“İnsan düşüncesinin bir anlam taşıyabilecek biricik tarihini yazmak gerekseydi, yapılacak şey, birbirini kovalayan pişmanlıkların ve güçsüzlüklerin tarihini yazmak olurdu.”
Albert Camus, Sisifos Söyleni
Fernando Alonso, 2017 Indianapolis 500 yarışının bitimine 22 tur kaldığında galibiyet şansı olan pilotlardan biriydi. Temposu iyiydi, son bölüme lastik ve yakıt saklamayı başarmıştı. Diğer Andretti pilotları gibi yarışın başından bu yana iddialıydı ve kariyerinin ilk Indy 500’ünde 27 tur lider gitmişti. McLaren’ın yeni Amerikalı CEO’su Zak Brown, Honda motorunun sorunlarından bıkan Alonso’yu memnun etmek için IndyCar’da hâlihazırda yer alan Honda’yla ve Andretti takımıyla ortaklık kurdu. Bu sayede Formula 1 takviminin en prestijli yarışını es geçen İspanyol pilot, başka bir coğrafyanın en büyük yarışına katılabildi. Alonso, 2017 Monaco Grand Prix’sini ardında bırakarak yaptığı kaçamağından mutluydu.
Indy’ye gelen çaylaklar genelde ilk turlarında beyaz çizginin iç kısmına inmezler. Alonso ise tüm dünyaya ne kadar çok yönlü bir pilot olduğunu daha ilk antrenmandan tutturduğu çizgiyle gösterdi. ABD’lilerin ilgisi, IndyCar padoğunun samimiyeti ve ulaşılabilirliği, İspanyol pilotun kaçmak istediği her şeyden tam anlamıyla kurtulabilmesini sağladı. Sonra, 21 tur kala, kaya bir kez daha tepeden yuvarlanıverdi. Alonso’nun Honda motorlu McLaren-Andretti’si dumanlar çıkararak yarışa veda etti. Sisifos, bu kez çok uzaklarda bir dağın tepesine taşıdığı kayanın, tıpkı daha öncekiler gibi inişini seyrediverdi.
İspanya, 1990’ların ortalarıyla birlikte pist yarışlarında destekleyecek birilerini aramaya başlamıştı. Bu noktada, motosiklet sürücüleri öne çıktı. MotoGP’de son birkaç sezonun galibiyet tablolarını işgal eden İspanyol bayrakları o zamanlar seyrekti. Alex Criville’nin 1999’daki 500cc şampiyonluğuyla motosiklet salgınına iyice yakalanan İspanya’nın Formula 1’de ise bir kahramanı yoktu. 1999’da ilk kez açık tekerlekli bir seride yarışan genç Fernando da otomobil sporlarının İspanya’da popüler olmadığını biliyordu.
“Ülkemin insanları motosiklet yarışlarına ve futbola tapıyordu. 1990’larda Formula 1, hatta genel olarak otomobil sporları revaçta değildi. Avrupa’daki o büyük şampiyonalardan haberdar değildim. Michael Schumacher’in kim olduğunu bile bilmiyordum, ben sadece yarışıyordum.”
İspanya ile sınırlı ufkunu Avrupa’da yarıştıkça genişleten Alonso, zamanla Michael Schumacher’in kim olduğunu öğrendi. Minardi’yle adım attığı Formula 1 gridinde Schumacher’i çok net görmesi mümkün değildi. F1 camiasının en yetenekli ve başarılı kötü adamlarından Flavio Briatore’nin kanatları altına girmesi uzun sürmedi. Briatore’nin istisnai yeteneklere karşı eğitimli bir burnu vardı. Yıllar önce Schumacher’in kokusunu alıp onu Benetton’a transfer ettiğinde de, Alonso’yu Renault’ya getirirken de doğru hamleyi yaptığını biliyordu.
Alonso, Renault ile ilk sezonunda ilk galibiyetini aldı. 2003 Macaristan Grand Prix’sini kazanarak zamanının en genç yarış kazanan pilotu oldu. Schumacher ve Ferrari’nin dominasyonu devam ederken Schumacher sonrası dönemin muhtemel şampiyonları da kendilerini göstermeye başlamışlardı. Kimi Raikkonen, Jenson Button ve Juan Pablo Montoya’nın yanında Alonso’nun adı da anılıyordu. Genç İspanyol doğru zamanda, doğru yerdeydi. Beş yıllık kırmızı krallık çöktüğünde, tahta o oturdu. Bir sezon süren Fetret Devri’nin ardından Ferrari ve Schumacher toparlandığında dahi, tahtın yeni sahibi yenilmedi. Alman efsane sezon sonunda emekli olurken bir devir resmen bitiyordu.
