Bu yazı ilk olarak Socrates’in 39. sayısında yayımlanmıştır. Tüm sayılarımıza bu adresten ulaşabilirsiniz.
Favorim Brezilya. Neden mi? Çünkü bugünkü takıma baktıkça aklıma hep 1970’in Brezilya’sı geliyor. O yaz çok şanslıydım. Babamın görevli olduğu Bağdat’ta, siyah-beyaz televizyondan Dünya Kupası maçlarını izledim. Brezilya ve televizyon…
Güzel futbol ve o büyülü kutu kanıma girdi, hayatımı değiştirdi. Sadece Pele’yi dünya gözüyle son kez izlemek değildi mesele. Futbolu zevkle, şevkle, aşkla ve başka türlü oynuyordu o takım.
BRASIL ’70 – BRAZIL ’18
Brasil ’70, tamamı ülkede oynayan futbolculardan kuruluydu ve başında dik kafalı Sandalho’dan görevi alan Zagallo vardı. Takımı Santos ve Botafogo’lu oyunculardan oluşturmuş, başka takımlardan Gerson ve Tostao ile takviye etmişti. Biraz da ‘Avrupa presi’ katmıştı kadroya.
Brazil ’18 ise neredeyse tamamı ülke dışında oynayan yıldızlardan oluşuyor. Tite de bir dönem neredeyse referandumla hoca seçilen Brezilya’nın başına gelmiş en iyi ‘takım hocası’. Herkesten, her maçtan öğreniyor ve sıfırdan şampiyon takım yaratmakla ünlü…
Kadroyu esas olarak Manchester City-PSG-Shakhtar karması gibi yaparak ‘toplama takım’ handikabını yendi. Zira yoğun lig maçı trafiğinde milli takımların en büyük zaafı bu. 11’leri karşılaştıralım:
O zaman kalede ‘kedi’ Felix vardı. Takımın en önemsiz mevkii… Zaten biri dışında, -o da İngiltere’yi 1-0 yendikleriydi- her maçta gol yediler. Finalde İtalya’dan yedikleri gol bir sarsaklık harikasıydı. (!)
Şimdi Allison ve Ederson var; kaleciye oyun kurucu payesi kazandıran adamlar. Tarihin en çok gol atmış kalecisinin ülkesinden geliyorlar. En defansif Brezilya’ya, 1994’te penaltı kurtararak kupa kazandırmış Post-Taffarel ekolden… Şimdi zor gol yiyorlar ama artık topu aldıklarında heyecan kaleden başlıyor.
O zamanlar savunma Carlos Alberto-Brito-Piazza-Everaldo olarak diziliyordu… Şimdi ise Danilo-Marquinhos-Miranda-Marcelo…
Kaptan Carlos Alberto sağ kanatta uçan bir bekti, takımı yönetirdi. Finalde attığı son gol, driplingin, paslaşmanın, akıl dolu asistin ve uzaktan sert vuruşun bileşimiydi ve turnuvayı da harika bir kreşendo ile bitirmişti… Öteki kanatta ise Everaldo daha çok görev adamıydı…
Şimdiki savunma göbeği top kendilerindeyken daha çok atağa katılacak kesinlikle. Solda Marcelo, Carlos Alberto’nun daha kıvrağı ama esas eksiklik sağda; Roberto Carlos’un coşkun bir versiyonu Dani Alves yok. Oynarsa Danilo, Man City’deki gibi iç alanlara ve kanada akabilecek mi?
1970’te orta alanda, yerleri az çok belli 19 yaşındaki Clodoaldo ile ikinci Pele sayılan Gerson vardı… Clodoaldo daha sert ve çok yönlü bir orta sahayken zeki Gerson, Pele markaj altındayken orkestra şefliğine soyunuyordu… Ama sahada Brezilya hiçbir zaman iki orta saha ile oynamıyordu.
