*Portekizce’de ‘yük’.
Portekiz futbolu dendiğinde aklınıza estetik çalımlar, zarif bilekler ve ayağın dışıyla açılan ortalar gelebilir. 90’lı yılların başından itibaren futbol dünyasına sayısız yetenek kazandıran bu ekol, ürettiği kanat ve orta saha oyuncularıyla nam salsa da Portekiz’i tüm dünyaya tanıtan özel yetenek, bir santrfor olan Eusebio’ydu.
Tarihinde ilk defa 1966’da Dünya Kupası’na katılma başarısı gösteren Portekiz’i sırtında taşıyan Eusebio, üçüncü Portekiz’in en özel, turnuvanın da en golcü oyuncusuydu. Eusebio’yu biricik kılan özelliklerinin Portekiz altyapısına da etki etmesi beklendi. Fakat ‘Kara Panter’in gölgesine sayısız tohum ekilse de hiçbirini yeşertemedi Portekiz. Çabaladılar, uğraştılar ama olmadı. Pauleta ve Nuno Gomes, Portekiz’in santrfor kuraklığında filizlenseler de Eusebio’ya kıyasla birer polen tanesi kadar küçük gözüktüler.
Ancak zaman ilerliyor, nesiller değişiyor. Eusebio heybetinden bir şey kaybetmese de artık siluetinden kopyalar üretmeye çalışmak kabak tadı veriyor. Eusebio türünün tek örneğiydi ve onun klonlarının üretildiği bir altyapı inşa etmek bir ütopyaydı. Çünkü Eusebio aslen Mozambikliydi. Afrikalıların hızlı ve güçlü fiziksel yapısıyla Portekiz naifliği birleştiğinde ortaya bu karışım çıkmıştı. Bu tarifi olmayan iksiri tekrar etmeye çalışmaksa zifiri karanlık bir laboratuvarda tüpleri karıştırmaya benziyordu. Bu laboratuvarda üretilen santrforlar; Helder Postiga, Orlando Sa, Luis Boa Morte, Nelson Oliviera ve Eder olunca, “Bu bir tatbikat değildir” anonsları arasında alevler içerisindeki laboratuvar terk edildi. Ancak kaderin bir oyunu mudur bilinmez, dışarı çıktıkları ilk anda bir fidan gördüler, şaşırdılar. Büyümekte olan bu filiz Eusebio’ya hiç benzemiyordu. Onun kadar güçlü ve hızlı değildi. Fakat onun gibi bolca gol atıyor ve yaptığı asistlerle izleyenlere ziyafet sunuyordu. Bu fidanı el üstünde tuttular, onun suyunu ve güneşi hiç esirgemediler. Zira fidanın budaklanacak dallarından birinde çiçek açabilir ve üzerinde “Dünya Kupası Şampiyonu” yazabilir diye hayaller kurdular. Ve 22 milyon Euro’ya Milan’a satılmadan önce de adını Andre Silva koydular.
Milan’da göreve gelen başkanların dünyaca ünlü bir forvet transferiyle gövde gösterisi yapması bir gelenektir. Paolo Rossi, Jose Altafini, Angelo Sormani gibi isimler başkanların taraftara karşı kalkanları olmuş ancak Silvio Berlusconi döneminde bu bir seviye ileri taşınmış. Berlusconi’nin kulüp ve politik seçimler öncesinde ve sonrasında yaptığı Marco van Basten, Ruud Gullit gibi süper yıldız transferleri de futbolda politikanın nasıl kullanılabileceğini gözler önüne sermiş. 1999 yılında, bir önceki sene Şampiyonlar Ligi’nde yarı final oynayan Dinamo Kiev’in parlayan yıldızı Andriy Shevchenko’ya kırmızı-siyahlı formayı giydiren efsane başkan, 2003 yılında da Kaka’yı transfer ederek koltuğunu 2006 yılına kadar garantiye almış.
