Büyük kaleciler hakkında konuşulurken, söz bir yerde Peter Handke’nin aslında futbolla pek de ilgisi olmayan o romanına gelir. Neydi adı? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi. Yazarın derdi top olmasa da koyduğu isim futbol sohbetlerinin vazgeçilmezi hâline gelmiştir. Fakat bazen klişeler güzeldir. Claudio Taffarel ile karşılıklı oturduğumuzda aklımızda bu vardı. Bu eski klişe ve o eski fotoğraflar, o sonlar… Brezilyalı efsanenin kariyeri, finaller etrafında atılmış birkaç turdu. 2000 UEFA Kupası, 1994 Dünya Kupası, Patrick Vieira, Phillip Cocu, Roberto Baggio… Aslında bu tur bir anlamda futbolun yakın tarihi. Parçası olmak için yapmamız gereken tek şey ise romanın tersine, endişenin gerçek kaynağına; Taffarel’e kulak vermek.
O anları yeniden oynama şansınız olsa, 90’daki Arjantin maçını mı yoksa 98’deki Fransa maçını mı oynamak istersiniz?
Çok zor bir soru, düşünmem gerekiyor. 1990 ve 1998, birbirinden çok farklı iki turnuva. İtalya 90’da henüz ikinci turdaydık, final için önümüzde biraz daha yol vardı. Fransa’da ise finale kadar gelmiştik. O yüzden zorlanarak da olsa Fransa maçını tercih ederim. Kadroları da düşündüğümde, 1998’deki kadro yapımız, takımdaki o atmosfer, sekiz yıl öncekine göre daha iyiydi. Tabii ki Fransa bizden daha iyiydi ve kazandı ama öyle bir şansım olsa, o final maçını tekrar oynamayı çok isterdim.
1994 finalinde hikâye hep Baggio üzerinden yazıldı ama o maçın İtalya açısından kahramanı Baresi’ydi aslında ve o da penaltı kaçırmıştı. Hangisininki sizi daha çok şaşırttı?
Ne kadar büyük bir oyuncu olursa olsun sonuçta Baresi bir liberoydu. Baggio ise hem milli takımın hem de takımının penaltıcısıydı. O zamana kadar kupada, ligde, uluslararası turnuvalarda çok sayıda penaltı golü atmıştı. Üstelik Baresi, grup maçında sakatlanıp finale dek oynamamıştı ve Baggio muhteşem bir performansla ülkesini finale taşımıştı. Baggio’ya karşı bir kalecinin şansı, benim de ümidim çok daha azdı. Baresi’nin penaltısı o kadar büyük bir şaşkınlık yaratmadı bende, kendime daha çok güveniyordum. Baggio’nun kaçırması ise inanılmaz büyük bir sürprizdi. Top direğin üstünden uçup gitti ve hayatımızın en büyük mutluluğunu yaşadık.
1995 Copa America Finali’nde Uruguay’la oynuyorsunuz. Frikikten bir gol atıyor Uruguay, çıkması imkânsız bir top ve maç penaltılara gidiyor. Sonuçta Uruguay kazansa da bütün penaltılarda doğru köşeyi tutturuyorsunuz. Az önce bahsi geçen İtalya maçında yalnızca bir tane ters köşe var, üç penaltı kaçıyor, birini kurtarıyorsunuz. 1998’deki Hollanda maçında dörtte dört doğru köşe, iki kurtarış… 2000’de Vieira’nın üst direğe giden şutu dışındaki vuruşlarda doğru köşe… 2001’de, 4-4’lük Fenerbahçe maçında dörtte üçü doğru köşe… Gerçekten, bu nasıl oluyor?
Böyle bir istatistiği şu an öğreniyorum. Gerçekten çok iyi bir istatistikmiş. Bunun en önemli şifresi konsantrasyon. Kalecinin kesinlikle son saniyeye kadar çok iyi konsantre olması gerekiyor. Bununla birlikte rakibinizi iyi analiz etmelisiniz; rakip oyuncu topa gelirken vücudunun şekli, topla koşuş açısı, bileğini çevirmesi, ayağının ne tarafı gösterdiği gibi küçük detaylar vardır. Eğer kaleci çok iyi konsantre olup sakin kalır ve bu tip ipuçlarını iyi yakalarsa, penaltının atılacağı köşeyi keşfedebilir. Diğer yandan çok da fazla bir opsiyon yok aslında; ya üstünüze, ya sağa ya da sola vuracak. Ama kalecinin şöyle bir avantajı var; kimse ondan penaltıyı çıkarmasını beklemez. Bu yüzden baskının tamamına yakını, penaltıyı atan oyuncudadır. Ondan kesinlikle gol yapması beklenir.
Unutulmaz penaltı atışlarının kahramanı olduğunuz için, acaba futbolcu tarafında da Taffarel’e penaltı atıyor olma durumu, ekstra bir baskı yaratıyor muydu sizce?
Rakip oyuncuya böyle bir imaj yaratmış mıyımdır, bundan emin değilim. Ama genel olarak, eğer kalede iyi bir kaleci varsa, rakip oyuncu için penaltı atmak her zaman bir risktir. Evet, birçok final oynadım ve bunların çoğunda iyi kalecilerle karşılaştık. O dönemlerde bizim penaltı kullanan oyuncularımız arasında da bu tip konuşmalar olurdu. “Penaltılara kalırsa şuraya doğru vuralım, yerden sert vuralım, yukarıdan vuralım” tarzı beyin fırtınaları yaşanıyordu. Bu da bana göre futbolcu için kalecinin iyi penaltı çıkardığını bilmenin her zaman bir baskı yarattığını gösteriyor. Yerden, direğin yanına, kalecinin çıkaramayacağı yere vurmak zorunda hissedersiniz ama o da bir risktir, bu defa aut ihtimalini artırırsınız. O yüzden penaltı atmak aslında hiç de kolay bir iş değil.
UEFA Kupası Finali’nden önce, penaltılar için mutlaka özel bir hazırlık yapmışsınızdır. Aklınızda kalan ekstra bir detay var mı?
Tabii ki final öncesi dersime çalışmıştım. Sonuçta bir final, penaltılara kalma ihtimali her zaman var. Ancak o an geldiği zaman ekstra bir hazırlığım ya da sırrım yoktu. Zaten özel bir sırrım olmadığını da hiçbir penaltıyı kurtarmayarak göstermiş oldum!
Bir bölümünü alıntıladığımız bu röportajın tamamı, Socrates’in Haziran 2015 tarihli üçüncü sayısında yayınlanmıştır. Socrates’in tüm sayılarına buradan ulaşabilirsiniz.