Özellikle Rivelino, Pele ve Tostao devamlı dönerek bu alana giriyordu. Sahanın bir bölgesinde basket takımı gibi paslaştıktan sonra birden topu ters alana, genellikle de açıktan gelen ‘Kasırga’ Jairzinho’nun koşu yoluna atıveriyorlardı… Onlara “sahaya çıkmışlar ve keyiflerine göre oynuyorlar” dedirten de buydu.
Son Almanya ve Rusya hazırlık maçlarında görüldü ki Tite’nin orta alanda iki versiyonu var:
Bir; 7-1’in rövanşını almak, daha da öte özgüvenlerini geri kazanmak için Almanya’ya karşı çıktıkları hazırlık maçında olduğu gibi Fernandinho-Casemiro-Paulinho ile başlamak… Liverpool orta alanını andıran sert, dinamik, piston gibi bir orta saha. Ama Xavi’nin de dikkat çektiği gibi, tekniği ve değişkenliği zayıf oyuncular bunlar. Bir Gerson, Bir Pele, hatta bir Rivelino değiller. Kısaca, toptan çok alanı koruma anlayışı, yani maçı kazanma versiyonu.
Öteki; Rusya karşısında yaptıkları gibi, iki sert orta saha bırakıp Coutinho gibi sihirli ama defans-sevmez bir ayağı hafif solda ortaya, forvet arkasına kaydırmak ve üçüncü bir forveti takıma koymak… Topa çok sahip olup oyunu karşı alanda oynamak, seyredene zevk vermek. Kısacası, oyunu kazanma versiyonu.
Forvetleri karşılaştırdığımızda, fiziğiyle, koşu tarzıyla Jesus, hep Tostao’yu hatırlatıyor bana. Emre Özcan’ın hatırlattığı üzere, Captain Tsubasa dizisindeki Roberto Hongo’ya esin kaynağı olan Tostao sahanın her yerinde gezinir ama pozisyonların hep merkezinde olurdu. Sadece Jesus’un değil bütün ‘özgür 9’ların, bütün özgür forvetlerin atasıydı.
Son olarak, Jairzinho gibi fişek gibi bir forvet olmasalar da özgürleşen rolleriyle formda bir Neymar’ın, Willian’ın ve öteki forvetlerin de hem savunmaya hem de gole çok daha yatkın olduklarını söylemek gerek.
YA 10 NUMARA?
Bugünkü kadroda benzetemeyeceğimiz ya da artık hiçbir futbolcunun benzeyemeyeceği biri var değil mi 1970 kadrosunda: Kutsal 10 numarasıyla futbol azizi Pele.
Finallerde 10 numarayı Neymar giyecek büyük olasılıkla. Çok iyi oyuncu ama Pele değil. Coutinho mu? Biraz. Belki bu yüzden ona tam uyan bir yer bulunamıyor. Çünkü artık oyunu tek başına yöneten 10 numaralar yok. Çünkü artık herkes oyun kurucu, duruma göre. Yine herkes savunmacı, herkes kanat oyuncusu… Pele’yi aziz konumuna çıkaran da bu.
Bu açıdan bakınca başka bir oyuncu var, klasik dizilişlere konamayan: Roberto Firmino. Klopp’un tedrisinde her ‘an’ın gerektirdiği pozisyonun merkezinde yer almayı öğrendi. İleride presi yönetiyor, topu kapınca da gol kuruluşunu…
İşte günümüz Brezilya’sının ve dolayısıyla Tite’nin temel sorunsallarından biri… Casemiro, Fernandinho, Paulinho tarzı oyuncular üzerinden oynayıp maç ve dolayısıyla kupa kazanmak mı amaçlanacak, yoksa Firmino, Coutinho, Taison, Fred gibi oyuncularla zevk veren bir performansla futbol gönüllerini kazanmak mı?
Affınıza sığınarak ikinci seçeneği öne alan, bir gösteri 11’i yaptım solda. Guardiola’nın Manchester City’sinden kopya çektiğimi söylemeliyim… Evet, çok gol yer bu takım ama yediğinden çok daha fazlasını da atar.