Her ne kadar Milan kulübü geçen sene el değiştirip Çinli bir iş adamına satılsa da taraftarın alışkanlıkları ve istekleri değişmedi. Elini hangi taşın altına soktuğunun bilincinde olan yeni başkan Li Yonghong, geldiği gibi uçakları teker teker Milano Havaalanı’na indirdi. Şüphesiz 2017 yazının en sürpriz ve sansasyonel transferi, Juventus’tan bonservisiyle birlikte alınan Leonardo Bonucci’ydi. Ardından Hakan Çalhanoğlu, Andrea Conti, Mateo Musaccio, Ricardo Rodriguez, Lucas Biglia ve Andre Silva gelse de taraftarın homurdanmaları son bulmadı. Milano, dünyaca ünlü forvetini istiyordu.
Yeni başkan isterse Marslı olsundu, Milan geleneği -ne olursa olsun- devam etmeliydi.
Dedikodular arasında Andrea Belotti ve Alvaro Morata gibi ağız sulandıran isimler vardı. Chelsea, Morata için 90 milyon Euro’yu gözden çıkartınca, taraftarlar da her gece Belotti’nin Milan formasını giydiği güne uyanmak için başlarını yastığa koydu. Ancak o sabaha güneş hiç doğmadı. Torino, Milan’ın tüm ısrarlarına rağmen Belotti’yi bırakmadı. Ve Milan, taraftarının ağzına biraz bal çalmak amacıyla transfer döneminin sonlarında Fiorentina’dan Nikola Kalinic’i kiraladı.
Kalinic, üst seviye bir santrfor olmasa da kaliteli bir golcüydü ve Serie A’yı tanıyordu. Ancak taraftarlar bozuk atmaya devam ediyordu. İstedikleri olmamış, gelenekleri sanki hiçe sayılmıştı. Ve bildikleri de bir şey vardı; Andre Silva, Vincenzo Montella’nın gözdesiydi ve 22 yaşındaki Portekizlinin sezona yedek kulübesinde başlamasına karşın böyle devam etmeyeceğini öngörmüşlerdi. San Siro hoparlörlerinden “ANDRE SILVA” adı okunduğundaysa “Montella, umarım bu çocukta bizim göremediğimiz şeyler görüyorsundur” diyerek içlerinden söylenmişlerdi.
Andre Silva, son 20 yılda yetişen diğer Portekizli forvetler gibi çevik ve ön taraftaki etkisiyle rakip savunmaları rahatsız ediyor, yoruyor. Ancak onu akranlarından ayıran ve Portekiz için biricik kılan özellikleri; golcü içgüdüsünün yanı sıra, 10 numara geçmişinden dolayı üst düzey bir top tekniği ve oyun görüşü. Ceza sahası içinde öldürücü son dokunuşlara sahip Silva’nın bir diğer artısı da son dakikalarda dahi koruduğu soğukkanlılığı.
Porto altyapısına 15 yaşında, 500 bin Euro karşılığında katılan Andre Silva, forvet arkası pozisyonunda yaptığı asistlerle kısa sürede ‘Deco’ lakabını aldı. Fakat tam bu lakap üzerine oturmaya başlarken uzun boyunun da etkisiyle santrfor pozisyonunda denendi. Ve alınan sonuç çöpe atılamayacak cinsten olunca klasik bir 9 numaraya evrildi. Portekiz U19, U20 ve U21 takımlarda 37 maçta 28 gole imza atan Silva, Porto’nun A takımına 2015-16 sezonunda yükseldi ancak forma aslanın ağızındaydı. 2016 Avrupa Şampiyonası’na gidecek milli takım kadrosuna girmek için önce Vincent Aboubakar’ı sollaması gerekiyordu. Ancak ne Porto ne de Silva henüz buna hazır değildi.
Portekiz’in 2016 Avrupa Şampiyonluğu sonrasında ülkede bayram havası esse de Portekiz teknik ekibinin aklı başka bir yerdeydi: Cristiano Ronaldo’nun belki de form ve fizik olarak üst seviyede geçirebileceği son turnuva olan 2018 Dünya Kupası’nda… Euro 2016’da oynanan futboldan tatmin olmasalar da kupaya uzanmayı başarmışlardı. Ancak Dünya Kupası farklı bir tiyatro sahnesiydi ve masalsı sona ulaşmak için dünyanın en iyi oyuncusunun etrafına, onun yanında sırıtmayacak oyuncular gerekiyordu. Zira forvet bölgesinde Ronaldo’yu Macbeth gibi yalnızlığına terk ettiğinizde, oyunun içerisine giremeyen her yetenekli Portekizli gibi Ronaldo da sinirlenebiliyor ve İzlanda ile berabere kaldıkları maçın sonrasında olduğu gibi “Onlar için şanslı bir geceydi. Tek yapabildikleri savunma, savunma, savunma!” tarzı açıklamalar yapabiliyordu.
Aboubakar’ın arkasında geçirdiği sezonda sadece 14 maça çıkabilen ve 3 gol-1 asist üretebilen Andre Silva, teknik ekibe yeterince olumlu sinyal vermiş olmalı ki Porto Aboubakar’ı Beşiktaş’a kiraladı ve formayı da Andre Silva’nın sırtına geçirdi. Silva’nın yapması gerekten tek şeyse eline geçen bu şansı değerlendirip 2017 Konfederasyonlar Kupası’nda Fernando Santos’un ilk 11’ine girmekti. 39 maçta ilk 11’de sahaya çıkan Silva, 43 maçta 20 gole ve 7 asiste imza attı. Konfederasyonlar Kupası’ndaysa beş maçta ağları sadece bir kez sarsmasına rağmen, Ronaldo ile zaman zaman gösterdiği uyum Portekiz’in umutlarını arşa çıkardı. Fakat 2017 yılının son beş ayı, Andre Silva için hiç de kolay geçmeyecekti.
Montella komutası altındaki Milan sezona galibiyetlerle başlasa da Roma, Inter ve Genoa maçlarında sergilenen vasat futbolun esintileri ilerleyen dönemlerde de kaybolmadı. Milan zorunlu olarak strateji değiştirdi ve takımın başına eski efsane oyuncusu Gennaro Gattuso’yu getirdi. Montella dönemi boyunca Serie A’da fileleri havalandıramayan Silva, Gattuso’nun gelişiyle birlikte ilk 11’deki yerini de kaybetti. Maça sonradan dahil olan Portekizli, maçların gidiş hattına etki edemiyor ve varlığını da yavaş yavaş unutturuyordu. Avrupa Ligi grup maçlarında 7 gol atması hiçbir şeyi değiştirmedi. Avrupa Ligi, Şampiyonlar Ligi değildi ve taraftarların o arenada sergilenen performanslara karnı toktu, keza Gattuso’nun… Rijeka’ya 2-0 kaybedilen maçın sonunda Gattuso, Andre Silva hakkındaki soruya “O, takımın içindeki bir yabancı gibi. Eğer Milan formasını terletiyorsanız, o formaya saygı göstermek zorundasınız” cevabını veriyor ve Portekizli genç oyuncuyu silkelemek için artık medyaya kaçamak demeçler vermiyordu.
Ancak Portekiz kadar Milan’ın da Andre Silva’nın başarılı olmasına ihtiyacı var. Kulübün bu çalkantılı denizde kendine yön gösterecek kuzey yıldızını bulması gerekiyor, genç Portekizliden de sırtına 9 numarayı geçirdiği günden bu yana kulübün geleceğine ışık tutması bekleniyor… Fakat kimilerine göre, Andre Silva’nın yıldızının parlayamamasının tek sebebi o prestijli 9 numara. Hangi Milan taraftarı Mark Hateley’nin Inter’e attığı o golü ya da van Basten’in şapkadan tavşan çıkarmalarını unutabilir ki? Filippo Inzaghi’nin her defasında doğru zamanda doğru yerde olmasını ha keza… Bu efsane isimler, kırmızı-siyah formanın arkasındaki beyaz 9’la beraber taraftarların hafızlarına birer siluet olarak kazınmış. Ve 9 numarayı da kim giyerse giysin, tek görevi var; San Siro çimlerine tarih yazanların siluetlerini doldurmak.
Milan, tarihi boyunca santrforların ve antrenörlerin iz bıraktığı bir kulüp olmuştur. Kulübün son yıllarda bu iki alanda yaşadığı istikrarsızlık, asık suratlı Milan taraftarıyla karşılaşmamızdaki en büyük neden. Sabretmekten bıktıkları gibi, olumlu hadiselere de aldırmıyorlar. Andre Silva’nın Genoa deplasmanında 90+5’te attığı harika kafa golüne bile sevinemiyorlar. Hayal kırıklığıyla “22 Milyon Euro ödediğimiz oyuncu ilk golünü 27. haftada atıyorsa açıkçası pek de umurumuzda olmaz” diyorlar. Haklılar da… Fakat Gattuso, takımı ve Silva’yı daha yakından tanımaya başladıkça, genç Portekizliden saçılan ışıkların da farkına varıyor. 2-1 kazandıkları Lazio maçı sonrasında, uzun süredir eleştirdiği oyuncusunu “Gene mi Silva sorusu? Onu rahat bırakın. Lazio’nun en çok baskı yaptığı dakikalarda oyuna van Basten bile girse zorlanırdı. Silva’nın çalışmasından ve performansından memnunum. Ondaki ışığı yavaş yavaş görmeye başlıyoruz fakat henüz o ışık yeterince güçlü değil” açıklamasıyla oyuncusunu bir baba gibi kanatlarının altına alıyor. Ancak Andre Silva ve van Basten isimlerinin yan yana gazete manşetlerinde yer alması, Silva’nın üzerindeki yükü daha da ağırlaştırıyor. Milan’a gönül vermiş, San Siro’nun gediklilerinden arkadaşım Antonio ise Andre Silva’nın tüm bunlara kendisinin sebep olduğunu savunuyor. “Bunu kendi istedi. Geldiği gibi 9 numaralı formayı sırtına geçirdi. 11 veya başka bir numara seçebilirdi. Eğer seçseydi ona bakışımız ve beklentilerimiz çok daha farklı olurdu ve alışma sürecini çok daha kolay geçirebilirdi.”
Dünyada iki türlü sportif yapı var. Zamanını geleceğe yön vermek için harcayanlar ve parasıyla geçmişi yeniden yaratmak isteyenler. Andre Silva ise iki olgunun arasında kalmış, karanlıkta saklanıyor. Bir yandan San Siro’da dolaşan hayaletlerin yerini almaya çalışıyor, diğer yandan da Portekiz’in geleceği olmaya çabalıyor.
Milan formasını giydiği andan itibaren bir fırtınanın içinde savrulan Andre Silva, potansiyeli dikkate alındığında olması gerektiği yerden çok uzakta. İtalyanlar, geçmiş tecrübelerinden dolayı karamsar olsalar da Portekizliler yapıları gereği her zaman hayalperesttirler. 2018 Dünya Kupası’nın Andre Silva’nın kariyerinde bir dönüm noktası olacağı kesin. Gösterdiği performansla ya İtalyanları at gözlüklerini çıkarmaya zorlayacak ya da Portekizlilerin pembe gözlüklerini çöpe attıracak. Sonuç ne olursa olsun, geriye dönüp baktığımız zaman Andre Silva’yı Andre Silva yapan o yegâne şeyin, omuzlarına bindirilen o ‘yük’ olduğunu fark edeceğiz.