*Huthyfa Zahra’nın Türkiye’den sınırdışı edildiğini üzülerek öğrenmiş bulunmaktayız. Iraklı sanatçıya çizimlerini satın alarak destek olabilirsiniz. Futbol yazarı Simon Kuper aracılığıyla bu çizimleri temin etmek mümkün.
Huthyfa needs money to resettle his family in Iraq. To buy any of his drawings (some below) please DM me for contact pic.twitter.com/Tfe56hn93C
— Simon Kuper (@KuperSimon) December 8, 2015
Huthyfa Zahra, Iraklı bir sanatçı. Abu Dabi’de futbol temalı ‘pop-art’ eserleri üretiyor. Çocukluğunu, “90’larda, savaş sırasında üstümüzde bomba taşıyan uçaklar gezerken bile sokakta futbol oynardık. Yapacak başka bir şeyimiz yoktu ki” diyerek anlatıyor.
Simon Kuper, Why England Lose
Usta yazar ve gazeteci Simon Kuper’in onun hakkında yazdığı satırlarda Huthyfa Zahra’yı tanımlayan üç kavramdan ikisi var; ‘futbol aşığı’ ve ‘sanatçı.’ Diğeri ise hikâyesinden öğreneceğimiz üzere, ‘baba.’ Hem de iyi bir baba. Yolu bir süre önce İstanbul’a düşmüş. Aslında İstanbul’a sürülmüş. Peki neden? Bunu anlamak için hikâyesini başından itibaren bilmek gerekiyordu. Biz de kendisinden dinlemek için bir araya geldik.
Anlaştığımız saatte anlaştığmız yerde değildi. Aradım, aksanlı ama düzgün İngilizcesiyle açtı telefonu. “Kusura bakmayın İstanbul’da yeni sayılırım da.” diyerek özür diledi. Büyük bir mağazayı seçip önünde buluştuk. Sohbet etmek için oturacağımız yere giderken “Burası Şişli’ye mi bağlı?” diye sordu. En başta merak sansam da sonradan ev aradığını öğrenecektim. Şu anda kaldığı yerden hiç memnun değilmiş. “Çocuklarım daha rahat dışarı çıkabileceği bir yerde olmak istiyorum.” diye sebebini açıkladı.
Oturup Orta Doğu insanının ortak tutkusu olan çaylarımızı beklerken bizim için yaptığı bir Socrates illüstrasyonunu uzattı, “Kusura bakmayın vaktim azdı. Şey… Bilirsiniz, çoğu ekipmanımı geride bırakmak zorunda kaldım da…” açıklamasını yaparak. Ardından neden çoğu ekipmanını geride bırakmak zorunda kaldığını anlatmaya en başından başladı. İçine düştüğü durumu kabullenemiyor ve paylaşmak istiyordu.
Irak’ta ekonomik olarak ortalama üzeri bir ailenin en küçük çocuğu olarak başlamış hayatı. Simon Kuper’in de girişteki satırlarda söylediği gibi bombaların altında futbol oynuyormuş kardeşleriyle beraber. Altı kardeşlermiş ve futbol sahasında yüksek bir uyuma sahiplermiş. “Birimiz sağ birimiz sol ayaklıydık. Çok iyi bir kafacımız da vardı. Orta sahadaki kardeşlerim ise iyi top çalıp pas yapardı. Yani kimse bizle oynamak istemezdi ya da aynı takımda olmamızı…”
Çocukluğunda beri çiziyormuş da. Hayatı çizmek ve futbol oynamak arasında gidip gelirken bir noktada iki tutkusundan birini profesyonel olarak devam ettirme kararı almış. Bu kararı almasındaki sebepleri “Burada politikaya dönmemiz gerekiyor. Hükümetin futbolda hep eli vardı ve ben bunun bir parçası olmak istemedim. Futbolu oyun dışındaki kurallar ve zincirlerle oynayamam. Tutkumu sınırlar olmadan yaşamak istiyorum” cümleleriyle açıklıyor.
Bu kararı doğrultusunda üniversitede güzel sanatlar okumuş. Yüksek lisansını da Sümer sanatı ve modern sanat üstüne yapmış. İki tutkusunu bir araya getirmeye de hiç ara vermemiş. “1998’de, mezun olduğumda ilk sergimi açtım. Aklımdaki şey futboldu ve bu Ortadoğu’daki sadece futbola ilgili ilk sergiydi.” Kendisini ‘futbol sanatçısı’ olarak tanımlıyor ve bunu yapan ilk sanatçılardan. Alanının ve kendisinin bu alandaki gelişimini ise “7-8 yıl önce futbolla ilgili çok fazla sanat eseri bulamıyordunuz ama gittikçe artıyor. Tabii ki benim sayemde demiyorum, bu zaten beklendik bir şey. Ben ilk sergimi açtığımda medyada veya herhangi başka bir yerde yaptıklarımla ilgili hiçbir şey bulamazdınız. Ancak bir yıl kadar sonra National Geographic’te işimle ilgili 3-4 satır yayımlandı. Daha sonra ise Time Out dergisinde işimle ilgili 3 makale yer aldı.” cümleleriyle özetliyor. Huthyfa, aynı zamanda her Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası ile ilgili özel bir sergi yapmaya da çabalamış ve çabalamaya devam etmek istiyor.
