Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

Ağustos 2016DergiGündemRIO 2016ÇİFT YUMRUK

Türkiye, bu yıl iki boksör kardeşi birlikte olimpiyata gönderdi. 2016 Rio öncesi Önder ve Onur Şipal ile konuştuk…

Türkiye, 2016 Rio Olimpiyat Oyunları’nda altı boksörle temsil edilecek. Bu altı sporcunun ikisini diğerlerinden ayıransa kardeş olmaları. Önder Şipal ve Onur Şipal… 69 kiloda ringe çıkacak Onur Şipal ve 75 kiloda yarışacak Önder Şipal ile bir araya geldik…

Klasik bir soruyla başlayalım. Boksa nasıl başladınız? Aileniz bu kararınızı destekledi mi?

Önder Şipal: 1995 yılında, Bayburt’ta, Seyfullah Dumlupınar nezaretinde başladım. Tabii ki ilk önce ailemin tepkisi olumsuzdu. Ama ben gizli gizli gidiyordum antrenmanlara. Bir yıl aradan sonra hocam ailemle tanıştı ve müsaade aldı.

Onur Şipal: Ben abimden iki yıl sonra başladım. O beni tuttu kolumdan salona götürdü daha doğrusu. Abimden sonra benim için biraz daha kolay oldu ailemi ikna etmek. Bir ara “Tamam boks yapıyorsunuz da milli takıma seçilmezseniz bırakın” dediler, onu hatırlıyorum.

Klitschko Kardeşlere aileleri “Asla birbirinizle dövüşmeyeceksiniz” sözü verdirmiş. Sizin buna benzer bir diyaloğunuz oldu mu ailenizle?

Onur: Abimle sürekli birbirimize partnerlik yapıyoruz antrenmanlarda ama resmi maçlar için böyle bir şey söylemelerine gerek yok, aramızda bir maç olmasının imkânı yok.

Önder: Böyle bir şeyi ailemiz de, hocamız da istemiyor, biz de istemiyoruz. Birkaç yıldır aynı sıklette maçlara çıkıyoruz ve Türkiye Şampiyonası’nda birbirimize denk gelme ihtimalimiz oluyor. Ama bu ihtimal gerçekleşirse o maçı oynamayız. Ya ben çekilirim ya da kardeşim.

Fenerbahçe çatısı altına girişiniz nasıl oldu?

Onur: Fenerbahçe ilk olarak abimi istedi, 2003 yılında. Hocamız onu bırakmadı ama bu transfer de kapanmadı hiç, hep konuşuldu. İki yıl sonra Fenerbahçe bu defa ikimizi birden istedi, hoca da iki senelik baskıya daha fazla dayanamadı. 11 yıldır Fenerbahçe’nin sporcusuyuz.

Önder: Aynı zamanda 2003 yılından beri milli sporcuyuz. Başta yıldızlar, gençler derken 2005 yılında Büyükler A Milli Takım’da görev yapıyoruz. Bir yandan ikimiz de beden eğitimi öğretmenliği yapıyoruz. Kardeşim Bayburt’ta kalmayı tercih etti, ben üç buçuk yıldır İstanbul’daydım, orada çalışıyordum. Şimdi tayinim Kastamonu’ya çıktı, yılın 8-9 ayını kapsayan milli takım kampları da zaten Kastamonu’da oluyor.

Onur: Ben Bayburt’ta yaşıyorum, buradaki antrenörümle çalışıyorum. Sonuç olarak beden eğitimi öğretmeniyim ve devlet memuru olarak buradayım. Maçın tarihi bellidir, biz maça gideriz Fenerbahçe’yi temsil ederiz. Antrenmanlarımı aksatmadığım, maçlarda başarı getirdiğim sürece nerede yaşadığımın pek bir önemi kalmıyor. Zaten zamanımızın çoğu milli takım kamplarında geçiyor, Bayburt’ta bile kaldığımız pek olmuyor.

