İzleyeceğimiz şey, çocukların oynayacağı mükemmel bir futbol olur.
Pazar günü oynanacak Dünya Kupası Finali’nde muhtemelen sahada olacak Fransız oyuncuların yarısı, Paris veya Lyon’daki fakir banliyölerden çıkmış oyuncular. Kylian Mbappe ve Fransa orta sahasının tamamını oluşturan Paul Pogba, N’Golo Kante ve Blaise Matuidi, Paris kökenliler. Öte yandan, Samuel Umtiti ve genelde yedekten oyuna giren Nabil Fekir ve Corentin Tolisso ise Lyon bölgesinde yetişmişler.
Elbette bazı istisnalar da mevcut. Bunlardan bir tanesi, bankacı bir babanın ve kendisinin tenise yönelmesini isteyen avukat bir annenin oğlu olan, Nice’te büyümüş kaleci Hugo Lloris. Fakat genelde, bu Dünya Kupası da gösterdi ki; özellikle Paris’in merkeze uzak kalan bölgeleri dünya futbolunun en önemli yetenek havuzu konumunda.
Les Bleus dışında da bunu görebiliyoruz. Sosyolog Darko Dukic, Paris’te doğmuş ve bu turnuvada mücadele eden 15 oyuncudan sadece yedisinin Fransa kadrosunda bulunduğunu belirtiyor. Diğerleri, Senegal, Fas, Tunus ve Portekiz; bir başka deyişle göçebe ailelerinin asıl memleketleri için mücadele ettiler.
Dukic’in dikkat çektiği bir başka husus; son beş Dünya Kupası’nda Paris’te doğmuş altmış oyuncunun mücadele etmesi. Buenos Aires elli oyuncuyla bu kategoride ikinci sırada. Turnuvada mücadele etme şansı bulamayan Parisliler bile var: Leicester’dan Manchester City’e altmış milyon pound karşılığında transfer olan, Sarcelles banliyösünden çıkma Cezayirli Riyad Mahrez.
Bazıları bu futbolcuların Fransız yerine Afrikalı olduğunu dile getiriyor. Bu tip söylemlerde bulunan iki grup var; yeteneklerini kıtaya borçlu hisseden Afrikalılar ve Jean-Marie Le Pen gibi Fransız etnik milliyetçileri.
Le Pen, siyahi oyuncular hakkında şikayet ettiğinde, Fransa’ya uzun zaman hizmet etmiş siyahi savunma oyuncusu Lillian Thuram, “Kişisel olarak, ne konuştuğu hakkında bir fikrim yok. Siyahi değilim, Fransızım” şeklinde cevap vermişti.
Yine de Afrika göçmenlerinin Fransız oğullarının Afrika’da yetişenlere göre daha iyi futbolcular olduklarını görebiliyoruz. Sebebiyse, o çocukların, iyisiyle kötüsüyle, Fransa’nın bir ürünü olması.
Çoğu Fransız banliyösü, yabancıların hayal ettikleri kadar “cehennem çukuru” olmasa da, oldukça kasvetli. Paris’in zengin kısmından bir otobüs uzaklıktaki ve aynı zamanda Mbappe’nin memleketi olan Bondy, eski bir Fransız kasabasına Sovyet şehri yerleştirilmiş gibi bir yer. Eski kilise hala sağlam olsa da fast-food dükkanlarının hüküm sürmeye başladığı ve 1960’ların apartmanlarının kaybolmaya yüz tuttuğu bir yer (bu binalardan biri Mbappe’nin büyükçe bir illüstrasyonuyla kaplanmış).
Bölgenin çocukları eğlence adına çok az opsiyona sahip. Banliyöler için Pogba bana şu sözleri söylemişti: “Sadece futbol var. Okulda veya mahallede, herkes futbol oynuyor. Ve bu da insanların kendi semtlerinde hiçbir şey yapmadan oturması veya saçma şeylere bulaşmasına engel oluyor.”
Refah için çok az seçeneği bulunan ebeveynlerin hayali, çocuklarının profesyonel futbolcular olması. Gine göçmeni olan Pogba’nın babası, topları çocukları için bir kaya kadar sert olacak şekilde şişirirmiş. Sebebiyse, çocuklarının şut yeteneğini geliştirebileceğine dair inancı. Üçü de profesyonel futbolcu oldu.
Fransız sistemi, tüm bu yetenek havuzunu rafine hale getiriyor. Her banliyö yetkin antrenörlerin görev aldığı ve devletin finanse ettiği kulüplere sahip. Odak noktası, genç takımlarda maç kazanmaktan ziyade iyi futbolcular yetiştirebilmek. Mbappe, babasının da genç takımlar antrenörlüğü yaptığı AS Bondy’de, genellikle kendinden iki yaş büyük çocuklarla futbol oynadı. Kulüp, onu kendi yaş grubunda tutup daha fazla başarı kazanabilirdi; fakat bunu tercih etmediler.
En başarılı çocuklar, Fransa’nın Merkez akademisine, Clairefontaine’e gönderiliyor. Her haftasonu Paris topraklarında karış karış gezinen, Avrupa’nın büyük kulüplerinin yetenek avcıları da burada onları izleme şansı buluyor (Manchester United, parlak Mbappe’yi fark etmişti; fakat dönemin menajeri Louis van Gaal onunla sözleşme imzalamayı reddetmişti) . Aynı düzen, yarı finalde Maviler karşısında sahadan yenik ayrılan Belçika’nın kadrosundaki birçok oyuncunun doğduğu Brüksel’de de var.
Eğer Fransa; Dünya Kupası’nda mutlu sona ulaşırsa, bu Afrika için değil; Fransız sistemi için bir zafer niteliği taşıyacak.
Not: Darko Dukic’in araştırmasını buradan detaylı olarak inceleyebilirsiniz.
Çeviri: Gökhan Önder Aksu