Socrates Web Beta v1.0

 
Futbol Basketbol Tenis Bisiklet Diğer Sporlar

DergiMayıs 2015TenisBugünlerde Bahar İndi

Toprak kort bazı efsaneleri üzer, kimilerini ise yüceltir. Roland Garros'un eleğinden geçen yıldızları hatırlıyoruz.

Üniversite çağındaki bir sporsever için yaz ayları yaklaştıkça işlere odaklanmak, okula gitmek zorlaşır. Derslere girmek, sınavları geçmek, birikmiş klasörlerin peşinde koşmak her zamankinden daha acı vericidir artık. Teneffüsler, gezintiler, molalar aynı ölçüde güzelleşirken Fransa Açık, nam-ı diğer Roland Garros başlar. Bütün o gidip gelmelerin arasında toprak kort, hem güzel hem çirkindir.

Hepsinden önce bahardır Fransa Açık, yazın müjdeleyicisi. Toprağa düşen başka bir cemre. Her biri Scott F. Fitzgerald’ın kaleminden çıkmışçasına şık giyinen, keten pantolon ve panama şapkalı bazı Gatsby ve Buchanan’lar tribünlerde bu cemrenin keyfini sürerken işler herkes için o kadar parlak gitmez. All England Club, Melbourne Park ve Flushing Meadows’da saltanat kurma yolunda ilerleyenler, meraklı bakışlar arasında sıfırcı hocalarının verdiği o dersi geçmek zorunda kalmıştır işte.

O zorlu ders, Roland Garros, efsaneleri hiçbir zaman pek sevmemiş; büyük tenisçileri sınıfta bırakmasıyla nam salmıştır. Tarihin en iyileri arasında kalıcı bir yere sahip olan John McEnroe, o isimlerden sadece biridir. Asabi Amerikalının tarihin en iyisi olarak gösterdiği ekselansları Roger Federer, 2009’da ilk ve belki de son kez Fransa’da kazanırken, filenin karşısında üç final sonra bölüm sonu canavarı Rafael Nadal’ı görmemiş, İspanyol raketi biraz da şansla turnuva dışına itmiş olan Robin Soderling’e kazanma umudu dahi vermemiştir.

Günümüz dünya 1 numarası Novak Djokovic, kariyer slam’i yapbozunun son parçasını Paris’te hâlâ ararken; idolü ve 14 Grand Slam şampiyonu Pete Sampras ile kaderlerinin benzeşmemesini diler. Zira Amerikalı o yapbozu tamamlayamadan tenise veda etmiştir. Martina Hingis için de çok farklı değildir senaryo. İş Roland Garros’a gelince Serena Williams bile biraz yavaşlamıştır. Sonraları çöpe gidecek umutlarını bir sene daha ertelemek zorunda kaldığı bir maç sonrasında, toz toprak içinde yerde yatan Boris Becker’in hüzünlü bakışları ‘Sen mi büyüksün ben mi Fransa Açık!’ sorusunun da cevabını gizler. Ancak gizlenemeyen şeyler de vardır. Roland Garros efsaneleri üzmeyi sever.

Terre battue (toprak zemin) kendi yıldızlarını yaratır. Her seviyede, her kortta başarıya uzansa da kariyer harcını Roland Garros toprağıyla karan Nadal onların başında gelir. Rafa’dan önceki kral Björn Borg da toprak kortun şöhretler müzesinde her zaman yer bulur. Bir başka İspanyol Arantxa Sanchez Vicario, tek Amerika Açık zaferinin yanına tam üç tane Suzanne Lenglen kupası koymuştur. Tek el backhand’i ile oyunu yeniden tanımlayan Justine Henin’in de ondan aşağı kalır yanı yoktur. ‘Dört Silahşörler’ olarak bilinen efsane Fransızlar Burugnon, Cochet, Borotra ve Lacoste’a selam çakan erkekler kupası ise Gustavo Kuerten’in elinde üç defa yükselmiştir göğe. ‘Guga’nın üç Garros zaferini alınca, geriye slam’lerde gördüğü çeyrek finaller kalır sadece. Ama Roland Garros bunu fazla kafaya takmaz, çünkü kendi efsanelerini yaratmayı seçmiştir.

Her sene mayıs ayında yapılan turnuva bazılarını yükseltir, bazılarını harcar. Diğer büyüklere kıyasla yavaş olan zemini, fiziksel güce dayalı oyunu geçer akçe kılmış; final setlerinde tie-break’i devreden çıkarmasıyla uzun, zorlu ve heyecanlı maçlara sahne olmuştur. Beşinci setin ucu açık olması bile Fransa Açık’a ayrı bir hava katar. Havalıdır. Amerika ve Avustralya’nın haylazlığına da Wimbledon’ın snobluğuna da mesafeli durur, arayı bulur. Buna rağmen herkese beğendiremez kendini. Seyircisi de kimseyi öyle kolay basmaz bağrına. Andre Agassi, biyografisinde toprak kort oyuncularına ‘pislik sıçanları’ derken belki de aklına Paris’te yaşadıkları gelmiştir. Amerikalı efsane yine de Roland Garros dersini geçmeden mezun olamayacağını bilmiş, saçlarını döktükten sonra bile olsa gerekeni yapmıştır.

Roland Garros, neredeyse her öğrencinin zorlandığı o derstir! Matematik. Sadece çalışmak yetmez, zekâ da gerektirir. Bazıları gözü kapalı sınıfını geçerken, kimileri bütünlemeye kalır, notunu zorla alır. Karnesindeki kırığa razı olanlar da vardır. Yolun sonunda, havada uçuşan notlar ve toz toprağın arasında bahar gelir.

*Aras Yetiş ve Emre Gürkaynak’ın kaleme aldığı bu yazı, Socrates’in mayıs sayısında yayımlanmıştır.

İlginizi çekebilecek diğer içerikler