Rio’da Türkiye’yi temsil edecek olan altı boksörün tamamı Fenerbahçe sporcusu. Fenerbahçe kulübünün boksa yaptığı yatırımı nasıl anlatırsınız?

Önder: Fenerbahçe’de profesyonel futbol dışında dokuz branş var, hepsine de zaten yıllardır yatırım yapılıyor. Sporcuların Fenerbahçe’yi tercih etmesinin en büyük sebebi Fenerbahçe’nin büyük bir kulüp olması. Bir de maddi gelir elde ediyorsunuz tabii ki, kulüp kazandığınız başarılara göre bir maaş belirliyor. Ayrıca malzeme konusunda küçük illerdeki insanlar sıkıntı çeker, Fenerbahçe’de malzeme ya da vitamin sıkıntısı çekmiyorsunuz. İsterseniz bölgenizde, kendi antrenörünüzle çalışırsınız, isterseniz Dereağzı’nda kalırsınız. Yemekhaneden antrenman salonuna hepsi iç içe zaten. Fenerbahçe’nin katkısı budur. Biz de boksta 2006 yılından bu yana her yıl takım hâlinde şampiyon oluyoruz.

Karadeniz bölgesinden çok boksör çıkmasının nedeni ne sizce?

Onur: Bunun sebebi her şeyden önce çok çalışmak. Bunun dışında, önümüzde örnek alabileceğimiz çok insan var. Onları geçme isteği, hırsı var. Ondan dolayı fazla yetiştiğine inanıyorum.

Önder: Antrenör farkı diyelim. Antrenör sadece salona gelen sporcuyla ilgilenmeyecek, aynı zamanda dışarıda araştıracak, bakacak. Benim antrenörüm Bayburt’ta parklarda, nehirde gezer bazen; oradaki çocukların spora bir yatkınlığı var mı onu gözlemler. Ayrıca çok iyi ilgilenmek lazım. Bazı antrenör salona sadece düdüğü ve kronometresiyle girer, “Başlayın, bitirin” der. Karadeniz’de bu işi hakkıyla yapan çok insan var. İstanbul’dakilerin çoğu bana göre “Sporcu yetişir mi, yeteneği var mı” diye düşünmekten ziyade aldığı ücrete bakıyor. Bizim oralardaysa sporcudan herhangi bir ücret alınmıyor.

Fotoğraf: Fenerbahçe Spor Kulübü

Kural değişiklikleriyle amatör boks, giderek profesyonel boksa yaklaştı. Bu sizi nasıl etkiledi?

Onur: Bundan önce de değişik sistemler geldi. Ben 2010 yılında zaten yarı profesyonel boksu da yaptığım için puanlama sistemine hâkim bir sporcuyum. Sonrasında zaten 2013 yılında bu sistemin gelmesi ve benim buna alışkın olmam benim için iyi oldu. Ama diğer boksörler için alışma sürecini bilemiyorum.

Önder: Boksu da seyirci bakımından olumlu etkiledi. Önceden kask vardı, izleyenler boksörleri tanıyamıyordu. O kask sporcuya fayda sağlıyor ama maç içinde çok da bunaltıyor seni. İstediğin hareketleri yapamayabiliyorsun. Şimdi kalktı ama bu defa istemeden de olsa bazen maçlarda kafa geliyor, dirsek geliyor. Dolayısıyla kaş açılması, göz altı açılması, elmacık kemiği zedelenmesi gibi şeyler sık yaşanıyor. Olumsuz yönü de bu oldu işte. Ama bence kasksız oynamak daha iyi.

Profesyonel boksörlerin olimpiyat oyunlarına katılma yolunun açılması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun tehlikeleri ve olimpiyat ruhuna aykırı olduğu konuşuluyor.

