(…) Çok net bir şey sorabilir miyim o zaman, futbolu da bıraktığınıza göre, hangi takımlısınız?
Ben en fazla bana saygıyı ve sevgiyi gösteren takımın taraftarıyım. Herhangi bir kulüpte yokum şu an.
Galatasaraylıyım diyemiyor musunuz?
Ben Galatasaraylıyım derim. Niye diyemeyeyim ki? Ben Beşiktaşlıyım da derim, Fenerliyim de derim. Diyebilirsiniz ama profesyonellik anlamında baktığınız zaman hizmet ettiğiniz kulüpte iyi hizmet ettiğiniz zaman anılıyorsunuz değil mi? Blackburn’e de ben hizmet ettiğimde insanlar benim maskelerimi, Türk bayraklarını suratlarına taktılar. Blackburn’lü müyüm?
Galatasaraylıyım demiyorsunuz çünkü profesyonel hayatınız devam ediyor bir şekilde. Teknik direktörlük kariyeriniz de devam ediyor.
Antrenörlük yapacağız şimdi! İnsanların bakış açısı çok farklı. İnsanlar çocuklarına belki de isimlerini veriyor. Bu doğaldır. Bununla karşılaşıyoruz. Ben Galatasaraylıyım da demiyorum ki. Bugün baktığınızda bir insan Manchester United’dan Real Madrid’e gidiyor, Chelsea’den Manchester City’ye gidebiliyor. Ben de Galatasaray’da senelerce oynadım. Galatasaraylılık tabii ki var ama profesyonellik anlamında hiçbir kulübü söylememek lazım diye düşünüyorum.
Böylece diğer sorumun da cevabını vermiş oldunuz. Galatasaray’dan Fener’e de gidebilirsiniz yani!
Gidebilirsiniz. Bu normaldir. Niye gidemeyeyim ki?
Blackburn’den de Fenerbahçe’ye gelebilirdiniz?
Her konuda anlaştıktan, maddi ve manevi yönden tatmin olduktan sonra neden gelmeyeyim ki? (…)
Emre Akbaba’nın Alanyaspor’dan Galatasaray’a transferi sürecinde yaşananlar hakkında konuşmaya, Tugay Kerimoğlu’nun 2009 yazında Emre Utkucan’a verdiği röportajın bir bölümünü alıntılayarak başlamak istedim. Zira bu transfere dâhil olan Fenerbahçe’ye verilen tepkilerin toplandığı ana başlıklardan biri, Akbaba’nın Galatasaray taraftarı olması.
Tugay Kerimoğlu, Türkiye’nin büyük bölümü tarafından bir Galatasaray efsanesi olarak görülüyor. Yaşı yeten Galatasaray taraftarlarının da en sevdiği futbolculardan biri. Hem kendi çevremden hem de yıllardır internetteki yorumlardan gözlemlediğim kadarıyla, Galatasaraylılığı ile örnek gösterilen bir isim. Hâlbuki bu konu kendisine sorulduğunda verdiği cevaplar bunlar. Arada şu notu düşmem gerek: Söylediklerinde, kendi adıma tepki gösterilecek hiçbir şey görmüyorum. Bir süre sonra tekrar Galatasaray’da görev aldığında yaptığı ters istikamette açıklamaları bir kenara bırakırsak, son derece profesyonel bir bakış açısı.
Daha yakın tarihe gelelim. 2012-13 sezonunun son haftalarında Fenerbahçe’ye konuk olan Eskişehirspor’da gözler, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın transferi için yarıştığı Alper Potuk’un üzerindeydi. Basında çıkan haberlere ve Galatasaray yöneticilerinin açıklamalarına göre Alper, Galatasaray taraftarıydı ve tercihini bu yönde kullanmak istiyordu. Hatta o maç öncesi sahada ısınırken topu sürekli olarak sertçe Fenerbahçe’nin kale arkası tribününe yolladığı gerekçesiyle tepki gördü. Kısa bir süre sonra Galatasaray, oyuncuyla transfer görüşmelerine başladığını açıkladı. Ancak yarışı kazanan Fenerbahçe oldu ve Alper Potuk, son dönemde formu düşse de birkaç yıl boyunca Fenerbahçelilerin en beğendiği oyuncuların başında geldi. Öncesinde yaşananlar ise unutulup gitti.