TRAVMA SONRASI ZAFER
Brezilya taraftarları, özellikle de Brezilya üzerine bahis oynayacaklar korkmasın. Tite böyle bir 11’le çıkmayacaktır sahaya. Çünkü günümüzde kazanmak her şey. Ben sadece şu itirazı yapayım: Kazanmaktan kazanmaya fark var. Yedi final oynayıp beşini kazanan Brezilya takımının tarihi, kaybetmenin ve değişik biçimde kazanmanın tarihi de sayılır. Art arda gelen büyük keder ve sevinçlerin tarihi…
1950’deki yıkım, ardından üç kupa kazanıp Jules Rimet Kupası’nı temelli eve götürdükleri Güzel Futbol Çağı’yla sonuçlandı. 1970 takımını izleyerek büyüyen çocuklardan oluşan ’82 takımı belki de tarihin en iyi orta sahalarına sahipti. Hani, Guardiola’nın “Son tahlilde 11 orta saha oyuncusuyla oynamak isterim” dediği türden oyunculardı bunlar. Ama arkada iyi bir kaleci gerektiğini unuttular, ileriye de ille lazımmış gibi sabit bir santrfor koydular ve beraberliğin yettiği İtalya maçında attıklarından çok yediler.
Travma o kadar büyüktü ki uzun süre ‘inceci’ çocuklar “Avrupa, fizikli ve savaşkan adamlar istiyor” dendiği için futbol okullarından geri çevrilecekti. Sonuç, 0-0’lık finalin ardından penaltılarla gelen ve kimsenin hatırlamak istemediği 1994 şampiyonluğu oldu.
2002’de Brezilya, Bielsa-vari 3-4-3’le bu kez tatmin edici bir şampiyonluğa ulaştı ama bu sonucun Scolari’den çok Cafu ve Roberto Carlos gibi uçan beklerle, Rivaldo, Ronaldo ve Ronaldinho gibi ‘inceci’ futbolcular sayesinde geldiği açıktı.
2010’lara gelindiğinde orta alanda Felipe Melo tipi oyuncularla sertleşen ama esnekliğini ve yaratıcılığını yitiren Brezilya, yenilme korkusu ve telaşı içinde çıktığı 2014 finallerinde en ağır yenilgiye uğrayıp yıkılacaktı.
Şimdi bu yıkıntılardan yeni bir Brezilya doğacak mı?
Jonathan Wilson, Futbol Taktikleri Tarihi kitabında 1970 Brezilya’sının nefis bir analizini yapar. Takımın Mexico City’nin yüksekliğine alışmak için NASA tesislerinde hazırlanmış olmasından esinlenerek bir yıl önce Ay’a insanın ayak basmasıyla Brezilya’nın futbolu arasında hoş bir analoji kurar. ABD Ay’ı, Brezilya ise futbolun olabilecek en ileri ufkunu fethetmiştir.
Take Me To The Moon şarkısını da Brezilya’yı anlattığı bölümün başlığı olarak kullanır: “Beni Ay’a Götür”
Yine aynı yerde, birçok kişi için 1970’in en iyi Dünya Kupası, Brezilya’nın da en iyi takım olduğunu söyler. Bunda televizyon yayınlarının maçları dünyanın dört bir yanına götürmesinin etkili olduğunu ekler.
O turnuvadan bu yana tam 48 yıl geçti. Futbol taktikleri, özellikle 1974’ten sonra milli takımlar üzerinden değil, lig takımları üzerinden gelişiyor.
Televizyon artık büyülü bir hayal kutusu değil; akıllı ekranlarda milyarlarca video var. Dijital Çağ’da VAR’larla, VAH’larla, istatistiklerle, analizlerle futbol maçları parçalanıp bölünüyor, didik didik ediliyor.
Kimyasından, ruhundan, öznelliğinden, eşsizliğinden, gizeminden, ekstazından, kısacası sanatsallığından arındırılıyor.
Brezilya kupayı kazansın ya da kazanmasın, çok önemli değil benim için.
‘Futebol arte’yi (futbol sanatı) Ay’dan Dünya’ya geri getirsin yeter.