Onur: Birçok profesyonel boksör, amatör ruha geçiş yaptığı zaman gerçekten çok zorluk çekiyor ki bunun örneğini Venezuela’daki olimpiyat vizesi maçlarında profesyonel boksörlerin gelip de üç raundu çıkaramamasıyla bir kez daha gördük. Ben bu açıdan bir sıkıntı görmüyorum. Sonuç olarak onlar da yumruk atıyor, sen de atıyorsun. Onun da iki kolu var, senin de. Ve şartlar eşit.

Önder: Klitschko, Pacquiao gibi en üst seviye isimler zaten gelmiyorlar, onlar kendilerini öyle bir riske atmazlar. Vücutları 12 rauntluk maçlara alışmış, bir anda üç rauntluk maçlara adapte olamazlar, en az altı ay lazım bunun için. Ayrıca profesyonelde kariyer yapmış, kemer sahibi olmuş bir insanın gelip de bir amatör sporcuya kaybettiğini düşünün, büyük sansasyon yaratır. Dolayısıyla profesyonelde tam ilerleyememiş, orta hâlli ya da düşük seviyede kalanlar, hani “Profesonelde bir şey yapamıyorum, bari gideyim ülkem adına bir olimpiyatlara katılayım” gibi bir düşünceyle geldiler ve birçoğu da yenildi zaten. Üst seviyedekiler gelseydi, o zaman amatör boksörlerin olimpiyat şansı engellendiği için olumsuz sonuç doğurabilirdi.

Profesyonel boksu takip ediyor musunuz?

Onur: Bizim biraz dışımızda kaldığı için sürekli olarak ilgilendiğimi söyleyemem. Ama büyük Manny Pacquiao hayranıyım. Hem dövüşme azmi hem de halk kahramanı olması onu benim için özel yapıyor. Videolarını izleyip imrendiğim, onu örnek aldığım zamanlar oluyor. Bir gün onunla maç yapmayı çok istiyorum.

Önder: Onur kendi stiline benzettiği için beğeniyor Pacquiao’yu. Kardeşimin stili onun, Mike Tyson’ın stilidir; sürekli pres, şiddetli yumruk… Benim stilim tam tersi, Muhammed Ali stili kaçak boks yapıyorum. Rakibi üzerime çektiğim zaman başarılı olmaya yaklaşıyorum. Şu anda da beğendiğim isimler Roy Jones ve Floyd Mayweather.

‘Asrın Maçı’nı birlikte mi izlediniz?

Onur: Yan yana değildik ama çok konuştuk. Maç bana göre Pacquiao’nun hakkıydı.

Önder: Onur’un gönlü ondan yana gelir ama ben ona söylemiştim; Pacquiao iyi boksör ama Mayweather da kurnaz boksör. Az yumruk atar ama Pacquiao’yu yakalar, presli oynamaz ama rakibine de müsaade etmez demiştim. Benim dediğim gibi çıktı zaten. Pacquaio tam pres yapacakken Mayweather hemen sarıldı, yumruk attırmadı kendine. Onunla oynayan boksör, diğer maçlardaki gibi düşünmesin kendini. Çünkü Mayweather yumruklarıyla değil zekâsıyla oynuyor. O yüzden de hiç yenilmemiştir zaten; 49 maç 49 galibiyet.

Kendi stillerinizi biraz tarif ettiniz. Peki sizi rakiplerinizden öne çıkaran özellikleriniz neler?

Önder: Benim rakiplerime göre kendimde iyi gördüğüm yönler; ters gardım. Solağım, sol aparkatı çok güzel vuruyorum. Zaten kaçak boksörün en belirgin özelliklerinden biri budur, sol aparkatı çok güzel vurur karaciğere. İkincisi, rakiplerime kolay kolay yakalanmıyorum. Ayaklarım ve belim iyi olduğu için yumruklardan çok çabuk çıkabiliyorum, çok çabuk ekarte edebiliyorum o yumrukları. Sürekli kavga etme, yumruklaşma falan benim boks stilimin dışında kalıyor. Benim stilim daha çok ‘vur-kaç’ ya da ‘bir vur, hiç yeme’ diye özetlenebilir.