Fenerbahçe’nin kendisi için düzenlediği imza töreninde “Böyle olmasını istemezdim” diyen Tanju Çolak’tan, Inter sonrası dönmek istediği Galatasaray tarafından reddedilip Fenerbahçe’ye gittikten sonra “Ben zaten Fenerbahçeliydim” açıklaması yapan Emre Belözoğlu’na kadar örnekler zenginleştirilebilir. Eğer oyuncu başarılı olduysa, hepsinin de sonu aynı kapılara çıkar: Ya unutulur, ya alışılır. Dolayısıyla tarihe soracak olursanız, “Adam Galatasaray taraftarı, bırakın istediği takımda oynasın, böyle oyuncudan fayda mı gelir?” yaklaşımının geçerliliği yoktur.
Fenerbahçe Yönetimi’ne yapılan eleştirilerin yoğunlaştığı bir diğer başlık, ihtiyaç. Galatasaraylıların başını çektiği geniş bir kitle, Fenerbahçe’nin Emre Akbaba’ya ihtiyacı olmadığını savunuyor ki bu da son derece taraflı bir değerlendirme. İşin aslı; Galatasaray’ın bu oyuncuya ne kadar ihtiyacı varsa, Fenerbahçe’nin de o kadar ihtiyacı var. Evet, Fenerbahçe’nin başka öncelikleri var ama Galatasaray’ın da var! Fenerbahçe’de Giuliano varsa, Galatasaray’da Belhanda var. Yok eğer Galatasaray onu 8 numara görevini üstlenmesi için transfer ettiyse, Fenerbahçe’nin de aynı bölgede eksiği var! Üstelik Sarı-Lacivertlilerin böyle bir teklif yapmak için bariz bir ihtiyacı olma zorunluluğu da yok. Fenerbahçe, sırf rakibinin güçlenmemesi için dahi böyle bir işe kalkışabilir ve serbest piyasa ekonomisinde buna gösterilecek tepkilerin de yine geçerliliği yoktur.
Bana göre tüm bu hikâyede Ali Koç Yönetiminin eleştirilebileceği -girdiği yarışı kaybetmek dışında- iki husus var. Ancak bu eleştirileri yapmak için de niyet okuyuculuğuna soyunmak gerekiyor. Birincisi, Fenerbahçe’nin teklifinin fiyat yükseltme amaçlı olma ihtimali üzerine. Burada elbette Fenerbahçe ve Galatasaray’ın rakip olduğunu, yarın bir gün Galatasaray’ın UEFA’dan alacağı bir cezanın Fenerbahçe’ye sonraki yıllarda Şampiyonlar Ligi kapılarını açacağını ve Sarı-Lacivertlilerin bu sayede büyük bir geliri hanesine yazdırabileceğini de hesaba katmak gerekir. Ancak uzun vadede bu çekişmenin her iki tarafa da kaybettireceği aşikâr. Hele ki Ali Koç gibi seçilirken centilmenlik vurgusu yapan ve rakipleriyle gereksiz gerginlikler yaşamayan bir Fenerbahçe yaratmak isteyen bir başkanın böyle bir hamle yapması elbette eleştirilir. Rekabetin tabiatı gereği, Galatasaraylılar da buna tepki göstermesi doğal kabul edilebilir. Ancak elimizde teklifin bu yüzden yapıldığına dair bir kanıt yok.
Eleştirilebilecek bir diğer husus ise Fenerbahçe’nin bu mali durumda -üstelik daha öncelikli ihtiyaçları varken- Emre Akbaba için Alanyaspor’a önerdiği 4 milyon Euro’luk bonservis bedeli (Tabii çıkan haberleri baz alarak konuşuyorum ancak zaten tüm bu tartışmaların kaynağı aynı haberler olduğu için bunda bir sakınca görmüyorum.) Ali Koç seçim öncesinde; ekibinin 1,5 yıldır futbolcu izlediğini, uzun vadeli bir proje yürüteceklerini ve bu projenin ilk adımlarının hazır olduğunu anlatmıştı. Ligin ikinci haftasının başladığı bugünlerde Fenerbahçe kadrosunun ciddi eksiklere sahip oluşunu, yeni başkanın karşılaştığı -beklenenden daha kötü- mali tabloya bağlıyorduk. Şimdi çıkıp bir anda Emre Akbaba için yüksek bir bonservis önermeleri, aslında o kadar da net bir projeleri olmadığını düşündürebilir.