Ardından, Renault pilotu Fernando Alonso’nun McLaren ile anlaştığına yönelik haberler gündemi işgal etti. GP2 şampiyonu Lewis Hamilton’la tamamlanan kadronun tabii ki çok güçlü olması bekleniyordu. Belki de fazla güçlü oldular. Alonso çoğu iyi pilot gibi, yanında başka bir iyi pilot istemiyordu. Çifte dünya şampiyonu olarak geldiği McLaren’de bir çaylakla eşit statüye sahip olmayacaktı herhâlde. Fakat McLaren patronu Ron Dennis’in başka planları vardı. Britanya’nın umudu, 10 yıldır kanatları altında taşıdığı Lewis Hamilton eğer hızlı olduğunu gösterirse en az Fernando Alonso kadar değerli olmalıydı. Klasik bir Ferrari-McLaren düellosuna dönüşen sezonda ipler o yılın Macaristan Grand Prix’sinde koptu. Sıralama turlarındaki son turlar öncesi takım arkadaşı Hamilton’ı pitte bekleterek onun süre dolmadan yeni tura başlamasına izin vermeyen Alonso’ya beş sıra grid cezası verildi, McLaren’in de o yarışta aldığı takımlar şampiyonası puanları geçersiz sayıldı.
Macaristan’da yaşananların ardından büyük bir skandal patlak verdi. McLaren’ın şef tasarımcısı Mike Coughlan’ın, Ferrari şef mekanikeri Nigel Stepney’den gizli bilgiler aldığı ortaya çıktı. Fernando Alonso’nun bu belgelerden daha sonra haberi oluyordu ve soruşturma raporunda belgeler hakkında McLaren test pilotu Pedro de la Rosa ile şaşkınlıklarını içeren e-mail alışverişinde bulunduğu görülüyordu. Her ne kadar Ron Dennis bir anlık sinirle söylenmiş bir söz olarak değerlendirse de Alonso, Macaristan Grand Prix’si hafta sonunda takımını FIA’ya şikayette bulunmakla tehdit etmişti. Sonunda McLaren 100 milyon dolar cezaya çarptırıldı. Hamilton ve Alonso sezonun son yarışında şampiyonluğu Ferrari pilotu Kimi Raikkonen’e kaptırdı. Sonraki sezon için Alonso’ya teklif götüren takımlar arasında Red Bull da vardı. Felaket bir yılın ardından, Fernando Alonso eski evine, Renault’ya döndü.
Alonso’yu karşılayan Renault eski hâlinden uzaktı. Ferrari ve McLaren şampiyonluk için mücadele ederken ve BMW Sauber gibi yeni bir güç ortaya çıkmışken Alonso’nun burada da çok uzun kalmayacağı tahmin edilebiliyordu. Sözleşmesine göre, o sezon yarış kazanmadığı takdirde İspanyol pilot serbest kalabilecekti. Flavio Briatore, sezonun yarısı geride kaldığında yarış kazanamayan Alonso’yu elinden kaçırmayı göze alamazdı. İkinci pilotu Nelson Piquet Jr.’a Singapur Grand Prix’sinde reddedemeyeceği bir teklifle geldi: Alonso pite girdikten hemen sonra duvara çarpacak ve güvenlik aracını piste çıkaracaktı. Böylece Alonso yarışı kazanacak, Piquet Jr. da kariyerine devam edebilecekti. Bir yıl sonra Singapur Grand Prix’si öncesi skandal açığa çıktı ve Fernando Alonso hariç herkes süreçten zarar gördü. Tıpkı casusluk skandalında olduğu gibi, Alonso’nun olaylarla direkt bağlantısı yoktu, hatta kaza skandalından haberi dahi olmadığı kararına varıldı. İspanyol pilotun ikinci Renault macerası sona erdi. Yeni rotanın rengi kırmızıydı.
Formula 1 dünyası Brawn GP’nin şampiyonluğuyla noktalanan sezonun şokunu atmaya çalışırken, zirve mücadelesi veren bir Ferrari görmek herkesi rahatlatıyordu. Red Bull pilotları Mark Webber ve Sebastian Vettel’in altlarında yılın en iyi aracı vardı. Yarıştığı her otomobilin limitlerini bulabilen Alonso, sezonun son yarışı gelip çattığında şampiyonluğa dört puan yaklaşabildi. 40 tur boyunca Vitaly Petrov’un Renault’sunu geçemeyip yedinci sırada bitirdiği yarışı Sebastian Vettel kazandı ve şampiyon oldu. Bir yıl sonra Vettel sezonu domine ederken Alonso tek galibiyetle yetindi.
Pastor Maldonado’nun yarış kazandığı, ilk yedi yarışın tamamında farklı birer galip gördüğümüz acayip 2012 sezonunda ise Fernando Alonso son yarışa şampiyonluk umuduyla geldi. İlk turun yarısı henüz tamamlanmamışken Sebastian Vettel’in ters yönde hareketsiz duran aracı ekranlara geliyordu. Alonso’nun ikinci olduğu yarışta mucizevi bir şekilde yarışa devam edebilen Vettel, altıncı olarak kariyerinin üçüncü şampiyonluğunu elde etti. Aracından indikten sonra olanları sindirmeye çalışan Alonso’nun binlerce kilometre öteye giden donuk bakışlarını ise kimse unutmadı.
Ferrari’deki iki başarıdan uzak sezon sonrası Alonso, McLaren-Honda’ya yollandı. Yerine Sebastian Vettel geldi. Ferrari, Vettel ile üç yarış kazandı. Alonso iki kez puan alabildi. İspanyol isim, görece daha başarılı geçen 2016 sezonunu 10. sırada bitirdi. Üçüncü şampiyonluğu için aradığı yer, McLaren olmayabilirdi.
“Formula 1 kariyerimde geçirdiğim tek bir günü bile değiştirmek istemezdim. Geriye dönüp baktığınızda daha iyi kararlar, daha iyi hamleler görebilirsiniz tabii ki. Ama geçtiğim o yolları değiştirirsem bugün olduğum insan olamam. Verdiğim kararlar kişiliğimin ve hayatımın birer yansıması. Her zaman geçmişteki ve şu anki hâlinize bakarsınız. Ben bugünkü durumumdan mutluyum.”
Nisan 2016’da AS gazetesine verdiği röportajda bunları söyleyen Fernando Alonso, 2005’te F1 Racing dergisinin ‘Yılın Adamı’ seçtiği Fernando Alonso’yla aynı insan. F1 Racing’e etrafındaki her şeyin geçici olduğundan bahseden o dönemin çiçeği burnunda şampiyonu, bugünlerde başka tür bir bilgeliğe erişmiş durumda.
Ne yaparsa yapsın, sonunda yarış dışı kaldığı 2017 sezonu ise kara mizahın dozunun en çok arttığı sezon. Her yarışta değil, neredeyse her seansta motor problemi yaşayan McLaren-Honda’ların kabusu, doğru düzgün piste çıkamadıkları sezon öncesi testlerden beri daha kötü bir hâl alarak büyüyor.
Fernando Alonso’nun inatla elinden geleni yapması ise içinde bulunduğu duruma razı gelmemesinden. O, yaşadıklarını kabullenerek geri adım atan bir karaktere sahip değil. Yıllar boyu Formula 1’de sevilmesinin ya da nefret edilmesinin sebebi de bu güçlü karakteri zaten.
Motor sporlarının Sisifos’u Alonso, kendi dağının tepesine taşıdığı kaya yuvarlanarak aşağıya indiğinde şaşırmıyor, üzülmüyor, gücenmiyor. Bir kez daha yola düşmeden önce, kayanın bir gün zirvede kalacağını umuyor belki de…
Indy 500’de Honda motoru taşıyan McLaren’ı motor arızasıyla yarış dışı kaldığında da kimse şaşırmadı. Alonso, bu istikrarlı mağlubiyetlerin sonuncusunda da orada yarışmış olmayı bile özel gördüğünü anlattı. Çünkü Albert Camus’nün söylediği gibi: “Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insanın yüreğini doldurmaya yeter.”
Bu yüzden, Alonso’nun mutlu olduğunu düşünmek gerekiyor.
*Bu yazı, Socrates’in Temmuz 2017 tarihli 28’inci sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.