Onur: Benim tarzım tamamen baskı ve yıldırma üzerine. Biraz inat dövüşürüm, rakiplerimin üzerine giderim. Bir yumruk aldıysam iki yumruk atmam gerektiğini düşünürüm, saldırırım. Benim bu inadım, rakiplerimin bir zaman sonra yılmasına neden olur. Birçok maçı bu şekilde kazandım ama tabii bazen antrenörümle oturup rakibin dövüşme stiline göre taktik belirliyoruz, bazı maçlarda taktik ağır basıyor. Yine de inadımı en öne çıkan özelliğim olarak gösterebilirim.

Ring dışında da var mı bu inat?

Onur: Hayır, ring dışında gırgır şamata tarzı yaşayan bir insanım, çok espri yaparım, çok gülerim. Gözlerimi bağlar öğrencilerimle körebe oynarım. Ringe çıkınca tabii başka biriyim.

Olimpiyattaki hedefiniz ne?

Önder: Gönül ister ki altımız da madalya kazanalım. Kim olursa olsun, altı tane sporcu içinden en az 2-3 madalya çıkarma hedefiyle gidiyoruz. Elimizden geleni yapacağız, inşallah ülkemizi sevindiririz.

Onur: Ben abimin 75 kiloda şampiyon olacağına inanıyorum. Benim de hedefim aynı. Ülkeyi temsil etmekten ziyade madalyayla geri dönmek arzusundayız, onun için de böyle yoğun bir çalışmanın içindeyiz. Ben 27 boksörle yarışacağım, hemen hemen hepsini yakından tanıdığım için kendime çok güveniyorum ve bir sakatlık olmazsa en az finalde olacağımın sözünü veriyorum.

Türkiye’de boksun eski popülaritesinde olmamasını neye bağlıyorsunuz?

Önder: Yaşanan düşüşün sebebi birçok ailenin boksu vahşet sporu olarak görmesi ki bu yanlış. Ya da “Muhammed Ali kafasına yumruk yiye yiye Parkinson oldu” inanışı ki bu da yanlış. Ali çok az yumruk yiyen bir insandı. O zaman Mike Tyson’ın dövdüğü adamların maçtan sonra Parkinson olup ölmesi lazım. Boksun dışında birçok insanda da bu hastalık görülüyor, babamın dayısı da Parkinson hastasıydı ve hayatında hiç spor yapmamıştı. O hastalığı boks kaynaklı diye insanlara işlemişler. Hâlâ soranlar var; kafanıza darbe alıyorsunuz, ileride siz de Parkinson olmaktan korkmuyor musunuz diye. Ben sekiz yaşında boksa başladım, 21 yıl olmuş, bu zamana kadar bir şey olmadı, olursa da Allah’ın takdiri dersin. Düşüşün bir diğer nedeni de sporcu yetiştirme isteğinin yerini para hırsına bırakması. Şu anda İstanbul’da birçok kişi sadece ünlülere ders veriyor, saati 300-400 liradan. Bize de söylüyorlar, “İsminiz var, parayı götürürsünüz” diye. Büyük şehirlerde durum bu. Hâlbuki Türkiye’de 200 tane boks antrenörü var, her biri bir kaliteli boksör yetiştirse 200 kişi. Ama işte 15-20 antrenör hakkıyla ilgilendiği için o kadar çıkıyor.

Onur: İnsanların aklına spor deyince ilk futbol geliyor. Basın da futbol ve basketbol dışındaki sporlara pek yer ayırmıyor, böyle olunca da ilgi azalıyor. Biz amatör ya da olimpik sporcuların yaşadığı kader bu. Üç buçuk yıl boyunca aranmayız ama Olimpiyat’a altı ay kala gazetelerden, dergilerden aranmaya başlarız. Olimpiyattan sonra yine aynı boşluk süreci gelir.

Bu söyleşi, Socrates’in Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır…

Tüm sayılarımıza ulaşmak için lütfen tıklayın.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler