Amerika’da siyahîlerin temel haklarını kazanma yolundaki mücadeleleri, dünya tarihine bu yolda canlarını feda etmekten çekinmeyen kahramanlar ekledi. 1955 yılında Rosa Parks isimli siyahi bir kadın, beyaz yolculara yer açmak için yerinden vazgeçmeyince tutuklandı. Parks davasında ısrar etti. Bu ısrar halkta karşılık bulunca, toplu taşıma sistemi boykot edildi. Yüksek Mahkeme, Alabama’da otobüslerde ırk ayrımcılığını kaldırdı. Rosa Parks yasağın kaldırılmasını haber yapan Muhabir Nicholas Chriss ile aynı otobüste güzel ve ikonik bir poz verdi.
Martin Luther King 1963 yılında 250 bin kişi ile birlikte özgürlük için Washington’a yürüdü. Bir hayali vardı. Siyahların oy hakkı için mücadele etmişti. 39 yaşında ırkçı bir beyaz tarafından öldürülmeden önce bu savaşı kazandı.
Malcolm X ateşli ve kusursuz bir hatipti. Hapisten çıkıp İslam Milleti’ne (Nation of Islam) üye olduktan sonra Elijah Muhammed isimli bir adam tarafından beyazların şeytan olduğuna inandırıldı. 40 yaşında “İslam Milleti” tarafından Elijah Muhammed’e karşı geldiği için suikasta uğradı ve öldürüldü. Ölüm nedeni Hac’dan döndükten sonra ırkçılığı reddetmesi ve beyazların şeytan olmadığını söylemesiydi.
ABD’de sadece beyazların gittiği Harry Harding Lisesi’nin yeni bir öğrencisi vardı. Dorothy Counts adındaki bu siyahi genç kadın, okulda geçirdiği günler boyunca sürekli olarak tacize uğradı. 4 gün sonra okulu bıraktı. 2008 yılında, tam 50 yıl, sonra kendisinden özür dilendi.
Burada isimlerini zikredemediğimiz nice kahramanlar özgürlük yolunda haklı bir davayı savunmak için ulvi hareketlerde ve protestolarda bulundular. Yalnız, bir isim vardı ki bu ayrımcılığa destansı eylemlerin arkasındaki hüzünlü müzikle değil, şatafatlı partilerin vazgeçilmezi eğlenceli bir dansla damga vurdu. Ailesi iç savaştan sonra azat edilmiş eski köleler olan Jack Johnson, 1878 yılında Teksas’ta dünyaya geldi. Gençliğini limanda çalışarak geçirirken bir yandan da boks yapıyordu. Veteran boksör Joe Choynski ile yasadışı bir boks maçı yaparken yakalandı ve ikisi de tutuklandı. Choynski hapishanede geçirdikleri sürede Johnson’ın akıl hocası ve antrenörü oldu. Yaşlı Choynski, Johnson’a ne kadar yetenekli olduğunu anlatmak için “Senin gibi hareket edebilen bir adam asla yumruk yemez” diyordu.
Johnson, cezasını tamamladıktan sonra boks kariyerinde hızlı bir yükseliş yaptı. Resmi olmasa da siyahî ağır sıklet şampiyonu unvanını ele geçirdi. Gözü dünya şampiyonluğundaydı ama kemeri elinde bulunduran James Jeffries sırf siyah olduğu için Johnson ile dövüşmek istemiyordu. O dönemlerde beyaz bir şampiyon siyahî bir boksörle asla dövüşmezdi. Modern çağın ilk şampiyonu John L. Sullivan siyahilerle dövüşmeyi reddederek boksta ırk ayrımını başlatan isim olmuştu. Halefi James Jeffries de “Dövüşecek beyaz adam kalmazsa emekli olurum” demişti. Oldu da…
5 yıl sonra nihayet beyaz bir şampiyon Johnson ile dövüşmeyi kabul etti. Kanadalı Tommy Burns o dönem için büyük bir meblağ olan 30 bin dolar karşılığında 14 raunt boyunca Johnson’dan bir kamyon dayak yedi. Polis ringe atlayarak Burns’e yardım etmeye çalıştı ama Yeni Dünya Ağır Sıklet Şampiyonu artık Jack Johnson’dı. Beyaz spor yorumcuları bu olayı kaldıramadılar. Boksla yakından ilgilenen hatta bir de “Şampiyon” adında bir boks hikâyesi kaleme alan ünlü yazar Jack London da siyahî bir sporcunun bu başarısını sindirememişti. Emekliliğini ilan eden James Jeffries’e “geri dön ve şu Jack Johnson’ın yüzündeki gülümsemeyi yok et” diye çağrı yaptı.
Jeffries beyaz ırkın üstünlüğünü kanıtlamak için geri döndü. Dorothy Forrester, Jeffries’in geri dönüşü şerefine bir şarkı yaptı. “Jack Johnson’a kim birazcık vurur? / Kim onu uzun uzun uyutur? / Haritadan Afrika’yı kim siler? / O kişi Jim-a-da-Jeff.”