Tabii burada şöyle bir durum da var. Bana göre iyi yöneticilik, işin başında bir hedef ve bir yol belirleyip her ne olursa olsa o yoldan sapmadan yürümekten çok, uygun bir fırsat çıktığında reaksiyon gösterip aynı hedefe başka bir yoldan gitmektir. Her daim tetikte olmaktır. İstediğiniz kadar plan yapın, bazen karşınıza öyle bir fırsat çıkar ki doğru olan bütün planı değiştirmek olur. Aynı bakış açısını Islam Slimani transferine de uyarlayabiliriz. Slimani, Fenerbahçe’ye yakın tarihte menajerler tarafından önerilmiş bir oyuncu. Üstelik maliyeti de hiç uygun değil ve onu bir fırsat transferi olarak görmek zor. Nereden bakılırsa bakılsın, kulübün stratejisiyle örtüşmüyor. Ancak bu sezon gol kralı olup Fenerbahçe’yi şampiyonluğa ulaştırması hâlinde kulübe katacakları, tüm bu kaygıların çok ötesinde.
Peki Emre Akbaba bu kadar belirleyici bir isim mi? Çok iyi bir futbolcu olduğunu düşünmekle beraber, bence Fenerbahçe için başarıyla başarısızlık arasındaki farkı yaratacak ilk isim değil. Ancak Damien Comolli ve Phillip Cocu tam tersini düşünmüş olabilir, bunu bilemiyoruz. Dolayısıyla bu ihtimaldeki niyet okuma işi de burada yatıyor.
Son olarak, Türkiye’de kulüp yöneticiliği teoriyle pratiğin pek örtüştüğü bir iş değil. Daha önce çok defa gördük ki farklı projeleri olan birçok kişi, Türk futbol dünyasının karmaşası ve çarpık düzeni içinde eriyip gitti. İşbaşı yapmadan önce ortaya koydukları vizyonun onda birini bile işin icraat tarafına yansıtamadılar. Ali Koç da gayet tabii başkanlık tecrübesinin de eksikliğiyle bu etkiye uğramış olabilir. Ancak ne açıdan bakarsak bakalım, bu yönde kesin bir kanaate varmak yanlış olur. Geride kalan süre henüz iki ay ve Fenerbahçe Başkanı’nı bu iki ayda yaptığı birkaç hamle üzerinden niyet okuyarak tanımlamanın, tahmin yapmaktan öte bir anlamı yok.
Özetle, bu transfer hikâyesinde belki Fenerbahçelileri düşündürebilecek hususlar olabilir ancak Galatasaray tarafının Fenerbahçe’ye yaptığı eleştirileri pek haklı bulamıyorum. Eğer Alanyaspor Başkanı’nın oyuncusunu zorla istemediği bir takıma satma ısrarı olduysa, elbette bu da tepkiyi hak ediyor. Bana göre odaklanılması gereken asıl nokta ise, Galatasaray’ı bu kadar isteyen, son derece başarılı ve yetenekli bir futbolcunun transferinin sevinci olmalı. Emre Akbaba transferiyle Galatasaray, orta sahanın birkaç farklı bölgesinde eksikliğini hissettiği bir opsiyon ve uzun yıllar yararlanabileceği, üstelik taraftarın özel bir aidiyet duygusuyla sahipleneceği bir futbolcu kazandı. Geçen sezon Başakşehir’in, bu sezon Fenerbahçe’nin tekliflerini reddedecek, yazının girişindeki fotoğrafları çektirecek kadar net olarak tarafını belli edecek bir isim, 2018 yılında her takıma nasip olmuyor. Oyuncunun yeteneğinin de ötesinde bu duygu, bu dönemde gerçekten çok değerli.