Buralarda bir yerlerde ileride beraber 3 çocuk yetiştirecekleri kadınla tanışması gerektiğini düşünerek evliliğiyle ilgili bir şeyler öğrenmek istiyorum. Yüzündeki çöküntü gidiyor ve gözlerine tekrar bir ışık yerleşiyor: “O, ilk sergimi açtığım galerinin menajeriydi. Orada tanıştık. Nişanlandık ama evlenemedik. Ürdün’den çalışmak için bir davet almıştım. Eğer evlenseydik onun ülkeden çıkmasına izin vermezlerdi, beni geri dönmek zorunda bırakmak için. Perşembe günü diplomamı aldım, cuma günü ülkeyi terk ettik ve Ürdün’de evlendik. Çok basit bir şeydi; ama çok güzeldi.”
Eşiyle beraber ülkeyi terk etmesinin sebebini ise şöyle açıklıyor: “Orduya katılmak istemiyordum, buna karşıyım ve o dönemler ülkemin hâli de ortadaydı. Sadece barış içinde yaşayacak bir yer arıyordum, hâlâ arıyorum. Ürdün’de dört yıl sanat yönetmeni ve tasarımcı olarak çalıştım ve sonra Birleşik Arap Emirlikleri’ne gittim.”
Geçen ay sınır dışı edilene kadar 12 yıl Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşamış Huthyfa. Oradaki hayatından bahsederken basit cümleler kuruyor: “Bir evim ve arabam vardı. Mutluydum. Arkadaşlarım vardı.” Her şey güzel giderken kader durmayıp ağlarını örmüş. Ortaya çıkarmak için yıllarını verdiği en güzel tablosunu mahvetmek için kısa bir görüşme yetmiş, “Bir telefon geldi, burada bir yıl yasaklısın ve ülkeyi 20 gün içinde terk etmen gerekiyor.” Bu kötü haber yetmediği gibi telefonlar da devam etmiş, “Bazen gece 11’de telefon geliyordu ve ‘Hâlâ gitmedin mi?’ diye soruyorlardı. Onlara gidecek bir yerim olmadığını belirttiğimde ise ‘Irak’a veya başka bir yere git, umrumuzda değil’ diyorlardı.” 12 yıl boyunca huzur içinde ve hiçbir probleme karışmadan sürdürdüğü hayatı böylece bir anda alt üst olmuş Iraklı sanatçının. Sadece kendi hayatı değil aynı zamanda karısı ve üç çocuğunun da hayatı…
Büyüğü 15 ve küçüğü 8 yaşında toplam 3 çocuğu var Huthyfa’nın. Çocukları ise durumu hala anlayamamış ve kabullenmemiş. Onların halinden bahsederken yüzü iyice düşüyor, “Çok kızgınlar, hayatlarını ve sahip oldukları her şeyi geride bırakmak zorunda kaldılar. Özellikle küçük olan, 8 yaşındaki gerçekten çok öfkeli. Orada yeni bir bisiklet alacaktı ve…” diyor ve kafasını çeviriyor. Tekrar göz teması kurmaya çalışıyor ama arada gözyaşları var. Kendine gelemiyor. Ufak bir ara verme teklifimizi ise sözcüklerle değil ancak belli belirsiz bir baş hareketiyle kabul edebiliyor. Fazlasına yetecek gücü yok artık. Başlarına gelenden sonra belki de ilk kez çocuklarından ayrı ve ilk kez ağlarken birinden saklanması gerekmiyor. Sadece etrafa bakıyor, duvarlara ve tavana… Birkaç derin nefes ve yanaklarından süzülen birkaç damlanın ardından yüzüne zoraki bir gülümseme oturtuyor. Sonra “Haydi! Devam edelim” dercesine zoraki gülüşünü büyütüyor.
Kendini biraz topladıktan sonra biraz da futboldan bahsediyor, “Yüzler, portreler, duygular ve tüm o kaslar beni çok etkilemiyor. Ben futboldaki sihrin peşindeyim. Birkaç Maradona işim var. Beckenbauer var. Bunları yaparken tabii ki keyif aldım ama asıl peşinde olduğum, büyülü anlar. Oyun dışı unsurlar, stadyum veya seyirciler de değil. Messi’nin portresini çizmek yerine bir 3. Lig maçındaki inanılmaz hareketi çizmeyi tercih ederim.”
Hayatı boyunca güzellik ve huzurlu bir hayatın peşinde olan Huthyfa artık İstanbul’da ve kendine bir iş, bir de ev arıyor. Irak’a dönmek istememe sebebi çocuklarını daha güvende yetiştirme arzusu. “Serbest bir iş veya herhangi bir şey fark etmez. Sadece işler yoluna girsin istiyorum…”