4 Temmuz 1910 günü geldiğinde iki boksör ringe çıktı. Johnson’ın altın dişinin parlamasına neden olan yüzündeki eşsiz gülümseme rauntlar bitene kadar hiç geçmedi. Karşılaşmaya “zenciyi gebert” haykırışlarını duyarak başlayan siyahi şampiyon, maçı rakibi ve köşe adamlarıyla dalga geçerek bitirdi. Emekli olunca otobiyografisine “Jeffries bana yumruk bile atamadı” diye yazdı. London’ın geri çağırdığı “Büyük Beyaz Umut” Jeffries’i ilk “Asrın Maçı”nda mağlup etmişti. Bu maçtan sonra ABD genelinde sevinç gösterilerinde bulunan 23 Afrikalı-Amerikalı, ABD polisi tarafından öldürüldü. Houston’da Charles Williams adında başka birAfrikalı-Amerikalı sırf Johnson’ı biraz fazla destekledi diye boğazı kesilerek katledildi. Georgia’da Johnson’ın zaferini kutlayanvAfrikalı-Amerikalı gruba ateş açıldı; 3 kişi öldü.
Johnson, kazandığı başarılara ve toplumda oluşturduğu etkiye rağmen örnek bir şahsiyet değildi. Gece kulübü işleten, zaman zaman işlettiği kulüpte sahneye çıkarak hikâyelerini anlatan, evcil leoparı ve pipetle içtiği şampanyasıyla ortalıkta dolaşan asi bir tipti. O, tarihin ilk “kötü çocuk” sporcusuydu.
Johnson’ın izinden giden Muhammed Ali sporculuğunun yanında savaş karşıtı tavrı ve aktivist kişiliği ile efsane olmuştu. Son döneminde herkesin çok sevdiği şampiyon boksör özellikle kariyerinin ilk bölümünde hiç susmayan çenesi yüzünden çok ağır eleştiriler alıyordu. Ali, kibirli, çok konuşan ve saygısız bir genç olarak tanımlanırken bu konuda örnek aldığı isim Jack Johnson’dı: “Jack Johnson figürünü severek büyüdüm. Sert, acımasız, kibirli ve beyaz adamların hoşlanmadığı adam olmak istedim.”
Johnson beyazlar gibi yaşayan siyah bir adamdı. Bu yaşam tarzı o dönem için görülmemiş bir şeydi. Johnson adeta İngiliz gazeteci Walter Bagehot’un “Hayattaki en büyük keyif başkalarının yapamazsın dediklerini yapmaktır” sözünün hayat bulmuş haliydi. İngilizce’nin yanında Fransızca ve İspanyolca okuyor, Dumas’nın romanlarına bayılıyor, viyolonsel çalıyordu. O dönem için beyaz kadınlarla dolaşması bile hoş karşılanmazken, üç evliliğini de beyaz kadınlarla yapması kabul edilemez bir olaydı. Beyaz toplumu bu kadar rahatsız ettikten sonra Mann Yasası’na dayandırılarak “bir kadının gayri ahlaki nedenlerle eyalet dışına çıkarılması” suçunu işlediği gerekçesiyle oldubittiye getirilerek suçlandı. Bu suçu sonradan eşi olacak Lucille Cameron ile birlikte işlemişti! Johnson hapis yatmamak için Kanada ve Avrupa’ya giderek buralarda maçlara çıktı. ABD’ye döndüğünde 1 yıl hapis yattı. Unvanını 1915 yılında -kendi iddiasına göre- nakavt numarası yaparak Jess Willard’a kaptırdı.
George Best’in “paramın yarısını kadınlara, alkole ve arabalara harcadım, kalan kısmı ise boşa harcandı” sözünün bir başka timsali olan Jack Johnson ilk siyahi ağır sıklet dünya şampiyonu olmasının yanı sıra uçuk yaşam tarzıyla da önemli figür olarak tarihteki yerini aldı.
Muhammed Ali’nin bir restoranda sırf siyah olduğu için kendisine hizmet verilmemesi sonrası Olimpiyat altın madalyasını Ohio nehrine attığı söylenir. Bu hikâye güzel bir uydurmadır. Ali gerçekten de restoranlarda yıllar boyu bu muameleye maruz kalmıştır. Madalyasını da çok sevmiş, günlerce boynunda taşımış hatta onunla uyumuştur ama hiçbir zaman nehre atmamıştır. Ali o madalyayı ilham verici bir hikâyeye malzeme olmayacak şekilde basit bir şekilde kaybetmiştir. Siyah olduğu için kendisine hizmet verilmeyen ilk siyahî dünya şampiyonu Jack Johnson da tıpkı Ali gibi sinirli bir şekilde restoranı terk etmiştir. Son model arabasına atlayarak hızlı bir şekilde sürmeye başlamıştır. Bu Johnson’ın son araba sürüşü olmuştur.
1946 yılında 68 yaşında hayatını kaybeden Jack Johnson’ın ismi 2018 yılında ABD’de tekrar gündeme geldi. Rocky karakteriyle efsaneleşen ünlü aktör Sylvester Stallone, ABD Başkanı Donald Trump’tan eski dünya şampiyonu Jack Johnson’ın itibarının geri iade edilmesi için bir istekte bulundu.
Trump bu isteği geri çevirmeyerek 24 Mayıs 2018’de “ İnanıyorum ki Jack Johnson tarihimizdeki bir yanlışı düzeltmek adına özrü hak eden değerli bir insandı” ifadelerini kullanarak geç gelen bir iade-i itibarda bulundu. Johnson belki hiçbir zaman Martin Luther King, Malcolm X ya da Rosa Parks gibi örnek bir şahsiyet olarak anılmayacak ama bu aykırı şampiyon ırk ayrımına karşı mücadele konusu açıldığında her zaman en az onlar kadar hatırlanmayı hak ediyor olacak.